Biraz da Görgü Kuralları…

Osman Özsoy, bugünkü yazısında nasıl görgüsüz bir toplum olduğumuza dikkat çekiyor.

Bugünkü yazısında belli başlı ancak tutum olarak yaygın bazı örneklerden hareketle görgüsüzlüğe dikkat çeken Yeni Şafak yazarı Osman Özsoy, kenar/tali gibi duran ancak toplumsal ilişkilerde önemli bazı hususlara değiniyor.

Sen şu an müsait misin Allah aşkına?

Osman Özsoy / Yeni Şafak

Görgüsüz bir toplum olduk maalesef... Diyelim ki birinden randevu aldınız ve yanına gittiniz...

Ya da uzun zamandır görüşmediğiniz eş dostla berabersiniz.

O sırada görüştüğünüz insanın cep telefonu çalıyor.

Telefonu eline aldığında, 'Tabi, tabi müsaitim...' diyor ve dakikalarca sizin yanınızda telefonla konuşuyor.

Üstelik elini telefona atarken, 'Özür dilerim, acil beklediğim bir telefon, izniniz olursa bakabilir miyim?' türü nezaket cümleleri kurmak falan da yok...

Sizin varlığınızı değersizleştiren bu tür kaba insanlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.... Onlardan asla sıkı dost olmaz. Eğer o sırada yüz yüze biri ile konuşuyorsanız, müsait değilsiniz demektir. Telefona acil bakmanız gerekiyorsa, o an için ömür sermayesi itibariyle ortak zamanı ayırdığınız kişiden muhakkak izin istemek gerekir.

Hangi birisini anlatalım...

Diyelim bir davete, bir programa ya da etkinliğe katıldınız.

Katıldığınız bu programdan saat kaç gibi ayrılmak istediğinize yönelik düşünce zihninizde belirgin. Ardından belki de başka programlarınız var. Ya da evde çoluk çocuğun sizi beklediği bir saat var. Program zamanlıca başlasın ve bitsin diye düşünen bir titizlik içindesiniz. Trafiği de göze alarak binbir zahmetle programa yetişmeye çalışmışsınız.

Program başladığında gelme zahmetinde bulunmayanların birbirine benzer içerikteki telgrafları uzun uzun okunurken, gelenleri bekleterek cezalandırmak niye?

Geleceklerini beyan ettikleri halde son anda çıkan ani mazeretleri nedeniyle katılamayanları davet sahibinin bilmesi yeterli...

Gelenlerden kimsenin haberi olmazken, yani gelmişler mi gelmemişler mi belli bile olmazken, gelmeyenlerin gönderdikleri üç kuruşluk telgrafla sanki başköşeye oturmuşlar gibi varlığından tüm katılımcıların haberdar olmaları ne kadar anlamlı?

Adam çocuğuna düğün, sünnet merasimi yapıyor, ya da açılış, toplantı vs. farklı bir etkinlik düzenliyor, tüm bakanlara, il genelindeki belediye başkanlarına, kaymakamlara sanki başka işleri güçleri yokmuş gibi davetiye gönderiyor. Bir insanın oturup bir defa çay içmişliği olmayan kişilere davetiye göndermesi, ardından katılımcılar program başlasın diye beklerken, ömründe bir defa iki kelam etmediği ama davetiye gönderdiği insanların telgraflarını okutarak havalara girmesi ancak aşağılık kompleksi ile izah edilebilir.

Üstelik bu tür davetlere telgrafla cevap veren kamu görevlilerine bunun bir maliyeti yok. Devlet kesesinden zaten ödeniyor. Bizzat tanımadığı halde önüne gelene davetiye gönderip ardından mühimsenmek için bunları salonda okutmaya kalkmak basitlikten başka bir şey değildir.

Kendimize zaman ayırmalı, bakalım neler düşünüp neler hissediyor ruhumuzu da dinlemeliyiz. Beden ve ruhumuzun da bizden beklentileri olduğu unutulmamalı...

Kendimizi, her çalan telefona bakmak zorunda olan santral memuru gibi hissetmemeliyiz.

O an için önemli bir telefon, bir haber bekleme durumunda değilseniz, her çaldığında hemen telefona atlamayınız. Arandığınızda hemen ulaşılabilir olmanız, ancak önceliklerinizin farklı olduğu, ya da her çalan telefona hemen alo diyecek kadar boş olduğunuz anlamına gelir...

Bırakın çalsın, bırakın o sırada neyle meşgulseniz onu tamamlamaya çalışınız. Müsait olduğunuzda, arayanı tanıyorsanız cevapsız çağrıya dönersiniz. Tanımıyorsanız, eğer arayanın arama konusu önemli ise, zaten size tekrar dönecektir. Dönmüyorsa, konuşmaya değecek ciddi bir mevzu da yok demektir.

Bedava konuşma hakkı var diye, eşi dostu telefonla arayıp uzun uzun meşgul etmemeli... Siz belki müsaitsiniz ama, karşı taraf bakalım ne kadar uygun, bu durum da hesaba katılmalı...

Hele ailece yemek yerken, bu en önemli sosyal paylaşım anlarını asla telefon görüşmeleri ile bölmemeli... Sevdiklerinize ayırdığınız zaman, zamanların en değerlisi olarak yaşanmalıdır.

Birine verebileceğiniz en değerli hediye, ona ömür sermayenizden zaman ayırmaktır. Bu nedenle, hiçbir programı, gelemeyenler de yetişsin diye gecikerek başlatmamalıdır. Bu zamanında gelenleri cezalandırmak ve ömür sermayelerinden çalmak olur.

Programa geciken az da olsa birşeyler kaçırmış olmalı ki, sonraki toplantılara zamanında yetişmeye çalışsın. Nasılsa zamanında başlatmıyorlar düşüncesi ile tüm programlara geç gitmek gibi bir adet de başladı ülkemizde. Zamanında başlamadığı için ayrılıp gittiğim program çok olmuştur. Ev gezmesi şeklindeki misafirliklere de tam zamanında gitmeli, kapı zili, ne erken ne de geç çalınmalıdır. Zamanında kalkmak gerektiğini de herhalde söylemeye gerek yoktur.

Hz. Peygamber'in hayatı, yaşama anlam katan örneklerle doludur.

Dilerim yeni dönemde okullarda okutulacak olan 'Hz. Peygamber'in Hayatı' dersleri, beşeri münasebetlerde insanlara örnek olacak mesajlar verme açısından da yararlı olur.

 

Yorum Analiz Haberleri

Atatürkçüsünün kendini Kemalist, inançlısının kendini dindar görmediği garip bir toplum…
Türkiye’nin değişen değerleri
Siyonistlerin soykırım politikası Avrupa’yı vuracak mı?
Gazzeli kadınlardan öğreneceğimiz çok şey var!
Değerlerin erozyonu ve toplumsal çözülme