Bir şeyin hukuki olması onun ahlaki olduğu anlamına gelmez

“Hukukun yaptırımı cezalardır, ahlaki kurallara uymamanın ise toplum içinde prim yapma ya da ayıplanma dışında bir cezası yoktur. Bir İslam toplumunda ise bir de öbür alem inancı, hesap kitap bilinci vardır.”

Hak, hukuk ve ahlak

Faruk Beşer / Yeni Şafak

Hukuk hakkaniyeti sağlayan bir hukuksa hukuka riayet de aynı zamanda ahlaki bir erdemdir dedik.

Müslüman olarak hayatımızın sınırlarını çizen en temel esaslarından biri olan ‘haram’ kavramı meri hukukumuzda da ekonomimizde de yoktur. Onun için bize sorulan sorularda en çok zorlandıklarımız, hukuku delmenin normal görüldüğü sorulardır demiştik. ‘Şöyle yaparsam devlet benden altından kalkamayacağım vergiler istiyor. O takdirde benim iş yapmam ve yaşamam mümkün değil. Ben de şu hileli yollara başvuruyor ve bu vergileri vermiyorum, ya da en aza indiriyorum, haram işlemiş olur muyum?’ diye sorarlar. Dikkat edilirse burada vatandaş yaptıklarını aslında hukukun şekliyyatına/formalitesine uydurmuştur. Yani yaptığı işlem şeklen hukukidir, ama yine de hakkı olup olmadığı konusunda içini tırmalayan bir şey vardır ve haram yemiş olmaktan korkmaktadır. Yani işlemi hukuka uydurmuş olsa bile bunun bir hak oluşturduğundan emin değildir.

Doğrusu bazı cüzî olaylarda biz de gönül huzuruyla yapmayın ya da yapın demekte zorlandığımız olur. Aslında burada göz önünde bulundurmamız gereken en temel izah şu olmalıdır: Hangi ülkede ve hangi kanunlarla yaşıyor olursanız olun, siz o kanunları zımnen kabul ederek yaşıyor ve onlara göre iş yapıyorsunuz. Resulüllah (sa) Efendimiz ‘Müslüman, kabul ettiği şartlarla bağlıdır. Yeter ki bu, Allah’ın haramını helal kılan, ya da helalini haram kılan bir şart olmasın’ buyurur.

İçinde yaşadığınız devlet sanki; ben vatandaşıma hizmet verebilmek için şu alanlarda şöyle vergileri almak zorundayım, işine gelirse bu alana gir, gelmezse girme diyor ve siz de giriyorsunuz. Böyle düşünülebilir, ama o takdirde de adaletsiz talepler ve adaletsiz vergilemeler varsa ölçünüz sadece bu kurallara uymak mı olmalıdır? Ya da adaleti hangi ölçüyle belirleyeceksiniz? Hatta hesabi/rasyonel olarak devlet istediği vergiyi toplayabilmek için karşısında hep büyük ve denetlenmesi kolay işletmeler görmek istiyorsa, küçükleri de ya böyle olmaya ya da ortalıktan çekilmeye zorluyorsa, yani servetin belli ellerde toplanmasını teşvik ediyor, Kuranıkerim ifadesiyle malın ‘dûle’ olmasına yardımda bulunuyorsa ne yapacaksınız? Bilindiği gibi ‘dûle’ devlet ve tedavül kelimeleriyle kökteştir ve malın belli ellerde toplanıp, hep sadece sermayedarlar arasında tedavül eden/ gidip gelen, böylece de diğerlerini ezen bir güç olmasıdır. Mutlak kapitalizm bunun en gelişmiş (!) şeklidir.

Sonra helali haram ya da haramı helal kılan şart hangisidir, bunun sınırı nereden başlar? İşte bunu tespit edebilmek de zordur ve bu sebeple fıkıhçıların bir kısmının cevaz verdiği bir uygulamaya diğerleri haram diyebilir.

Hukukun yaptırımı cezalardır, ahlaki kurallara uymamanın ise toplum içinde prim yapma ya da ayıplanma dışında bir cezası yoktur. Ama vicdan körelmişse bu kadarı bile işe yaramaz. Vicdanın kelime anlamı ‘bulma’ demektir ve insanın içine halikı tarafından konan bir uyarı programıdır. Cibilliyeti bozulmamış insan kötülükler karşısında vicdanen rahatsız olur, yani bir şeyin kötü olduğunu vicdanıyla bulur. Buna rağmen toplum düzeni vicdana da bırakılamaz.

Bir İslam toplumunda ise hukukun yaptırımları ve ahlaki tepki dışında bir de öbür alem inancı, hesap kitap bilinci vardır. Bu yaptırım çoğu zaman diğerlerinden daha etkili olur. Şu andaki meri hukukun işleyişinde bile bu inancın hatırı sayılır payı vardır. Dolayısıyla hukukun uygulanabilmesi için yerleşik bir ahlaki zeminin bulunması gerekir. Ya da hukuka saygı için önce ahlak öğretilmelidir.

Konfüçyüs ‘insanları yasa ve ceza ile yönetirseniz, onlar bir daha yanlış yapmazlar, ancak şeref ve utanma duygularına da sahip olamazlar. Onları erdemle ve ahlak kuralları ile yönetirseniz, o zaman hem utanma duygusuna sahip olurlar hem de doğruyu yapmaya çalışırlar’ der.

Bu noktada ahlakin kaynağı meselesi devreye girer. Bu kaynak ‘tanrı’ mıdır, toplum kabulleri midir, akıl mıdır, yoksa çıkarlar mıdır? Bunların her birini söyleyenler bulunmakla beraber, ahlak ilahi kaynaklıdır görüşü Batı’da da hakim görüştür. Biz de aklın ve toplum kabullerinin ahlakta payı bulunsa bile ki, Hüsün-kubuh ve örf nazariyeleri bunu anlatır, ahlakın aslen ilahi kaynaklı olduğunu söylüyoruz. Halik, halk ve huluk hepsi birbirine bağlıdır. Ahlak yani huluk, Halikın yaratmasına/halkına, yani fıtrata uygun hareket etmenin adıdır. O’nun halkında, yani yaratmasında yalan, aldatma, israf ve zarar verme yoktur. Hakları da ancak el-Hak olan belirler. Dolayısıyla hukuka uygun olan bazen hak olmayabilir.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı