Bir ‘Taçkıran’ Olarak Koronavirüs ve Bağışıklık Üzerine

D. Mehmet Doğan’ın, koronanın Türkçedeki isimlendirme sorununu değerlendirdiği yazısında dildeki “kılkıran,” “kervankıran,” “saçkıran,” “koyunkıran” gibi kelimelerden hareketle anlamı “taç” olan koronaya “taçkıran” denilebileceğini söylüyor.

Korona virüsü ve bağlı gelişmelerin terminolojik bağlamdaki tartışmasına D. Mehmet Doğan da katıldı. İngilizcede “taç” anlamına gelen korona kelimesinin “saçkıran” vb. sözcüklerden mülhem Türkçeye “taçkıran” olarak tercüme edilmesini öneren D. Mehmet Doğan, ayrıca virolog Mahir Adıbeş’in görüşlerinden hareketle bağışıklık sistemi hakkında değerlendirmelerde bulunuyor.

D. Mehmet Doğan’ın Karar gazetesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (28 Mayıs 2020) şöyle:

Korona Kıranı ve Bağışıklık Meselesi

Korona (corona) “taç” demek. Batı âleminde kırallar taç giyer, doğuda hükümdarlar tahta oturur. Batının bu itibarlı kelimesi neden ölümcül bir virüse verildi? Şeklen benzetilerek!

“Kıran” ise öldürücü hastalık, âfet demek. Dilimizde “kıran girmek” tâbiri vardır ki, işte salgın hastalıkların seri halde ölüme yol açmasını ifade eder. Dünyaya korona kıranı girdi, milyonlarca insanı pençesine aldı, yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Daha önceki kıranlara pek benzemiyor bu; ne zaman defolup gidecek, bilinmiyor.

Dilimizde kılkıran, kervankıran, saçkıran, koyunkıran gibi kelimeler var. Biz de bu musibete “taçkıran” mı desek acaba?

Taçkıran üç aydır her şeyin önüne geçti. Hayatımızda hiç görmediğimiz bir karantinaya maruz kaldık. Evlerimizde paslanmaya, küflenmeye başladık. Mevsim bahar oldu, ortalık günlük güneşlik, insanların kanı kaynıyor, tabiat bizi çağırıyor, fakat evden dışarı adım atılamıyor.

İşin esasının “bağışıklık”, yani “muafiyet” olduğunu, bu işin uzmanı Mahir Adıbeş söyledi. Mahir Adıbeş, hikâyeci, romancı. Diploma mesleği veteriner, üstüne üstlük virüsbilimi uzmanı, virolog. Onunla uzun bir telefon görüşmesi yaptık.

İlk itirazı karantinaya. İzmir’e bir gidişimde onu “tahaffuzhane”de bulmuştum. Bunun karşılığı “karantinahane”dir. Tarım Bakanlığı hastalıklı hayvanların ülkeye girişini karantina ile önlüyor.

“Tahaffuz” yani, hıfz etme, koruma. Osmanlıda böyle bir nazırlık olduğunu, bir süre meşhur edebiyatçımız Ahmed Mithat Efendi’nin bu kurumun nazırlığını yaptığını, İdris Nebi Uysal’ın gönderdiği Ahmed Mithat Efendi’nin “Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’de Karantina Yani Usûl-i Tahaffuzun Tarihçesi” risalesinden öğrendim.

“Tahaffuz” salgın hastalıklarda mecburiyet. Adıbeş, buna itiraz etmiyor, sağlıklı insanların karantinaya tabi tutulmasında tereddütleri var. Karantina hasta ve şüphelilere karşı alınan bir tedbir. Korona, kırda, bayırda, açık havada bulaşmaz, sirayeti yakın temasla olur.

Sağlıklı insanlar da dışarıyla irtibatını kesilip hastalıklara karşı korunabilir. Peki bunun mahzuru ne? Uzun zaman hareketsiz kalan canlılarda bağışıklık sistemi zayıflar. Mikroplara, virüslere karşı mücadelede tembelleşme, etkisizleşme başlar. Çünkü fizyolojik ve psikolojik hâl değişikleri insanlara menfi tesir eder. Uzun süreli tahaffuz başka hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabilir. Karantina süresince insanların bağışıklık sistemi zayıflayacağı için dışarı çıktıklarında hastalıklara yakalanma ihtimali artar.

Bağışıklık sistemini canlı tutan, güçlendiren faydalı bakteriler vardır. Bunlar üzerimizde, yakınımızda serbest olarak bulunur ve bağışıklık sisteminin uyanık kalmasını sağlar. Bu faydalı bakterilerin yok edilmesi de bağışıklık sistemini zayıflatır. Temizlik maksadıyla ölçüsüz kullanılan antiseptikler faydadan çok zarara yol açabilir.

Maskenin virüslere karşı koruma amaçlı kullanılması fazla etkili olmaz. Virüsler maskenin deliklerinden daha küçüktür. Virüs kapmış birisinin solunumla atılması gereken virüslerden kurtulmasına engel olur. Bu durumda virüs akciğerlere inip, hastalığın ağır seyretmesine yol açar.

Canlının açık havada dolaşması virüsün hastalık yapma etkisini zayıflatacağı gibi bağışıklık sistemini de güçlendirir.

Korona virüsü ile ilgili zaman geçtikçe daha fazla bilgi sahibi olunuyor. Korona hızlı yayılıyor ama ölüme yol açma oranı düşük.

Virüsler iki şekilde hastalık yapma gücünü kaybeder. Birincisi zamanla kendiliğinden yok olma şeklindedir. İkincisi, sürü bağışıklığının/toplum muafiyetinin oluşmasıdır. Birçok salgında kıtalara sıçrayan virüs kısa zamanda kendiliğinden yok olmuştur. Bu virüsler bazen başka bölgelere sıçrar ama çok büyük salgınlara sebep olmadan yok olur.

Sürü bağışıklığı/toplum muafiyeti ise, bu ya aşı ya da virüse karşı bağışıklık sisteminin oluşturduğu antikorlarla sağlanır. Bu durumda artık virüs barınamaz ve yok olur. Virüslerin yol açtığı ölümler genellikle başka etkenlere bağlıdır. Mesela; akciğer yetmezliği, kalp hastalıkları, damar daralmaları, sigaradan iflas etmiş bir solunum sistemi, influanza…Ortamda korona virüs bulunsa da ölüme tek başına o sebebiyet vermez.

Sağlıklı günlerin yakın olması niyazıyle….

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!