Bir zihniyet

Etyen Mahçupyan

AKP hükümeti her yeni bakanlar kurulu ile daha özgürlükçü ve reformist bir kan değişimi de gerçekleştirdi. Son kurulan hükümette ise özellikle iki bakanın kim olacağı önem kazanmıştı: Savunma ve İçişleri bakanları...

Savunma bakanı ile ilgili beklenti, askerin zihniyet dünyasının dışında duran birinin olmasıydı ve Başbakan'ın bu noktada doğru tercih yapmama ihtimali azdı. Ancak asıl önemli bakanlık İçişleri'ydi, çünkü önümüzde çözüm bekleyen bir Kürt meselesi bulunmaktaydı. Doğrusu benim hayalim bu koltuğa ikinci bir Sadullah Ergin'in bulunmasıydı ama olmadı... Yapılan tercihin bürokratik açıdan güven verici bir özelliğinin olabileceğini teslim edebiliriz. Ama İdris Naim Şahin'in şu ana kadar sergilediği yaklaşımların günümüzün demokrasi anlayışından epeyce uzak kaldığını ve Kürt meselesi gibi bir alanda ihtiyaç duyulan incelikten uzak olduğunu da görmezden gelemeyiz.

Son KCK tutuklamaları ile ilgili olarak, 'profesör olduğu için yargılanamaz' yaklaşımının yanlış olduğunu söyleyen Şahin'e bir itirazımız olamaz. Gerçekten de hukuk sistemi eylemleri yargılar ve söz konusu eylemin kim tarafından yapıldığı bu yargıyı etkilemez. Ne var ki Şahin, Büşra Ersanlı'nın 'Türkiye'yi bölme dersleri' verdiğini söyleyerek yargısız infazda bulunmaktan çekinmiyor. Oysa bu iddianın ne derece doğru olduğunu ancak şeffaf bir mahkeme süreci sonunda anlayabiliriz. Şahin bununla da yetinmiyor... "Devlet önce kendisini korumak zorundadır" cümlesiyle neredeyse katıksız bir otoriter zihniyet sözcülüğü üstleniyor. Gerekçe olarak da, aksi halde vatandaşın korunmasının ve ülkenin birlik bütünlüğünün sağlanmasının mümkün olmadığını vurguluyor. Ama ya devletin korunması vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin budanması olarak anlaşılmaktaysa? Nitekim otoriter zihniyet, özgürlükleri tam da böyle, yani otorite karşısındaki muhtemel bir tehditler alanı olarak kavrar. Bunun 'ülkenin birlik bütünlüğüne' oturtulması ise otoriter rejimlerin hak suistimallerini meşrulaştıran bir işlev görür. Çünkü sıradan vatandaş ülke bütünlüğüne yönelik tehditleri bilemezken, 'devlet' bunların farkındadır ve vatandaşın 'iyiliği' için bizzat vatandaşın özgürlüğünü elinden alabilir.

Tek bir beyanatından hareketle bu yorumu yapmanın İçişleri Bakanı'na haksızlık olduğunu düşünenler olabilir... Ancak Şahin, ağustos ayının ortalarında yaptığı bir iftar konuşmasında, Kürt meselesini "Bu büyük milletin, bu kutsal vatanın huzurunu bozmak isteyen, büyüklüğüne göz dikmek isteyenler" muhakemesine dayandırmıştı. Bugüne dek devletin yaptıklarını, insanların gördüğü zulmü es geçen, Kürt olmayanların bile vicdanlarını 'göremeyen' bir bakanın bu meseleye olumlu katkısı ne kadar olabilir? Şahin'in dilindeki devlet/millet retoriği, 1930'lardan, hatta 1910'lardan kalma, arkasında tektipleştirici ve hegemonyacı etnik vesayet sistemini taşıyan içi boş hamaseti hatırlatıyor. Bu tür hamasetin entelektüel niteliği yoktur, ama elinde silah gücü olduğunda vereceği zarar büyük olur. Bu tür ifadeler hak ve özgürlükleri anlamsız ve değersiz kılan 'millici' jargonun, İslami olduğunu gururla söyleyen bir partinin içinde bile 'yerleşik' olduğunu ortaya koyuyor.

Aynı Şahin kendisini alamayıp bir ara Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Yunan etnisiteli vatandaşlarına da seslenmiş ve "Türklerden insanlara hiçbir zarar gelmez" diyebilmişti. Hiçbir 'millet' için söylenemeyeceği bir yana, koca bir tarihin yaşanmışlıklarıyla alay edercesine kullanıldığında, bu tür laflar aynı 'millici' bakışın kibrinden başka neyi ifade edebilir? Eğer hâlâ tatmin olmamış okuyucu varsa, onları da Ordu'da yapılmış olan yayla şenliklerine davet etmekte yarar var... Orada yaptığı konuşmada Şahin şöyle buyurmuştu: "Bu topraklar sıradan topraklar değil. Biz Türk milleti, bu toprakları emlak borsasından satın almadık, kan dökerek bu sınırları çizdik." Toprağın ancak hakkının ödendiği kadarıyla sahibi olunabileceğini idrak etmeyen, üzerindeki insanlar ve kültürlerle birlikte bir 'emanet' olduğunu kavrayamayan, toprak hak etmeyi kanla ölçen birinin siyasetteki rolünün ne olduğu sorusunu dinsel duyarlılığı olan kitlelere bırakıyorum. Aynı şenlikte Şahin "Bu toprak vatandır ve ilelebet Türk vatanı olarak, Türk milletinin öz yurdu olarak kalacaktır" demeyi de unutmamıştı.

Söz konusu dilin ve ardındaki zihni arkaplanın sadece İçişleri Bakanı ile sınırlı olmadığı açıktır... Bu bakışı, muhalefette de, aydın geçinen kesimin içinde de bulmak mümkün. Cümlelerin özne ve nesneleri değişiyor ama zihniyet paylaşılıyor. Sergilenen farklı 'millici' kalıpların ırkçılık sınırlarını zorladığını bile fark edemeyen bu türden ideolojik duruşları uzun uzadıya irdelemenin bir yararı yok... Ama AKP yönetiminin, parti mensuplarının ve genelde İslami kesimin şu soruya cevap vermesi gerek: Kürt meselesini çözmesi, ülkeyi demokrasiye götürmesi beklenen bir iktidarın sesi ve söylemi bu mu olmalı? Eğer söylem buysa, hükümetin herhangi bir inandırıcılığı olabilir mi?

ZAMAN