Bir reform daha

Ali Bulaç

 

2005 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, eğitimde köklü bir reform yaptıklarını açıklamıştı.

Yeni reform paketine göre eğitim "ideolojinin denetimi"nden kurtarılıp Atatürk'ün çizdiği vizyon, bilimin yol göstericiliği, dünyadaki yeni gelişmeler, AB perspektifi, yasal ve anayasal çerçevede yeniden şekillendirilecekti. Yeni programın hazırlanmasında 38 STK, 8 üniversite, AB uzmanları, 53 akademisyen, 26.304 öğrenci, 9.912 veli, 2.259 öğretmen, 697 müfettiş rol almıştı. Bu, büyük bir uzlaşmaydı. Bu paketle "gelecek inşa edilecek"ti.

Reform paketine göre Newtoncu yaklaşım ve lineer bakış terk ediliyor; dünyaya eleştirel bakan, sorun tespit eden, çözüm üreten öğrenci yetiştirme hedefleniyordu. Müfredata spor, sağlık, çevre, rehberlik, kariyer, girişimcilik, afet bilinci, sivil savunma gibi konular dahil edilecekti. "Ulusal-küresel denge" şöyle kurulacaktı: İlk ve orta öğretimde 'ulusal', yüksek öğretimde, yani üniversitede 'küresel' değer ve trendler öğretilecekti. 21 Temmuz 1921'de temelleri atılan eski sistem "yeni bir insan, yeni bir toplum yetiştirme ideali"ni esas almıştı, ama bu sanayi toplumunun idealiydi; bugünkü dünyaya, ekonomik verimliliğe, demokrasi bilincine, bilgi toplumuna ve bilişime uygun değildi. Eski sistem "çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma"yı amaçlıyordu, ancak alınan mesafe yeterli değildi. Yeni sistem küreselleşmeyi lehimize çevirecek, "monist" olmaktan çıkarılacak, pluralist karaktere büründürülecek, kimseyi ötekileştirmeyecekti. Demokrasi eğitimi verilecek, "öğrenci meclisleri" okullarda faaliyete geçecekti. Kızların okuması için "pozitif ayrımcılıklar" yapılacak, 2005'in sonuna kadar internet sistemine bağlı olmayan okul kalmayacaktı. Her şey "bilimin yol göstericiliği"ne göre düzenlenecekti, tabii esası "pozitivizm" olan bu parametre "ideoloji" sayılmıyordu.

Eski sistem cehaletle savaşıyordu; ne var ki bunda başarılı olamadı; halk, öğrenciler, anne-babalar, eğitim emekçileri ve uzmanlar memnun değil, değişmesini istiyorlardı. AB de hükümete telkinlerde bulunuyordu ki, açıklamaya göre yeni reform paketine AB 176 milyon avroyla destek veriyordu.

2005'te her yıl 1 milyon 300 bin öğrenci okula başlıyordu; MEB'nın bütçesi Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin 2 katrilyon lira önündeydi, bu kaynakla 20 milyon öğrenci eğitiliyordu. Hüseyin Çelik şöyle diyordu: "Biz eğitime 15-20 yıllık perspektiften (futuroloji) bakıyoruz. Bu program 'Türkiye'nin birikimi'dir."

Aradan 7 sene geçti. Yepyeni bir eğitim projesi ve yeni bir sistemle konuyu bir kere daha tartışır hale geldik. Adeta silbaştan yeni bir sistem, yeni bir model üzerinde tartışıyoruz. Kesimler, ideolojik tercihlerine ve siyasi konumlarına göre, diğer herhangi bir konuda söyleyebilecekleri şeyleri eğitim konusuna uyarlayarak tekrar ediyorlar. Laik, modernleştirici, ulusalcı, Kemalist çevreler bu yeni projenin 28 Şubat darbesinde yapılan reformları geri çevirmeyi, imam hatip liselerinin önünü açmayı ve kızları evlerde tutmayı hedeflediğini öne sürüp, bundan bildik politik mücadele malzemesi çıkarıyorlar. İktidar ve muhafazakâr çevreler ise AB, bakanlıkları kuşatma altında tutan STK'lar, dış dünyanın fonlarla desteklediği dernek ve vakıfların etkisinde revizyon yapma ihtiyacını hissediyor, sonunda bundan 15 sene önceki 28 Şubat MGK toplantısını hatırlatırcasına yine bir 28 Şubat MGK (2012) toplantısında programda temel bir değişikliğe gidiliyor; 4+4+4 şeklinde formüle edilen zorunlu eğitimin, ikinci kademeden sonra verilmesi kararlaştırılıyor. Tartışma bitmiş, karar verilmiştir.

Eğitim konusunun MGK toplantısında ele alınmasının, sistemin sivil siyaset ve demokratik inisiyatif açısından dramatik bir anlamı var, ama eğitim olgusunun kendisi, dünyada ve Türkiye'de yaşanan sorunlar açısından herhangi bir önemi yok. MGK'nın veya askerlerin hiçbir telkini olmasa bile, gündeme getirilen yeni model, 2005 reform paketinden mahiyetçe farklı değil. Belki tek faydası, eğitim konusunun gündeme gelmiş olmasıdır. Bu konuyu enine boyuna ele alabilirsek, gelecek adına yegâne kazancımız bu olur.

ZAMAN