Bir Süleyman Demirel Portresi

Rasim Özdenören Yeni Şafak'ta Süleyman Demirel'i kaleme aldı.

Haksöz Haber

Süleyman Demirel'in problemleri çözmek gibi bir derdinin olmadığını, problemlerle karşılaştığında bazı kimselerce "hazır cevaplılık" olarak nitelendirilen cevaplarıyla problemlerden yalnızca kurnazca kaçmayı başardığını dile getiren Özdenören, yazısında verdiği misallerle bunu delillendiriyor.

Yazısında, Demirel'in darbeyle de darbecilerle de uğraşmak gibi bir hâle hiçbir zamanın girmediğini ifade eden Özdenören, 28 Şubat'ın mimarının da o olduğunu söylüyor.

Rasim Özdenören'in Yazısı:

Rasim Özdenören / Yeni Şafak

Süleyman Demirel 1964 yılından 2000 yılına kadar bu ülkenin siyasal hayatında rol oynamış, onun kaderini belirlemede pay sahibi olmuş ilginç bir karakter...

Mavi boncuk dağıtma hususunda kurnaz biri olduğu için kendini asla zora sokmamayı her defasında becerebilmiştir.

Onun usulü ve üslubu problemin üstüne gitmek değildir. O, problemden kaçmanın yolunu arar ve bulur. Bu kaçış, onu zor durumda kalmaktan kurtarsa da problem olduğu yerde bırakılır. İskender, Gordion düğümünü kılıcıyla parçalayarak problemi hiç olmazsa ortadan kaldırmıştır (çözmüş değil, ortadan kaldırmıştır), Demirel ise problemden kaçmıştır.

Onun, kimilerince zekâ eseri olarak gördüğü hazır cevaplığı, aslında problemden kaçışın kurnazlığıdır. “Dün dündür bu gün bu gündür” sözünü, dün söylediği veya yaptığı bir işin bu gün tam aksini yaparken düştüğü çelişki hatırlatıldığında söylemişti. Böylece, çelişkisini kurnazca örtbas etmeyi bilmiştir.

Necip Fazıl Kısakürek bir Süleyman Demirel Portresi çizerken: “Demirel, kötü iş gören bir adam olmaktan ziyade iyi iş görmenin imkânlarını köstekleyen bir insandır ki, bu hâl, âlemde her kötülükten beterdir.” derken isabetli bir tespitte bulunuyordu. (http://www.habername.com/index.php?islem=detay&id=2286).

Onun 2009 yılında ATSO'da (Antalya Ticaret ve Sanayı Odası) yaptığı konuşmada AK Parti hükümetini eleştirirken duble yollar üzerine kurduğu cümle de, aynı kurnaz mantığın ürünüdür. Şöyle demişti: “Geçen 7 yılda 16 bin kilometre bölünmüş yol yapılmış. Bölünmüş yol nedir biliyor musunuz? Yol var da, sağına soluna ortasına bir çizgi koyuyorsunuz.” (Yeni Şafak, 14 Kasım 2009). Bu yolları yok sayan Demirel, Turgut Özal'ın tamamladığı İstanbul-İskenderun otoyolunun Bolu mıntıkasındaki 20 kilometrelik bölümünü tamamlamayı başaramamıştı. 1991'den Özal'ın ölümüne kadar 2 yıllık başbakanlığı, sonrasında da 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi... Ki Çiller'in siyasal hayata girişinden ve başbakan olmasından da o sorumludur...

Onun, hafızalarda kalan cümlelerinin tümü gerçekte problemden kurnazca kaçmanın yolunu bulma adına üretilmiştir.

Gazetecinin benzin kıtlığı hususunda sorduğu soruya: “Benzin vardı da ben mi içtim?” derken aslında problemi nasıl çözeceğinin cevabını vermiyor, ondan kaçıyor.

Uyguladığı iktisat politikası kota marifetiyle rekabeti önleyici ve kayırmacılığa dayalı bir politikaydı. O iktisat politikası Özal tarafından kaldırıldı. Fakat Demirel, Özal'ın uyguladığı politikayı anlamakta güçlük çekti, anlamadı. Nitekim Türkiye tarihinde ilk defa muz ithal edildiğinde Demirel: “Döviz rezervleri eriyecek.” diye ortalığı birbirine katmıştı. Özal da ona gülümseyerek “Erimez, erimez.” diye cevap vermişti.

Gene o dönemde İstanbul limanında yan yana demirlemiş iki gemiden birine ihraç edilmek üzere pirinç yüklenirken, diğerinden de ithal edilmiş pirinç boşaltılıyordu. Olay gazetelere haber olunca, Demirel şöyle itiraz etmişti: “Lazımsa niçin ihraç ediyoruz, lazım değilse niçin ithal ediyoruz?” Özal gene gülümseyerek cevap vermişti: “Ben ticaret yapıyorum, alırken de kârım var, satarken de…” Ama Demirel bu cevabı anlayamazdı, anlamadı.

Demirel, darbeyle de, darbecilerle de uğraşmayı hiçbir zaman göze alamamıştır. “Ben askerle çatışmaya girmem.” diyerek işin içinden sıyrılmaya bakmıştır. Gene problemden kaçma mantığı...

Bir gazetecinin: “Asker bundan sonra siyasete müdahale eder mi?” sorusuna şu cevabı verdi: “… bir ülkede halkın önemli bir kısmı askerin idareye müdahalesini istiyorsa, ve asker müdahale ettiği zaman alkışlarsa ve askerin müdahalesini bir çare olarak görüyorsa, o zaman mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir.” Aynı kaçış mantığı... Kendi üzerine hiç alınmıyor. Mesele halkın meselesidir deyip sıyrılmanın yoluna bakıyor. “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz.” cümlesi de onundur ve Demirel'in kafa yapısını iyi özetler.

1991 yılında Moskova'da askerler Gorbaçov'a karşı tankları yürütmeye kalkıştığında Yeltsin tanklardan birinin üstüne çıkarak müdahaleye mani olmuştu. Bu durum Demirel'e hatırlatıldığında ve 12 Eylülde niçin tankın üstüne çıkmadığı sorulduğunda: “Tankın üstüne çıkacak olan ben değildim!” demişti.

Demirel, hiçbir zaman darbecilerden hesap sormayı aklından geçirmemiştir. Bilakis: “Halk askerin müdahalesini bir çare olarak görüyorsa, o zaman mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir.” diyerek gene problemi göz ardı etmeyi, kendi üstünden çıkarıp halkın üstüne atmayı tercih etmiştir.

28 Şubat sürecinin mimarı da odur. Refahyol (RP-DYP) koalisyonu tasfiye edildiğinde, normalde başbakanlık görevi Tansu Çiller'e verilmesi gerekirken, milletvekili transferleri marifetiyle birtakım kirli yollardan başbakanlık bir başkasına (Mesut Yılmaz) verilmişti.

Şimdi bazıları onu demokrasi kahramanı ilan etmek istiyor. Kahramanımızın portresi ortadadır...

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...