Bugünkü yazısında Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, BDP tarafından ‘ölüm orucu’na teşvik edilen mahkumların çift taraflı işleyen bir ölüm makinesine dönüştürülmek istendiğine dikkat çekiyor. Ölüm orucuna teşvik edilen gençler üzerinden sürdürülen siyasetin nasıl bir değerle yüklü olduğunu, ne kadar rasyonel ve tutarlı olduğunu tartışan Aktay’ın değerlendirmesi şöyle:
***
Yasin aktay
Bir ölüm orucunda da Apo'nun idamı istenirse?
Açlık grevleri bir insanın elindeki tek konuşma aracı haline gelmişse, bir nebze saygı görebilir. Konuşacak, mesajını iletecek başka bir dil, başka bir kanal kalmamışsa kendi bedeninden bir yol aramak, kendi ölümünden bir ses, bir mesaj oluşturmaya çalışmak mümkün olmuştur. İntihar olaylarının bile birçoğunda nihai amaç ölmek değil, bedenini bir mesaja dönüştürmek, bu şekilde ölerek daha fazla yaşamak veya bazen bu ölümle başkalarını cezalandırarak yine daha fazla etkili olmaktır. Kendi bedenini bu dünyayla ilgili amaçlar için bir silaha dönüştürmekse neresinden bakılırsa karmaşık psikolojik sorunların bir ifadesidir. Bu dünyada bir amaca ulaşmak için ölmeye yatmak, ya inanılması akla zarar bir blöf olabilir veya ciddi bir hesap hatasının sonucu olabilir ki, orada da akıl baştan gitmiş olmalı.
Psikiyatristler intihar vakalarında başarılı olanların bile yüzde doksanının bir oyun olduğunu, ucunda ölüm olmadığına dair naifçe bir zanna dayandığını hesaplarlar. Ama bu tabii ki intihar girişimlerinin veya semptomlarının ciddiye alınmamasını gerektirmiyor, aksine daha isabetli önlemlerin aranıp bulunmasını gerektiriyor.
Bugün hapishanelerde devam etmekte olan açlık grevlerine ve grevi yapanların taleplerine bakıldığında psikiyatrinin işin içinden çıkacağı bir durumun ötesinde olduğumuz açık. Ne talep ediliyor? Kim talep ediyor? Ne adına talep ediliyor ve bunun için neden ölünüyor? Kendileri için bir şey talep etmiyor açlık grevine girenler. Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını istiyorlar. Sadece tecridin kaldırılması için canlarını vermeye hazır oldukları Öcalan ise bunların yaşaması için kılını kıpırdatmıyor. Uğruna ölmeye değer gördükleri kişi için bu insanların hayatının hiçbir değeri yok çünkü.
Öcalan'dan bir Gandhi çıkarmaya çalışanlara dün Murat Belge'nin yaptığı hatırlatma orta yerde duruyor: Gandhi hiçbir zaman başkalarını açlık grevine çağırmadı, gerek gördüğünde bizzat kendisi tek başına yaptı. Üstelik açlık grevini sadece düşmanlarına karşı değil kendi arkadaşlarına karşı da, hoşlanmadığı şiddet içerikli eylemlerini durdurmak için de kullandı.
Şimdiye kadar başkalarını öldürmekle istediklerini yaptırmayı marifet bellemiş olan örgüt, bir yol olarak da hapishanelerdeki elemanlarının hayatlarını öne sürerek baskı kurmaya çalışıyor. Başkalarının hayatlarına hiçbir saygısı olmayanlar, öne sürdükleri elemanlarının hayatlarına saygı adına taleplerinin yerine getirilmesini istiyor. Düşmanının bedenine kast edemeyince kendi elemanının bedenini rehin alıyor. Belki de kendi elemanının bedeninden maksimum düzeyde yararlanmaya çalışıyor. Bir ölüm makinesi olarak çalışan bedenler, derdest edilip çalışmaz hale gelince, düşmanı öldüremez hale gelince, onların bu hallerinden de bir kullanışlılık üretmek kabul edelim ki, bir maharet. Ama bu maharetin ele verdiği ikiyüzlülük, tutarsızlık, ahlaksızlık ve sefillik daha çarpıcı.
Başkalarının canlarına, hayat hakkına hiçbir saygı göstermeyenler kendi canlarına ihtimam gösterileceğine bir şekilde güvenerek bu eylemi yapıyorlar. Kendi canlarına bu ihtimamın gösterileceğine bu kadar çok güveniyorlarsa neyin kavgasını veriyorlar?
Dönmüş tehdit ediyor BDP'liler, "cezaevlerinden tabutlar çıkarsa kötü olur" diye. Neden kötü olurmuş? Gencecik hayatlar solmuş olacağı için değil tabi. Ona dair zerre kadar endişe duyduklarına dair bir işaret alsak saygıyla eğilelim. Oysa o hayatlara yine zerre kadar saygıları olmadığını bu tavırlarıyla bir kez daha gösteriyorlar. Bir an önce gerçekleşmesini umut ettikleri ölümlerden bir koz üretmeye çalışıyorlar.
Cezaevlerinden tabut çıkmaması için ölüme yatan gençlere bunun için değmediğini, talep edilenlerin bir kısmının zaten yapılmış olduğunu söyleyerek ölümden kurtarmak yerine, onların ölümlerini iştahla bekleyen bu tavır kayıtlara geçiyor. Anadilde savunma imkânı zaten şu anda düzenleniyor, anadilde eğitim zaten bir siyasi tartışma konusu, bunların daha fazlası bile her düzeyde siyaset ortamında tartışılabilir durumda. Öcalan'la görüşmenin de bizzat başbakan tarafından zaten önceden dile getirildiği bir ortamda açlık grevleri hangi mesajı kime iletiyor?
BDP'lilerin ölümleri durdurmak için gösterdiği tek yol greve yatanların taleplerini kabul edilmesi, ama kabul edilmiş makul taleplerin yanına bir de imkânsız bir talep koyuyor. BDP eş-başkanı "Abdullah Öcalan'a gidilmesin, Öcalan bize gelsin" diyor. Bu, aslında bu gençleri ölüme bizzat kendisinin mahkum etmiş olduğunun açık işareti. Bunun olmayacağını biliyor. Olmayacak bir şey talep ediyor ve olmayacak olan şeyin bir sonucu olarak hapisteki PKK'lı gençlerin ölmesini istiyor. Kendi mi istiyor, ona bu istek sipariş mi ediliyor, hiç önemi yok. Nerden baksan insafsız, nerden baksan zalim, nerden baksan tutarsız, nerden baksan mızmızca...
Dünyanın neresinde cinayetten mahkum birisinin serbest bırakılması için açlık grevi yapılır? Dünyanın neresinde böyle aptalca bir amaç için yapılan bir açlık grevi bu kadar anlayışla karşılaşır?
Taraf Gazetesi, bu konuda da ölüme doğru giden gençlerin ölümünü engelleyecek bir yayın yapmak yerine onların ölümlerindeki siyasal rasyonelliği önplana çıkarmakla meşgul.
Ama bu açlık grevlerini mantığı içinde ortaya çıkan bir soruyla kimsenin yüzleşmiyor olduğunu da hatırlatarak bitirelim: Yarın bir başka grup da Abdullah Öcalan'ın idam edilmesi için açlık grevi yapmaya kalkarsa, bir başkası da BDP'nin kapatılması ve milletvekillerinin de hapsedilmesini istemek üzere aynı şeyi yapmaya kalkarsa, ona karşı ne yapacağız? O amaçla yapılabilecek açlık grevlerine yatanları anlayışla karşılamaya ne kadar hazırız?
Yeni Şafak