Mehmed Mazlum Çelik; The Independent Türkçe sitesi için Teşkilat-ı Mahsusa denilince gündeme gelen Kuşçubaşı Eşref hakkında yazdı:
Eşref boynunda çıkan çıbanın sebep olduğu ateş yüzünden ayakta durmakta zorlanıyordu. Enver Paşa’dan gelen telgraf üzerine kendisini toparladı ve 22 Ağustos 1913 yılında Paşa ile görüşmek için Ortaköy’e geldi.
Birçok cephede omuz omuza savaştığı komutanının bitap halini görünce Eşref kendi hastalığını unutarak Paşa’nın durumunu sordu. Enver Paşa hasta değildi; ama Eşref’e söyleyecekleri boğazını düğümlüyordu. Edirne Fatihi Enver Paşa, Eşref’e Batı Trakya’daki ilerlemesini durdurması hatta aldığı yerleri boşaltması gerekebileceğini tebliğ ediyordu.
Osmanlı’nın desteği olmaksızın ilerlemenin mümkün olmadığını bilen Eşref pes etmeyi bilen bir insan değildi. Her şeye rağmen yoluna devam edeceğini İstanbul hükümetine bildirdi. Haber karşısında büyük bir mutluluk yaşayan Enver Paşa yaşadığı ruhsal çöküntüden kurtulmuştur. Kuşçubaşı Eşref hayatı boyunca yaptığı gibi kendisini yine bir bilinmeze atmak için bir an dahi tereddüt etmemişti. Bu onun hikayesiydi ya devlet başa ya kuzgun leşe...
Saray eşrafına dayanan bir aile
Eşref 1873 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Önceleri lakap daha sonraları soyadı olarak kullandığı Kuşçubaşı ismi Osmanlı Sarayında kuşçubaşı olarak görev yapan dedesi Eşref Sencer’den geliyordu. Babası Mustafa Nuri doğancı koğuşunun başında bulunan Eşref’in halası da sarayda üst düzey bir yetkiliyle evliydi. Bu durum refah içinde bir hayatın kapılarını Kuşçubaşı Eşref’e sonuna kadar açmıştı. Eşref, üst düzey devlet memurlarının çocuklarına tanınan kontenjan sayesinde Mekteb-i Harbiye’ye girdi.
Kuşçubaşı Eşref’in kavgacı tabiatı ilk meyvesini burada vermiş, karıştığı bir kavga sonucu okuldan uzaklaştırılmıştır. Abdülhamid’in araya girip yazdığı irade-i seniyye sayesinde Edirne’de tahsiline bir sürgün olarak devam edebilmiştir. Bu Eşref’in hayatının büyük bir bölümünde yaşayacağı sürgünlerin ilkiydi. 1900 yılına gelindiğinde babası bir saray entrikası sonucu Taif’e sürgün edilince Eşref’in Harbiye tahsili yarım kalmıştır.
Hırçın bir Kürt evlerine misafir olur
Kuşçubaşı Eşref hayatı boyunca birçok önemli insan ile dostluk kurmuştur. Bu dostluklar şahsiyetini derinden etkilemiştir. Şüphesiz kavgacı tabiatının tamamlayıcı parçası Enver Paşadır; öte yandan Mehmet Akif ve Said Nursi ile kurduğu dostluk Eşref'in İslami hassasiyetlerini hayatı boyunca korumasına vesile olmuştur.
Eşref henüz bir öğrenciyken evlerine Doğu vilayetlerinden sıra dışı bir misafir gelmişti. Genç yaşına rağmen geniş birikimi ve birçok meseleye getirdiği önemli yorumlarla oldukça heyecanlı bu kişi, Said Nursi’dir. Eşref ve Said’in burada başlayan dostlukları daha sonra 31 Mart Vakası ve Teşkilat-ı Mahsusa’da müşterek konular etrafında yollarını tekrar birleştirecekti. Said ve Eşref hayatlarının sonuna kadar birbirlerine saygılı davranmıştır. Yıllar sonra bir dost meclisinde Said Nursi için kullanılan “köktenci” ifadesine karşı çıkan Eşref’in bu ifadenin düzeltilmesini istediği kızı tarafından nakledilir.
Mehmet Akif ile Necid çöllerinde Hint Müslümanlarını İngiliz saflarından dönmeye ikna ettikleri yolculukla başlayan dostluk Mehmet Akif’in vefatına kadar sürmüştür. Bu yolculuk, Akif’in Safahat’ine de konu olmuştur. İkili arasındaki mektuplaşmalarda Akif, Kuşçubaşı Eşref için “Kardeşim, iki gözüm Eşref 'çiğim” gibi gönülden ifadeler kullanmıştır.
Çöl tecrübesi
Gertrude Bell ve Lawrence gibi İngiliz casusları birçok roman ve filme konu olmuştur. Bu figürler bilimsel araştırma yapmak için geldikleri Osmanlı coğrafyasında Arap kabileleri başta olmak üzere birçok yerli halkla önemli ilişkiler kurmuştur. Onların dilini öğrenmiş, kıyafetlerini giymiş, hatta onlar gibi yemek yemişlerdir. Edindikleri bu birikimi Büyük Cihan Harbi’nde Osmanlı aleyhine Arap Kabilelerini kışkırtmak için kullanmışlardır.
Osmanlı bu ve benzeri aktörlerin varlığından habersiz değildi. Enver Paşa’nın liderliğinde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın da benzer misyonlar üstlenen birçok elemanı mevcuttu. Bunların içinde bu misyonu üstlenen en önemli isim Kuşçubaşı Eşref’tir.
Kuşçubaşı Eşref’in çöl tecrübesi Babası Mustafa Nuri’nin Taif sürgünüyle başlamıştır. Bu sürgünde Mekke ve Medine’yi tanır ve talihsizlikler sonucu burada hapse düşer. Eşref zindanda Sultan Abdülaziz’in suikastı sebebiyle mahkûm olmuş ve zindanda daha sonra darbeye teşebbüsten boğdurulan meşhur Osmanlı Sadrazamı Mithat Paşa’yı da tanır. Buradaki kötü muameleye daha fazla dayanamayan Eşref, yanına ileride Teşkilat-ı Mahsusa’da kendisiyle beraber bulunacak kardeşi Sami’yi de alarak hapisten kaçar. Arap kabilelerin arasına karışan Eşref Osmanlı’ya karşı eşkıyalık faaliyetlerine girişir.
Bu eşkıyalık faaliyetleri ileride birçok operasyonda kendisine büyük tecrübe katacaktır. Artık Eşref, Osmanlı için büyük bir soruna dönüşmeye başlamıştır. Eşref; Hicaz Demiryolları çalışmalarına saldırıyor, Sürre alayına baskınlar yapıyordu. Son olarak Medine komutanın oğlunu kaçıracaktı. Sultan Abdülhamid bu durum karşısında çıkardığı bir irade-i senniye ile Kuşçubaşı Eşref’i bağışladığını bildirmiş, bunun üzerine Eşref bu faaliyetlerine son vermiştir.
Bir avuç genç subay İtalya’nın Libya ilerleyişini durduruyor
Kuşçubaşı Eşref affedilip yurda döndüğünde İzmir’e ailesinin yanına yerleşmişti. Sultan Abdülhamid kendisine maaş bağlamış, uslu durması için tüm tedbirleri almıştı. Eşref’in çölde yaptıkları genç bir Subay olan Enver’in dikkatini çekmişti. İzmir dönüşünden sonra ikili arasında dostluk kurulmuştur. 31 Mart Vakası sonrasında Eşref’in faaliyetleri Enver Paşa’nın güvenini kazanmıştır. İkili arasındaki dostluk Trablusgarp direnişiyle yeni bir boyut kazanacaktır.
Eşref İtalya’nın 1911 yılında Osmanlı’ya savaş ilan ettiğini haber aldığında sakin bir hayat yaşıyor, ticaretle uğraşıyordu. İtalya Osmanlı’nın Afrika’da bulunan son toprağına asker çıkartırken hükümet durumu ancak protesto edebilmişti. Bu durum birçok genç subayı rahatsız etmiş, özellikle Enver bu duruma sessiz kalınamayacağını hükümete bildirerek bir grup genç Osmanlı subayıyla beraber Trablusgarp'a hareket etmiştir. Eşref, Enver Paşa’nın çağrısını alır almaz harekete geçmiş, kafileye dâhil olmuştur.
Gruba dâhil olan isimler şaşırtıcıydı: Grupta Mustafa Kemal, Fethi Bey gibi ileride önemli görevlere gelecek devlet adamlarının yanında Enver Paşa’nın fedaileri olarak nam salacak Teşkilat-ı Mahsusa kurucuları; Kuşçubaşı Eşref, Eşref’in kardeşi Sami, Sapancalı Hakkı, Yakup Cemil, İzmitli Mümtaz ve Çerkes Reşid gibi isimler bulunuyordu.
Bu Enver Paşa’nın Eşref’e verdiği ilk ciddi görevdi. Esasen Eşref bir hadise hariç Enver Paşa’yı hiç eleştirmemiştir. İkili arasındaki soruna sebep olan hadise Yakup Cemil’in infaz edilmesiydi. Revize Yakup Cemil, Teşkilat-ı Mahsusa’nın en önemli fedaisiydi. Ölümü de hayatı gibi birçok efsaneye konu olan Yakup Cemil bazılarının iddiasına göre Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki tüccarların askerlere gönderilen yiyeceklerde yaptığı yolsuzluğu ortaya çıkarması sonrası; kimilerine göreyse Enver Paşa’ya darbe yapıp yerine Mustafa Kemal’i getirmeye çalışması sonrası idam cezasına çarptırılmıştır. Yakup Cemil’in ölüm emrini alan infaz taburunun infazı yerine getirmekte tereddüt etmesi üzerine kendi infaz emrini askerlere bizzat Yakup Cemil’in verdiği de rivayetler arasındadır. Bu hadise dışında Kuşçubaşı ve Enver Paşa arasındaki dostluk hiç sarsılmamıştır.
Grup Mısır üzerinden Libya’ya geçmeye çalışınca Mısır’ı kontrolü altında bulunduran İngilizler zorluk çıkarır. Bunun üzerine yerel kıyafetleriyle ve uzamış sakallarıyla grup gizli bir şekilde Libya’ya varır.
Senusiler İtalyanlara karşı eğitilir
Bir grup maceraperest Osmanlı subayının, Libya’da giriştikleri eylem beklenenin aksine bölgede büyük bir karşılık bulmuştu. Senusiler olarak bilinen cemaat bu genç subaylara büyük bir hürmet göstermiş ve İtalyanlara karşı örgütlenmişlerdir. İtalyanlar bölgeye asker çıkartmaya başladıklarında kısa sürede bölgeyi işgal edeceklerini umuyordu; ama genç Osmanlı subaylarının etrafında örgütlenen Senusi savaşçılarının sayısı çok kısa bir sürede yirmi bine ulaştı.
İtalyanların meşru sebeplere dayanmayan işgalinin aksine Senusilerin dini bir cemaat olması savaşa kutsal bir boyut kazandırmış, İtalyanlar art arda bozguna uğramaya başlamıştır. Libya’ya vardıklarında toplam sayısı 9 kişi olan bu küçük subay grubu bölgede artık sayısı elli bine yaklaşan bir orduyu yönetmeye başlamıştı. Grubun içinde en tecrübeli isim olan Eşref, eşkıyalık döneminde öğrendiği stratejik taktiklerle İtalyan işgalini durdurmuş, hatta İtalyanların elinde bulunan birçok kale ve karakolu almayı başarmıştı. Gerilla taktiği olarak isimlendirilen bu stratejiler ileride Ömer Muhtar isyanında da kullanılacaktı.
Osmanlı subaylarının etkin direnişini kıramayacağını anlayan İtalyan hükümeti Osmanlı’nın elinde bulunan On İki Ada’ya asker çıkartmış ve İstanbul’u işgal etmekle tehdit etmiştir. Durum karşısında zayıflık gösteren İstanbul hükümeti, İtalya ile Uşi antlaşması yaparak direnişteki subaylarını İstanbul’a çağırmıştır; ama bu işgal Balkan devletlerini Osmanlı’ya karşı cesaretlendirmiştir. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine önce Enver Paşa ardından Kuşçubaşı Eşref ve diğer subaylar yurda dönmüştür.
1912 Balkan Savaşı’nda büyük bir hezimet yaşayan Osmanlı savaştan mağlubiyetle ayrılmıştır. Birçoğu Balkan göçmeni olan İttihat ve Terakki üyeleri düşmanın, eski Payitaht Edirne’yi dahi alarak İstanbul önlerine kadar gelmesini çaresizce izlemiştir.
Bab-ı Ali Baskını ve Enver Paşa’nın engellenemeyen yükselişi
16 Mart 1913’te ordunun tüm çabasına rağmen ata yadigârı Edirne Bulgarların eline düştü. Bu tüm yurtta büyük bir şok etkisi yaratmıştı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa Osmanlı’ya karşı ittifak yapan Balkan devletlerinin birbirine düşmesi için Edirne’nin Bulgarların elinde kalmasında bir sakınca görmüyordu. Öte taraftan Rumeli’de kalan son toprağın düşman eline geçmesi İttihatçıları kendi ülkesinde mülteci duruma düşürecekti.
Şevket Paşa’nın bekle-gör politikası ne Enver Paşa’nın ne de gözü kara fedailerinin kabul edebileceği bir durum değildi. Eşref, Edirne’nin düşman elinden alınması için fedaileri örgütlerken Enver Paşa ve Yakup Cemil çok kritik bir olaya imza atmaya hazırlanıyordu.
Çetin geçen toplantılardan sonra Enver Paşa kararını vermişti: Hükümete darbe yapacaktı. Enver Paşa silahını kuşandı, fedaileri Yakup Cemil, Ömer Naci, Sapancalı Hakkı gibi isimleri yanına alarak yola koyuldu. Talat Paşa yolda kendilerine katılacaktı. Yola çıktıklarında ciddi bir planları yoktu, bir bilinmeze doğru ilerliyorlardı.
Nuruosmaniye Camisi’nin oraya vardıklarında fedailerden bir kısmı telgraf ofislerini tutmak için harekete geçerken bir grup da kızgın ahaliyi hükümete karşı galeyana getirmek için Sultanahmet Meydanına yöneldi. Enver Paşa, Yakup Cemil, Mustafa Necip ve Sapancalı Hakkı Bey ile hükümet binasına doğru ilerlediler. Trablusgarp kahramanı askerleri karşısında gören muhafız subayları karşı koymadan Enver Paşa ve fedailerinin geçişine izin verdi.
Bağrışmaları duyan Sadrazam yaveri Ohrili Nafiz Bey silahını çekerek Enver Paşa ve yanındakilere karşı koydu. İyi bir nişancı olan Mustafa Necip yaveri vurarak yaraladı. Enver Paşa ve Yakup Cemil koridoru geçerek Harbiye Nazır’ı Nazım Paşa’nın bulunduğu odaya geldi. Enver Paşa üstü olan Nazım Paşa’ya selam durdu. Nazım Paşa’nın Enver Paşa’ya hakaret etmesi üzerine yanında bulunan fedaisi Yakup Cemil silahını Bakana çevirip oracıkta öldürdü. Süratle Bakanlar Kurulu’nun toplandığı salona giren Yarbay Enver Paşa şaşkın bakışlar arasında Sadrazam Kâmil Paşa’dan istifasını istedi. Kâmil Paşa zorluk çıkarmadan bu isteği yerine getirdi.
Bab-ı Ali’nin Enver Paşa tarafından işgal edilmesinden sonra Dahiliye Nazırlığı, Telgraf Ofisi ve Merkez Kumandanlığı peşi sıra darbeci Subayların eline geçti. Enver Paşa soluğu Padişah’ın huzurunda almış, Sadrazam Kâmil Paşa’nın istifasını sunarak İttihat-ı Terakki’nin hükümetteki mutlak hâkimiyetini sağlamıştır.
Edirne’nin kurtarılışı ve Batı Trakya macerası
Balkan devletleri kendi içinde savaşa tutuşunca Osmanlı Devleti hızlı davranarak Bulgaristan’a savaş ilan etti. Enver Paşa’nın başında bulunduğu süvari bölüğü hızla hareket ederek 1913 yılında Edirne’yi işgalden kurtarmıştır.
Eşref bu harekâtta Enver Paşa’nın yanında bulunmuş ve Edirne’nin kurtarılışından sonra hızla Batı Trakya’ya yönelmiştir. Bulgar çetelerinin mezalimi altında bulunan Batı Trakya Türkleri Kuşçubaşı Eşref’in liderliğinde hızla örgütlenmiştir. Eşref kısa sürede sayısı 70 bini bulan milis gücünden oluşan bir ordu kurmuştur.
Osmanlı’da hükümeti elinde bulunduran İttihatçılar, özellikle Enver Paşa başlarda Kuşçubaşı Eşref’e hem siyasi hem de lojistik destek sağlamıştır. Yunanlıların da işgal ettiği bölgeleri Eşref’e terk etmesiyle, Türk güçleri Batı Trakya’da yaklaşık 100 kilometrelik alanı hâkimiyeti altına almıştır. Eşref’in özellikle Koşukavak’ı Bulgarların elinden kurtarması orada bulunan Türkleri ciddi manada rahatlatmıştı.
Siyasi belirsizlik sonucu elde edilen topraklar Osmanlı’ya dâhil edilemeyince Kuşçubaşı Eşref burada geçici bir hükümet kurdu. Bu hükümeti, başta Yunanistan olmak üzere birçok Balkan ülkesi hemen tanıdığını açıkladı. Fakat İstanbul ile ilişkiler iyi gitmiyordu, hükümet olası bir Osmanlı-Rus savaşına karşı Eşref’in ilerlemesini durdurmasını istedi. Eşref bu teklifleri reddederek Yunanistan’ın terk ettiği bölgeleri de tek tek ele geçirmeye devam etti. Fakat süreç ilerledikçe ortaya çıkan lojistik sorununa ve İstanbul’un baskılarına dayanamayan Eşref başkente dönmeye razı oldu. Eşref bölgeden kontrollü bir biçimde ayrılarak Bulgarların yeni katliamlar yapmasının önüne geçmiştir. Batı Trakya’nın tamamen Bulgarlara terk edilmesinden sonra yurda dönmüştür.
Kuşçubaşı Eşref’in hikâyesi aslında henüz yeni başlıyordu. Asıl hünerlerini Büyük Cihan Savaşı’nda gösterecek çölde amansız bir mücadeleye girişecekti. Esir düşüp Kahire ve Malta’da uzun süre tutsak edilecek, Kurtuluş Savaşında büyük yararlılıklar gösterecekti. Libya’dan Batı Trakya’ya Irak’tan Yemen’e kadar birçok cephede sayısız göreve imza atacak olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın amansız fedaisi Kuşçubaşı Eşref Sencer 1964 yılında Söke’de bulunan çiftliğinde sessiz sedasız hayata gözlerini yummuştur.
Hakkında sayısız efsane üretilen Kuşçubaşı Eşref, Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirdiği birçok eylem ve suikastı devlet sırrı olduğu için açıklamamış, kendisiyle beraber mezara götürmüştür.