Bir şişe su!

Danimarka'nın İslam alerjisi yüksek olan birtakım siyasileri, Ramazan ayında oruç tutan şoförlerin trafiğe çıkmaması gerektiğini söylemiş. Yabancı değiliz bu fikre.

Bizde birtakım Danimarka ruhu taşıyanların yıllardan beri söylediği şeydir bunlar: Oruçlu trafiğe çıkmasın (çıkanlar tutmasın demek istiyorlar), oruçlu işe gitmesin (gidenler oruçlu olmasın demek istiyorlar). Hele ki bir de Ramazan'ın sıcaklara denk geldiği bu dönemde neredeyse 'Oruçlu evden çıkmasın, çıkanlar da oruç tutmasın' boyutuna vardı komedi!..

Öyle acınası bir durum ki, 'Oruç tutan evinde miskin miskin yatsın' ana fikri oluşuyor. İlahiyatçı değilim ama sanırım ibadetin özü ile çelişen bir durum. Din, hayatın içinde yaşansın diye gönderilmiş, tatil ya da izin dönemlerinde yaşansın diye gönderilse başka bir şey olurdu.

Kaldı ki bu kutsal ayda en az aç kalmak kadar önemli bir dolu şey de var. Örneğin 'olmayanın halinden anlamak'. Şayet biz miskin miskin yatacaksak, '(Varlıklı) olmayanların hepsi miskin' gibi bir sonuç çıkar ki, bu büyük bir haksızlıktır.

Oruç kelime anlamı itibarıyla 'sakınmak'ı da içerir ama bir o kadar da, tefekkürü, ibadeti, ibret almayı ve iyilik etmeyi içerir. Kendimi örnek vereyim; bugün 13. günü Ramazan'ın, bu kutsal ay gelirken sevinçle kendi kendime birtakım programlar yaptım, ne yazık ki yarısından fazlasını henüz uygulayamadım. Demek ki, miskinlik gün geçtikçe ağırlaşan ıslak bir ceket gibi...

İftar haberleri okuyor ve izliyoruz medyada. Hayır 5 yıldızlı otel iftarlarından bahsetmiyorum. Bu tür şeyleri kınamamayı acı bir şekilde öğrendim geçmişte. Fakir fukaraya verilen iftarlardan bahsediyorum. Bu tür ibadet ve kavramlara mesafeli duran CHP'li belediyelerin bile yaptığı güzel hizmetler. Güzel tabii, 'On bin kişiye iftar verdi' haberiyle ana haber bültenlerine çıkmak ya da gazete sayfalarına girmek.

Asla eleştirmem...

Ama en az bunun kadar başka iyiliklere de yönelmesini isterim Ramazan'ı hassas şekilde yaşamak isteyen bireyler ve kurumların...

Pakistan'da tarihin en büyük felaketlerinden biri yaşanıyor. Batılı ülkeler 'Taliban' filan bahanesiyle yardım etmeye yanaşmıyorlar. Felaketin boyutu o kadar büyük, lakin bizim kamuoyumuzda uzun iftar masaları kadar yer almıyor ne acı ki!

Ve hâlâ da devam ediyor felaket. Uzmanlar, yağışların 2 hafta daha sürmesini bekliyor. Öyle bir felaket ki 40 milyon insanı etkilemiş. 2 bin insan kayıp. (Muhtemelen çoktan vefat etmiş) Kalanların durumu ise ölenlerden beter; salgın hastalıklar, barınma ve beslenme yetersizlikleri Pakistan'ı tam bir felaket ülkesine dönüştürmüş durumda. Ülkenin yüzde 70'i sular altında.

Ayşe Karabat'ın dediğine göre 6 milyon insanın açlıkla karşı karşıya olduğu Pakistan'da, BM'ye göre, acilen ihtiyaç duyulan para 460 milyon dolar ki henüz yarısı bile zar zor toplandı. Oysa ABD'nin Afganistan'da yürüttüğü ve başarısız olduğu çoktan tescillenmiş sözüm ona 'terörle savaşına' bir ayda harcadığı para 12 milyar dolar, yani Pakistanlı çocukların, sapır sapır ölmesini ilk etapta engellemek için gerekenin aşağı yukarı 25 katı.

Ve biz bu Ramazan'da oruç tutalım diye daha miskinleşelim isteniyor. Evlerimize girelim, gölgelerden hiç çıkmayalım. Biliyorum, Türk insanı hamiyetperverdir. Bakın Pakistanlı çocukların içebilecek bir damla suyu yok. Suyun içinde susuzluktan ölme riskleri var. Ya susuz kalacaklar ya mevcut suyu içip salgın hastalığa yakalanacaklar. Hiçbir şey yapamıyorsak bir şişe su bile de yollayamayacak mıyız bu çocuklara?

Ne dersiniz sevgili cömert ve upuzun iftar sofraları kuran büyüklerimiz!

ZAMAN