Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (24 Nisan 2021) şöyle:
Bir Türbeden Daha Fazlası
Salahaddîn Eyyûbî, 1187’de Kudüs’ü Haçlılardan geri almadan önce, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Müslümanlar arasındaki çatışmaları yok ederek safları birleştirmişti. Onun Kahire merkezli Şiî Fâtımî devletini 1171’de yıkıp Mısır’ı Sünnîliğin en canlı merkezlerinden biri haline getirmesi, bu gayretlerinin en önemli halkasını teşkil eder. Mısır’dan Şiîliğin izlerinin tamamen silinmesi hamlesi ise, Kahire’de inşa edilen küçük bir türbeyle başlamıştır. Bu türbe, bugün İslâm dünyasında milyonlarca Müslümanın kendisine nispet edilen mezhebe tabi olduğu Ebû Abdullah Muhammed bin İdrîs eş-Şâfiî’ye (v. 820) -veya daha meşhur ve kısa adıyla: İmam Şâfiî- aittir.
Tarih kaynaklarının işaret ettiğine göre, Karâfetu’s-Suğrâ Kabristanı’nda bulunan İmam Şâfiî türbesi ve hemen yanı başına kondurulan şirin medrese, Fâtımîlerin yıkılmasının ardından Salahaddîn’in emriyle Kahire’de yükselen ilk kamusal binalardır. Salahaddîn’in inşa ettirdiği türbenin ilk versiyonu günümüze ulaşmasa da, kendisinin isteğiyle Ubeyd en-Neccâr ibn Maâlî adlı usta tarafından 1178-79’da yapılan olağanüstü güzellikteki ahşap sanduka, bugün de İmam Şâfiî’nin kabrinin üzerinde gözleri kamaştırmaya devam ediyor.
İmam Şâfiî türbesi, mevcut görünümüne Salahaddîn’in küçük kardeşi Melik Âdil’in oğlu Melik Kâmil döneminde kavuştu. Kâmil, İmam Şâfiî’ye duyduğu derin saygının yanı sıra, türbeyi bir tür “aile kabristanı” olarak düşünmüştü. Nitekim kendisinin ve annesinin kabirleri de, İmam Şâfiî’nin birkaç adım ötesinde yer alıyor. Memlûk ve Osmanlı dönemlerindeki mimarî rötuşlarla bugünlere ulaşan türbe, tüm bu dokunuşlardan izler taşıyor. İmam Şâfiî’nin kabrinin üzerini örten kubbe, türünün Mısır’daki en büyük örneklerinden biri ve tepesinde de alem olarak bir sandal maketi var. Bu ilginç mimarî ve kültürel tercihin açıklaması ise şu cümlede gizli: “… çünkü bu kubbenin altında bir ilim denizi yatıyor.” Eski dönemlerde, türbenin vakfiyesi çerçevesinde, sandal maketinin içinin kuşlar için sürekli yemle dolu tutulduğu biliniyor.
Eyyûbîlerin Mısır’da Sünnîliğin kökleşmesi sürecinde bir sembole dönüştürdüğü İmam Şâfiî’nin kabri, 11’inci yüzyılda Büyük Selçukluların kudretli veziri Nizâmülmülk tarafından Bağdat’a taşınmak istenmiş. Bu talebini resmî bir mektupla Fâtımî vezirlerinden Bedru’l-Cemâlî’ye ileten Nizâmülmülk, müspet bir cevap da almış. Ancak Kahire halkı bu duruma öylesine büyük bir reaksiyon göstermiş ki, Fâtımîler kabrin taşınmasına cesaret edememişler. İmam Şâfiî’nin, ömrünün sadece son dört yılını geçirdiği Mısır’da böylesine sevilmesi ve benimsenmesi de ayrıca dikkat çekicidir.
Daha dikkat çekici olan ise, İmam Şâfiî türbesinin sponsoru Melik Kâmil’in, İslâm siyasî tarihine bambaşka bir bağlamda ve büyük eleştiriler eşliğinde geçmiş olmasıdır:
Babası Melik Âdil’in 1218’deki ölümüyle Mısır’ın hâkimi olan Kâmil, tıpkı babası gibi Haçlılarla çatışmaya girmekten kaçınmak prensibini benimsemişti. Kendisinin bu yoldaki bütün çabalarına rağmen, Beşinci Haçlı Seferi’ni düzenleyen Hristiyanlar, Eyyûbîlerin kontrolündeki topraklara saldırarak Melik Kâmil’i savaşın içine çektiler. Haçlıların elinden, Şam emiri olan kardeşi Muazzam’ın yardımıyla kurtulabilen Kâmil, sonrasında Muazzam’la kavgaya tutuştu. 1227’de Muazzam’ın ölümüne kadar süren bu iç gerilimden yorulan Kâmil, siyasî kariyerinin en riskli kararını vererek, Haçlılarla barış için müzakerelere başladı; muhatabı da Kutsal Roma İmparatoru II. Frederik’ti. İslâm kültürüne sempati besleyen ve bu yüzden Papalık tarafından dışlanan Frederik, 1229’un şubatında Kâmil’le imzaladığı anlaşmanın ardından Kudüs’ü ele geçirdi, 18 Mart günü “Kudüs kralı” olarak taç giydi. Salahaddîn’in öz yeğeninin Kudüs’ü yeniden Haçlılara teslim etmesi İslâm dünyasında şok etkisi yaratırken, Frederik’in krallık töreni de Papalık tarafından protesto edilmişti. Öyle ki, sadece birkaç kişinin hazır bulunduğu merasimde, tacını başına bizzat kendisi oturtmak zorunda kalmıştı.
Sonraki yıllar boyunca Haçlı egemenliğinde kalan Kudüs, bu utançtan yine Eyyûbîler eliyle temizlendi. Kâmil’in Sudanlı bir cariyeden doğan büyük oğlu Melik Sâlih Eyyûb, 1244’te Kudüs’ü tekrar İslâm hâkimiyetine kazandırdı.
İmam Şâfiî’nin Mısır ve İslâm tarihi için böylesine derin anlamlar taşıyan ve dönüm noktası teşkil eden türbesi, yaklaşık beş yıllık yoğun bir restorasyon sürecinin ardından, geçtiğimiz hafta yeniden ziyarete açıldı. Ben de “bir türbeden çok daha fazlası” olan mekânın çağrıştırdığı anlamlardan derlediğim küçük bir demeti, “cumartesi yazısı” tadında böylece takdim etmek istedim.