Bu yazıyı yazmaya başladığım saatlerde Başbakan Erdoğan Diyarbakır’da hesaplaşmak yerine helalleşmekten bahsediyordu. Murat Karayılan’ın henüz Türkiye’de dağıtımı yapılmayan, bana da yurt dışından gelen “Bir Savaşın Anatomisi” kitabını bitirince aynen böyle düşündüm. Savaşta eline silah alan kimse masum kalmaz. Türkiye’de 30 yıldır süren savaşta da öyle oldu. Bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulursa her iki taraftan da milyonlarca suçlu bulunabilir. Belki de en iyisi hesaplaşmak değil helalleşmek
Karayılan, Öcalan’ın isteğiyle yazdığını söylediği 500 sayfalık kitabında ilk kurşunun atıldığı 15 Ağustos 1984’teki Eruh-Şemdinli baskınından 2007’ye kadar PKK’nın savaş tarihini gün gün kaleme almış. Hem de bunu savaşın kendi cephesinden tarihi bir özeleştirisini vererek yapmış. Bu henüz kahramanlık destanları dışında batı cephesindeki askerlerin yapmaya cesaret edemedikleri birşey.
PKK’nın dağdaki liderinin önsözü Mart 2010’da kaleme alınmış “Bir Savaşın Anatomisi’ni yazması bile, savaşın sonuna doğru geldiğimizin işaretlerinden biri herhalde.
Karayılan’ın özeleştiri verdiği en çarpıcı olaylar 80’lerdeki köy baskınları. Özellikle 1987 yılının yazında Türkiye her hafta aralarında bebeklerin de olduğu yüzlerce sivilin öldürüldüğü bu köy baskınlarıyla sarsıldı. 20 Haziran 1987’de Mardin‘in Ömerli ilçesi Pınarcık Köyü’nde 16’sı çocuk, 6’sı kadın 30 sivil köylünün öldürüldüğü saldırı en büyüğü olmak üzere Mardin, Siirt, Hakkari’de peş peşe yaşanan köy katliamlarında yüzlerce sivil öldürülmüştü. Türk cephesinde bu katliamlar ‘terörle mücadele”de her yolu mübahlaştırdı, Kürt cephesinde ise bu köy baskınlarının hep JİTEM’in işi olduğuna inanıldı.
Karayılan tartışmaları bitirip, ilk kez bu katliamların PKK tarafından yapıldığını kabul ediyor. Katliamlar nedeniyle PKK içindeki bazı komutanları suçlayarak bunların yanlış olduğunu söylüyor:
“Mardin üzerinde hareket eden iki grup birlikte Mardin’den başlayarak Botan’a kadar bazı eylemler yapmışlardı. Fakat bu eylemlerden bazıları yanlış ve halen eleştirdiğimiz eylemler durumundadırlar. Bazı sivil insanların yaşamını yitirdiği eylemler biçiminde gelişmişti. Oysa bu yönlü bir hedef belirleme talimatı yoktu. Bu tamamen grubun içeriye girdikten sonra kendi inisiyatifiyle belirlediği bir çerçeve olmaktaydı. Çetelere yönelim adı altında Pınarlı vb. (Herhalde burada Pınarcık demek istiyor. Y.O) yerlerde sivil, kadın ve çocuk yaştaki insanların ölümüne yol açan eylemler yapmışlardı. Açık ki hedefte ciddi bir sapma durumu vardı. Bu tür hedeflere yönelme ilk kez Mardin’de gerçekleşti. Daha sonra Botan’da da benzer yönelimlerin olduğu bilinmektedir.”
Karayılan, katliamlardan sorumlu tutup “dörtlü çete” dediği Hogir kod adlı Cemil Işık, Kör Cemal, Terzi Cemal ve Şemdin Sakık’ın daha sonra örgütten nasıl tasfiye edildiğini anlatıyor.
Karayılan’ın özeleştirileri bununla da sınırlı değil. Yine bu “dörtlü çetecileri” işaret ederek örgütün infazları konusunda da çok açık eleştiriler getirmekte.
Verdiği örnekler çok çarpıcı. PKK’nın koruculukla ilgili fikrini almak için dağa heyet gönderen Jirki Aşireti üyelerinin öldürülmesi, “yurtsever” olan Batuyan aşireti reisi Sait Ağa’nın görüşme bahanesiyle çağrılıp aşiret kavgalısı bir PKK komutanı tarafından öldürülmesi, Alan aşireti ve diğer aşiretlere yönelik infazların koruculuğun Kürtler arasında taban bulmasına neden olduğunu anlatıyor. “Aydın öğrenci gençlikten gerillaya aday olarak katılanlara “Bu kişi enden gerillaya katılmış, büyük ihtimalle ajandır” denilmiş, soruşturmalardan geçirilmiş, kaçırtılmış, harcanmıştır” diyerek kastettiği olay Aliza Marcus’unKan ve İnanç adlı kitabında anlattığı Eskişehir’den PKK’ya katılan üniversite öğrencilerini hain diye öldürülmesi hadisesi.
Şöyle anlatıyor Karayılan PKK’daki bu acımasız iç infaz mekanizmasını:
“Kürdistan özgürlük mücadelesi parti-ordu-cephe bileşimden oluşmuş bir örgütsel yapıdır. Doğal olarak yerleşik bir kültürü, bir adalet ve yargı sistemi bulunmamaktadır. Örgütsel işleyiş ne olmasına rağmen bu kişiler sadece yönetim kararıyla diledikleri insanları cezalandırmışlardır. Bu tipler filan kişi ajandır cezalandırılmalıdır” dediğinde anında cezalandırılmıştır. Hatta daha ileri giderek, dürüst, bağlı, devrimci kadroları da cezalandırmaya başlamışlardır. Görece itiraz ve görevi yerine getirmediği iddiasıyla birçok bağlı kadro ve yurtsever infaz edilmiştir. Kendi anlayışlarıyla uymayan, ölçülerine gelmeyen kadroyu intiharvari bir şekilde yelem göndererek katledilmesine neden olmuşlardır. Aynı şekilde yeni katılan ama gerillacılıkta zorlandığı için saflardan kaçan kişinin ailesinden fertler dahi vurulabilmiştir.”
Savaşın en vahşi günü
Kitapta çuvaldızı genelde kendisine batıran Karayılan’ın bütün çıplaklığıyla anlattığı bir vahşet hali ise okuyan herkesin tüylerini diken diken edecek.
Karayılan, bir süre önce görüştüğü, şimdilerde Kürt halkının haklı taleplerinden dem vuran Serdar Akinan’ın Kan Uykusu belgeselleriyle allayıp parlatıp Türk siyasetinin ortasına bıraktığı Osman Pamukoğlu’nun avcı hikâyesi benzeri kahramanlık hikayelerine uzun uzun cevaplar vermiş. “Osman Pamukoğlu’nun başarılı olduğu tek bir olay vardır” diyerek anlattığı Ağustos 1994’te Hakkari’de meydana gelen ve 39 PKK’lının açık bir ovada askerin pususuna düşüp öldürüldüğü bir çatışma ve sonrasında yaşananlar için yazdıklarını ise sonuna kadar bile okuyacak cesaretim yoktu:
“...yiğitçe bir başarı değildir. Çok alçakça ve tarihte eşi benzeri görülmeyen vahşi uygulamalarla gölgelenmiş bir çatışmadır. Bu çatışmaya aynı gün Hakkari’yi ziyaret eden başbakan Tansu Çiller’i korumakla görevli 4 süper kobra da katılır. Zozanlık, hiçbir korumanın olmadığı bir sahada çok sayıda kobra desteğiyle sürdürülen bir çatışmadır.
Ancak çatışma sonrası iki-üç gün boyunca orada kalan Osman Pamukoğlu ve askerlerinin gerilla cenazeleri üzerinde yaptıkları uygulamaları çok vahşi ve iğrençtir. Burada şehit düşen birçok gerillanın kafaları kesilmiş, iç organları taşların üzerine sırayla dizilmişti. Bağırsakları metrelerce uzatılarak, askı yapar gibi taştan taşa bağlanmışlardı. İnsan kalpleri, ciğerleri her biri bir taraf dizilerek sadistçe geometrik şekiller oluşturulmuştu. Kendisi de o zaman bizzat orada hazır mıydı, hazır değil midir, bilemiyoruz. Ama insan aklının alamayacağı çok sadistçe sergilenen bu tablonun sorumlusu olduğu kesindir.”
SHP ile pazarlığı bizzat ben yürüttüm
Karayılan’ın kitabında 1991’de SHP-HEP ittifakı için çok çarpıcı iddialar var. Şöyle diyor Karayılan: Bu seçim sürecini ve SHP ile seçim pazarlığını bizzat yürütmüştüm. O zamanki HEP Genel Başkanı üzerinden Hikmet Çetin ile pazarlık tartışmalarını yürütmüş, ittifak şartlarını belirlemiştik. Bu açıdan gerçekleşen ittifak PKK ile SHP ittifakıdır ve bu seçimde Kürdistan ulusal özgürlük hareketi ilk kez kitlesel gücünün ortaya koyarak başarı sağlamıştır.
Bu iddiayı o dönem SHP’nin Genel Sekreteri olarak bu ittifak görüşmelerini yürüten Hikmet Çetin’e de sordum. Çetin iddiayı kesin bir dille reddederek şöyle dedi: Seçim kanunda yapılan bir değişiklikle HEP’lilerin Meclis’e girmesinin engellenmesi üzerine bunun yanlış olacağını düşünen Erdal İnönü’nün önerisiyle bu görüşmeleri yaptık. Bizim muhatabımız HEP’in başındaki Fehmi Işıklar ve Ahmet Türk’tü. Kesinlikle Karayılan’la görüşmedik, o görüşmelerde de adı hiç geçmedi.
TARAF