Birand, merkez medya mensuplarının büyük bölümü için bir dönem önceliğin demokrasi veya parlamento olmadığını, Genelkurmay'ın daha önemli olduğunu dile getirdi.
İşte Birand'ın ağzından Türkiye'de darbe gerçeği ve medya-asker ilişkisi.
"Darbecilik medyanın genlerinde var. 'Askeri darbeyi laik kesim kışkırttı' sözünüz çok tartışıldı. Geçtiğimiz haftanın en çok tartışılan konusu buydu medyada ve ülkede. Türkiye'nin gücü ve iktidarı elinde bulunduranların darbeci kesim olduğunu ve bunların elindekini paylaşmamak için böyle bir yola başvurduğunu söylüyorsunuz. Aslında bu sözünüz, bu yazınız çok açık net bir fotoğraf yapıyorsunuz. Çok kritik bir soru gibi geliyor bana burada 'Askerler mi laikleri kullandı? Laikler mi askerleri kullandı?"
Birand: "Aslında laik siviller askerleri kışkırttı, askerler de buna hazırdı. Yani ikisi arasında bir zorlama olmadı. Hani 'sen şöyle yapsan da ben böyle yapsam da' değil. Birlikte hareket edilen, aynı dünya görüşünü paylaşan insanların buluştuğu bir kulüp gibi oldu. Bu kulübe ben de dahildim. Yani benim için de 'evet asker gerektiği zaman müdahale edebilir'idi. Bunun aksini söyleyecek benim kuşağımda kimse olamadı. Buna itiraz etmiş olan olabilir. Anlatabiliyor muyum? Ama buna itiraz edecek 'Hayır bu öyle değildi' diyecek kimse olamaz. Zaten bunu söylediğimden dolayı bu bir itirafta değil, bu bir saptama. Yani bu böyleydi. Çok özür dileriz. Biz böyle yetiştirildik. Yani Cumhuriyet çocukları olarak böyle yetiştirildik. Ne yapalım. Sonradan bunun doğru olmadığını Genelkurmay'ın Parlamento'dan daha önemli olmadığını zaman içinde öğrendik, sonra da değişildi. Ama kimse buna itiraz edemez."
"Gönül bağı nereden geliyor iki taraf arasındaki?"
Birand: "Bu eğitim. İlkokulundan sivilde ilkokulundan başlar, 'Türküm, doğruyum, çalışkanımla' başlar, rap rap yürüyüşünden başlar ilkokulda. Avrupa'da olsun Amerika'da olsun, milli marş söylenmez okullarda. Biz böyle yetiştirildik. Türkiye korunması, kollanması gereken bir toplum, halk cahil, koyun sürüsü, politikacı üç kağıtçı, yolsuzluk yapan her an o şeyi kafasını çelebilir. Onun için birilerinin sağlam durması gerekecek. 'Kim duracak? Zinde kuvvetler… Biz sokağa çıkıp 'Hayır laikliği biz koruyacağız' diyeceğimize jandarma olarak askeri kullandık. Askeri kışkırttık."
"O zaman siz kötü bir öğrenci miydiniz ki bugün farklı bir şey söylüyorsunuz ?"
Birand: "Olabilir. Benim o dönemdeki demokrasi anlayışım, ortaokuldaki, lisedeki demokrasi anlayışım bana böyle öğretildi. Yani evet kötü öğrenci olabilirim. Ama böyle öğrettiler. Önce devlet. Her şeyden önce devlet dendi. Biz de inandık. Sonra ben çıktım Avrupa'da 20 yıl süreyle gazetecilik yaptım, "Hanya'yla Konya'yı anladım"… bunun doğru olmadığını çok yanlış bir şey olduğunu, bu şekilde devam edilemeyeceğini anladım ama;"
"Sizin gördüğünüz demokrasilerde böyle bir rol model yok o zaman."
Birand: "Yok canım öyle şey olur mu? Yani orada bütün mesele halka güvenmemek, halkı hor görmekten geliyor. Bu kesim için. Öbür kesim için kapitali paylaşmamak. Yani Anadolu'nun kapitalinin zenginleşmesine şey yapar. Bir hayat tarzını devam ettirmek. Çünkü hep o şeyle kuruldu Cumhuriyet. 'Aman irtica gelecek'. Çok iyi hatırlarım ortaokul dönemlerimde 3 tane sakallı, cübbeli adam yakalanmış, ne olduğunu tam anlayamadığınız şeylerdi onlar. Hep onun üzerine yani Atatürk'ün ilkelerini o kadar ters uyguladıki, Türkiye çok doğru yaptığı şeyleri bile Atatürk'ün söylediği şeyleri çok ters uyguladıki onun cezasını gördük."
"Peki, bu ilişki ne kadar geriye gidebilir? Ne zaman başladı aslında bu birliktelik?"
Birand: "Osmanlı İmparatorluğu'ndan tutun hep vardı. Osmanlı İmparatorluğu'ndan ve Cumhuriyet'in ilk şeyinden itibaren bu birliktelik hep vardı yani."
"27 Mayıs dâhil mi ?"
Birand: "27 Mayıs en büyük şeyi, yani 27 Mayıs ayaklanması diyorum ben ona artık, darbe falan da demiyorum. Ayaklanması dahi tamamen çok gereksiz abuk subuk gerekçelerle ama karşılıklı hani 'Demokrat Parti'nin yaptıkları da harikaydı da çok iyiydi de'. Hayır. O da çok hoyratlıklar yaptı. Ama muhalefet müthiş hoyratlık yaptı. O arada askeri de kışkırttı muhalefet. Yani bunu gördük beraber yaşadık."
"Geriye dönüp baktığımızda 27 Mayıs; İşte ben geçen hafta TRT Haber'de Yassı Ada'dan özel bir yayın yaptık. Bu konuyu araştırırken bazı çarpıcı gerçeklere ulaştık. 12 Eylül'ü nispeten hatırlıyorum, geriye dönüp baktığınızda dezenformasyon çok ileri boyutta, 27 Mayıs'ta kıyma makinelerine atılan gençlerden bahsediliyor"
Birand: "Konya yolundaki mezarlar açılıyor diye manşetler atılmıştı."
"12 Eylül'de de benzer senaryolar yapılmış."
Birand: "Evet, 27 Mayıs'ta daha kolaydı ülkeyi kontrol etmek. Tek radyo var. Gazeteler zaten askerin iki dudağı arasında. Askere tapıyor medya. Her dediği doğrudur diyor. Bir iki tane böyle cılız biri çıkıp 'Ya bu böyle doğru mu falan' pat diye biri vuruyor. 12 Eylül'de biraz daha kontrolü zordu. 12 Mart'ta zorlaştı. 12 Eylül'de daha da zorlaştı."
"Bugün?"
Birand: "Bugün artık yok. Bugün artık kalkıp ta Türkiye'de asker 'höt' dediği zaman selama duracak kurum, sivil hayır. Ha şöyle olabilir. Türkiye Allah korusun müthiş bir sivil savaşa girdi Allah korusun, 'aman asker' denir ha o zaman her şey değişebilir. Onun dışında bugün artık siyaset hâkimdir."
"Bugüne geleceğiz ama biraz daha geçmişi konuşalım istiyorum. 28 Şubat sürecinde kalemi elinden alınmış bir gazetecisiniz. Andıç meselesi artık herkesin malumu. Bugün o güne baktığınızda neler hissediyorsunuz?"
Birand: "Ben 28 Şubat'ı ilk başta pek anlam veremedim. Genelkurmay'ın emir yazıp, yalan doküman üretip, gazetecilerden intikam almak, o gazeteciler de en sonunda en fazla yaptıkları resmi ideolojiyi şey yapmamaları kabul etmemeleri. 'Hayır bu sadece silahla çözülecek bir şey değildir, bu çok daha derinlere giden bir şeydir' diyen gazeteciler. Hiç anlayamamıştım. Zaman içinde bana çok koydu. Ama o dönemde söyleyeyim devletin ne kadar gaddar, acımasız ve güçlü olduğunu o zaman anladım. Bir anda bütün etrafınız boşalıyor. Kimse selam vermiyor, kimse yanınıza uğramıyor, ne olur ne olmaz. Ha doğruymuş ,değilmiş tartışanda yok. Çok acıydı. Çok korumasız kalıyorsunuz birden bire."
"Devletten kastınız askerler mi?"
Birand: "Hep 'devlet devlet' dediğimiz şey askerdi. Şimdi o denmiyor artık. Devletle asker ayrıldı. O dönemde 'Devlet eşittir asker' öyleydi."
"28 Şubat sürecini kastederek soruyorum, sivillerin arkadaşlarınızın sizi yalnız bırakması da çok daha kötü değil miydi?"
Birand: "Ama bu hep böyledir. Yani bu insan tabiatına uygun bir şey. Zayıf olan ayağı kayan, yaralananı köpek balıklarına atarlar. Artık onun hesabı verilmiştir. Onun için ben ondan çok şey yapmadım alınmadım. Alındığım şey oluyor ondan sonra kalkıp da kahramanlık yapmaya kalktıkları zaman 'E o kadar da artık değil' demeye başladım doğrusu."
"Bu açıklamaları yapmak için geç kaldığınızı düşünüyor musunuz? Çünkü bir kısmı destek verdi 'Evet yapılması gereken açıklamalardı' derken bazı köşe yazarları 'geç kaldı daha önce yapılabilirdi' dediler..."
Birand: "Onlar yapsalardı. Yani ben hiç zamanlama şeyi yapmadım. Bir gün otururken bir çok televizyonlara bakıyordum, gazeteleri okuyordum, ya dedim ben sanki Mars'ta yaşıyor gibiyim. Bu adamlar zamanında neler dediler, neler yaptılar, şimdi tam terslerini yapıyorlar. 'Canını okurum' diye öyle çıktım meydana. Yoksa biz 'zamanlama olsun' öyle düşünmedim. Evet, daha önce akıl etseydim. Etseydim ama edemedim."
"Ayşenur Arslan'ın Medya Mahallesi programına konuk oldunuz. Yine 28 Şubat süreciyle ilgili bir soru geldi. Fethullah Gülen'in kasetleri…
Birand: "Ha soru değildi o..."
"Siz açıkladınız…"
Birand: "Yani şöyle şey yapıldı. Yani medya o kadar da değildi askere bak Fethullah Gülen kasetleri ne?"
"Birilerinin servis ettiğini söylediniz…"
Birand: "Canım gayet tabi. Nerden çıkacak Fethullah Gülen kasetleri diğer kasetleri yani 28 Şubat olayı çok psikolojik askeri psikolojik savaş açısından incelenmesi gereken bir şey. Müthiş iyi planlanmış, sonucu doğru mu oldu, yanlış mı oldu? Onu bir kenara bırakalım, müthiş bir planlamadır. Yani resmen Türk Silahlı Kuvvetleri yargıyı da üniversiteleri de medyayı da müthiş başarılı bir şekilde kullanmıştır. Hiç orda söylenecek bir şey yok. Evet o olay o şeylerin olayı Aczimendilerin olayı bunların hepsi sonradan 'Ya bu da uydurmaymış' denildi."
"Yani 27 Mayıs'taki dezenformasyonun bir benzeri…"
Birand: "Gayet tabi. Ama bu hep böyledir. Dünyanın her yerinde bu tip şeylere girdiğiniz zaman, bu tip girişimler yaptığınız zaman daima dezenformasyon şey yapar. Bakın şimdi dezenformasyon yok mu? Şimdi de var."
"Sizin de kulağınıza gelmiştir. Milliyet ve Vatan gazeteleri satıldı. İşte bunlara Birand'ın akrabaları da ortak…
M. Birand: "Ali Karacan kayınbiraderim."
"Evet kayınbiraderiniz... Ola ki bir gün eleştirdiğiniz merkez medyadan sizi aforoz ederlerse gidecek bir kapınız var. Sizi cesaretlendir mi bu gazetelerin el değiştirmesi?"
Birand: "Ben 69 yaşındayım. Böylesine aptal bir komploya hiç gerek yok. Abuk subuk yazdı birkaç kişi onu biliyorum. Ben yerimden de memnunum. Ben Posta'nın başyazarıyım. Yazıyorum. Bundan büyük keyif duyuyorum. Yerimden kalkmaya da şu an bir niyetim yok. Kimden korkacağım ki? Ben bundan sonra madalya mı alacağım? Ben sadece sinirime dokunan bir şeyi bir yalanın ortaya çıkmasını istedim. Onu yazdım. Bu kadar etkili olacağını da tahmin etmedim. Çünkü bu bilinmeyen bir şey değil. Bunu ben yazdım diye insanlar şey yaptılar."
"Kral çıplak mı dediniz?"
Birand: "Evet o kadar. Hayır, bu biliniyordu. Bunun üzerine kitaplarda yazıldı zamanında ama yazanlar okunmadı. Veya da ilgi çekmedi. "
"Kral çıplak demenin bir bedeli vardı, siz bu bedeli göze almıştınız öyle mi ?"
Birand: "Gayet tabii. Şey diyenlerde var bununla birlikte yeni bir yandaşlaşmaya çalışıyor. Banane. Recep Tayyip Erdoğan benim babamın oğlu değil. Bana iş vermiyor. İhale peşinde koşmuyorum."
"Peki sizin tarif ettiğiniz isimlere 'gazeteci' demek doğru mu? Tüm kirli tezgâhların içinde olanlara, yardım edenlere 'gazeteci' demek bu işi şerefiyle yapanlara bir haksızlık değil mi?"
Birand: "Gayet tabi. Aslında öyle şunu söyleyeyim. Eskiye dönüp ya bizim zamanımızda deyip başlamak benim hiç hoşlanmadığım bir şey ama inanın gazetecilik bu değil. Gazetecilik şimdi politik bir partinin sözcülüğüne dönmeye başladı. Biri çıkıyor televizyonda halk partisini yerden yere vuruyor. Mahvediyor işte canını okuyor. İmam Hatip bilmem ne falan bir bakıyorsun öbür kanalda AK Parti'yi yerden yere 'ya kardeşim sizin göreviniz bu değil.' Sizin göreviniz siz gazetecisiniz. Siz bir yeri korumak bırak muhalefet ve iktidar kendi aralarında kavga etsinler. Sen buna bulaşma sen kendi işini yap. Biz hepimiz siyasi bir sözcü haline geldik. Bu beni çok üzüyor doğrusu."
"Terazinin iki kefesine koyarsak olumlu eleştiriler mi daha fazlaydı, olumsuz eleştiriler mi?"
Birand: "Olumlular daha fazlaydı. Çünkü olumsuzlar ya 'haklısın' ama şu açıdan 'haksızsın' demek yerine yani dengeli bir eleştiri yapmak yerine 'Gördün mü adamların eline şey verdin koz verdin' bunun kozla ne ilgisi var. Benim bahsettiğim sosyolojik bir olaydan bahsediyorum. Onun için olumsuzlar bir şey diyemediler. Çünkü doğru yazdıklarım."
"Sizce bu gerçeği neden görmek istemediler?"
Birand: "Dindar medyanın çıkıp 'ya Mehmet Ali haklı biz de zamanında şöyle şöyle şöyle hatalar yaptık' onlarda diyemiyor. Diyemiyor. Sanki kötülük olacakmış gibi. Yazımda onun üzerinde durmuştum. Şimdi bir yeni anayasa gelecek, daha çok muhafazakâr medyaya bakıyorum, bizim eskiden yaptığımız hataları yapıyorlar. Anayasa gelecek onun için korkuyorum. Anayasanın da kendilerinin hayatına göre bir anayasa olması, biz kendi istediğimiz anayasaları kurduk, ondan dolayı bunlara geldik. Şimdi siz de 'Onu yapmayın, aynı hatayı yapmayın' diyorum ama kimsenin dinlediği yok. Sonra birileri çıkacak bundan 20-30 yıl sonra ya bak 'hata da olmuştu' diyecek benim gibi."
"Allah'tan TRT var."
Birand: "Doğru."
"Bu noktada kalacak mısınız? Yeni açıklamalar…"
Birand: "Bir misyonum yok. Hani ben Türkiye'yi kurtarayım, benim bir tek üstünde durduğum nokta var. Kürt sorununun şu veya bu şekilde yaşanabilir hale indirilmesi. Çözülmesi değil. Çözülmesine çok uzun yıllar var. Yaşanabilir hale gelmesi. Seçim sonrası tek beklediğim o. İşte anayasa değişikliği arkasından yapılacak şeyler. Ama, bakıyorum öylesine sertleşmeler var ki, bu sertleşmeyle nasıl karşı karşıya oturup el sıkışacaklar liderler o konuda şüphelerim var maalesef."
"Bu yazınızın çok şeyi değiştireceğini düşünüyorum …"
Birand: "İnşallah. 'Hay Allah bak samimi bir şekilde çıktı söyledi' ben de bir bakayım ben ne yapmışım' diyenler oluyorsa çok memnun olurum."
"Hayatınızdan endişe duyuyor musunuz?"
Birand: "Ben bedava yaşıyorum. 1993-94-95 döneminde işte o andıçlı döneme dair 94-98 arasında farkında olmadan bana Mehmet Ağar anlattı işte. O dönemin Emniyet Genel Müdürü. Birileri beni Yeşil'e öldürmesi için şey yapmış, Mehmet Ağar anlattı. Mehmet Ağar'a demiş ki 'Yeşil tamam, onun işi bitiyor' demiş. Kim deyince beni tarif etmiş. 'Sen yaptın' dedim Ağar'a?... Ağar'da bana "olur mu falan dedim. Sonra vurmadı seni" dedi. Kim peki engelledi? 'Valla onu da bilmiyorum' dedi. Biliyor mu bilmiyor mu bilmiyorum…Ben onlarla yaşadım. Ama hiç ciddiye almadım. Şimdi de öyle bir tehdit ciddiye almıyorum. Ah vurulur. Onu da engelleyemem ki. Yanımdaki insanlar bari vurulmasın diye düşünürüm. "
"İlerde başkalarının da sesini yükseltmesini ister misiniz? Yoksa tarihte tek kalmak mı istersiniz?"
Birand: "Yok. Tek başınıza hiçbir şey yapamazsınız. Belirli bir yaşınız var, belirli bir süreniz var. Tek başınıza kaldığınız zaman çok zayıfsınız. Bilakis, etrafınızda daima sizden daha iyi insanların olması lazım. Ben hiçbir zaman çalışırken çürük insan almam yanıma. En iyilerini alırım. Her zaman böyle yaptım. Çünkü o en iyiler sizi yükseltirler. O en iyiler sizi yaşatırlar. 'Benim yerim sarsılmasın' dediğiniz zaman yok olursunuz. Bilakis hep onlarla beraber yürümek isterim."
"Çevik Bir'le karşılaştınız mı? Ne yaptınız?"
Birand: "Birkaç defa karşılaştım. Hiç kızmadım. Çünkü şunun farkına vardım. O Çevik Bir bir kaç asker daha kendi kafalarında yaptıkları bir şeydi. O bütün Türk Silahlı Kuvvetleri değildi. O bütün askeri lekeleyecek bir olay değildi. 'Komutan niye yaptın bana bunu?' dedim. 'Valla Birand o dönemler çok karışık dönemler artık geldi geçti' dedi. Ama ne oldu? Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koydu, programıma geldi. O programda öyle cevaplar verdi ki ertesi gün adaylığını çekmek zorunda kaldı. Hayat böyle bugün sana yarın öbürüne."
"Oh İçimi Döktüm"
Birand: "Ben teşekkür ederim... Oh içimi döktüm…"
TRT