Terörle Mücadele Kanunu’ndaki (TMK) anti-demokratik maddeler nihayet gündemimize girdi. Önceki gün Taraf’tan Lale Kemal’e açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, TMK ve yasalarımızdaki anti-demokratik hükümlerin 2012 ekim ayına kadar ayıklanacağını, Adalet Bakanlığı’nda konuyla ilgili çalışmanın başlatıldığı müjdesini verdi.
Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaktır. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasının ardından, TMK’yı uzun bir aradan sonra gündeme ilk kez getirmiş, Şık ve Şener’in tutuklanmasına neden olan yasalarımızdaki bazı hükümlere dikkat çekmiştim. Ve bu yasaların çıkarılmasına neden olan kişi ve kurumları deşifre etmiştim.
Hatırlayacaksınız, Şener ve Şık’ın tutuklanmasıyla bazı gazeteciler kendilerini sokaklara atmış, tutuklamalara karşı eylem yapmıştı. “Dokunan yanar” yalanının ardına sığınarak, bazıları ağzını bantlamış, bazıları da atkıyla ağzını kapama ihtiyacı hissetmişti.
Aslında, düne kadar MİT’e çalışan, askerin kara propagandasını yönettiği gazetede gün gün uygulayan bu isimler, eylemleri ne Nedim için ne de Ahmet için yapmışlardı. Psikolojik operasyon kokan bu tiyatronun perde arkasında, yani kulisinde, sorumluluklarını gizleme çabası vardı. İşte bu tiyatroyu görünce, 4 Nisan 2011 günü bu köşede bir yazı kaleme aldım. “Suçluları tanıyalım” başlığıyla, Şener ve Şık’ın tutuklamasına neden olan kişilerin, bugün onun için yürüyen bazı isimler olduğunu yazdım.
Suçlular kimler miydi?
“12 Nisan 1991 tarihli Terörle Mücadele Kanunu, güvenlik güçlerine geniş imtiyazlar vermiş ve bu yasa kapsamında binlerce insan eline silah almadan örgüt üyeliğinden hapse konmuş, bir o kadarı da faili meçhul cinayetlere kurban gitmişti. Bu kanundaki insan haklarına aykırı maddelerin bazılarını Avrupa Birliği Uyum Paketi kapsamında 2001 yılında ANAP-DSP-MHP koalisyonu değiştirdi. Ardından iktidara gelen AK Parti, 2003 yazında kanunda bir dizi değişiklik yaptı. Terör tanımını açık hale getirip, insan hakları kapsamında eksikleri giderdi. Binlerce masum insanın cezalandırıldığı terör kavramı daraltılmış oldu.
Yapılan yeni düzenleme askeri rahatsız etti. Statükonun temsilciliğini üstlenen medya ve CHP de bir süre sonra rahatsızlığını dile getirmeye başladı. İşte tam bu sırada Türkiye’de özellikle doğu ve güneydoğu da olağandışı gelişmeler yaşanmaya başlandı. PKK kendi ilan ettiği ateşkesi bozdu. Eylemler tekrar başladı. PKK’nın yaptığı tuhaf eylem ve bombalama olaylarına, ‘iyi çocuklar’ Şemdinli ve benzerleriyle ‘destek’ verdi.
2005 ağustosunda TSK ilginç bir açıklama yaptı; ‘Bölücü terör örgütüne karşı mücadele kısıtlanmış yetkilere rağmen özveriyle sürdürülüyor’du. Terörle mücadelede en büyük engelin 2003 yılında yapılan yasal değişiklikler olduğu askerler tarafından sıkça vurgulanmaya başlandı.
Askerin ardından söz sırası bu kez Bağcılar medyası ve statükonun diğer yayın organlarına geçti; ‘Terörle mücadelede sert tedbirler alınmalı, yasalarda güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlayan maddeler bir an önce değiştirilmeli.’ Medyanın ardından bu kez CHP topa girdi. PKK’nın yanına, İslami Terör Örgütü kavramı sokuldu. Terör, 2003’te yapılan değişiklikle cesaret bulmuş, yasal değişiklik ‘elzem’ olmuştu.
Kamuoyunda oluşturulan bu havanın ardından dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, kanunda düzenleme yapılması için çalışmalara başladı. Ardından Meclis’te komisyon kuruldu ve hazırlanan metin Meclis’e sunuldu. 29 Haziran 2006’da da Terörle Mücadele Kanunu’ndaki değişiklik kabul edildi... CHP bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bu maddelerin hiç birine itiraz etmedi.”
Bugün şikâyet edilen maddeler, asker, medya, AKP ve CHP’nin eliyle ortaklaşa çıkarılmıştı. Peki, bunda amaçlanan neydi? Yapılan değişikliğin hedefi, Kürtleri, Kürt gazetecileri, aydınları ve de Fethullah Gülen’i, “Silahlı Terör Örgütü” kapsamında içeri tıkmaktı. Askerin bu planı Meclis’ten geçmiş, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer da değişikliği onaylamıştı. Artık, kaşkol, bir metin, hatta kırmızı, yeşil, sarı renkli bir kalem bile “Silahlı Terör Örgütü” kapsamına girebiliyordu.
Yapılan değişikliğin ardından binlerce Kürt, tutuklanıp hapse kondu. Yine bu yasa kapsamında İrticayla Mücadele Eylem Planı gibi onlarca plan asker tarafından devreye sokuldu ve Fethullah Gülen’in evlerine silah konup, hakkında “Silahlı Terör Örgütü” kapsamında soruşturma açılması planlandı.
Bugün siz bakmayın ağzını bantlayıp ortalıkta dolaşanlara. 2005 yılında askerin emriyle, yönettikleri gazetelerde, köşelerinde bu operasyonun neticelenmesi için var güçleriyle çalıştılar. Bu kişilerin, 2005 ve 2006 yılında neler yazdıklarına, neler söylediklerine bakmak yeterli. Arşivler bir adım ötede.
MİT’in ve askerin psikolojik operasyon elemanlarının o gün unuttukları bir nokta vardı. Tıpkı 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini düşündükleri gibi. “Keser döndü, sap döndü, gün geldi devran döndü” ve yapmak istedikleri operasyon, kendi çıkarttıkları yasayla kendilerini vurdu. Bugün de ortalıkta ağızlarını bantlayarak, köşelerinden yine yalan bilgiler vererek o günkü operasyonlarını kapamaya çalışmaktan başka dertleri yok.
Bozdağ, önceki gün yasalardaki bu anti-demokratik hükümlerin değiştirileceğini müjdeledi. Benim bir teklifim var. Gelin, öyle bir demokratik yasalar yapalım ki, yarın Fethullah Gülen de, Doğu Perinçek de, Abdullah Öcalan da, Nur Serter de, Hizbullah da, başkaları da bu ülkeyi yönettiğinde, vatandaş kimseden korkmadan kanunlara güvenebilsin. Düzenleme, herkesin kendisine “düşman” kabul ettiği bir kişinin, grubun veya partinin bir gün bu ülkeyi yöneteceğini düşünerek, en kötü ihtimale karşı yapılsın. Göreceksiniz, en demokratik yasaları, bu mantıkla çıkaracağız.
mbaransu@gmail.com
TARAF