Kurak Günler adlı sinema filminin hikâyesi ülkemizdeki Batılılaşma, Batı’ya özenme, yaranma serüvenimizin de kısa bir hikâyesi aslında. Altın Portakal’da 9 ödül birden alıp ödül konuşmasında Boğaziçi Üniversitesi’nin “zorba bir zihniyetin saldırısı altında” olduğunu söyleyip “Gezi direnişçilerine” selam çakıp “zorbalığa karşı direnen herkes kazanacak” diyen yapımın merkezine eşcinselliği alan ve tüm bu filmi devlet desteğiyle yapmayı başaran yönetmen Emin Alper’den bahsediyorum. Alper, bu çalışmasıyla Cannes Film Festivali’nde LBGT filmlerinin yer aldığı “Queer Palm” filmleri arasında -sonrasında kazanamasa da- yer almayı başardı. Kurak Günler sadece bununla kalmadı, Roma’da jüri özel ödülünü, Avrupa Film Akademisi ödülünü uzun süredir Türkiye’ye vermediği en iyi kurgu ödülünü, Hırvatistan’da en iyi film dâhil üç ödülü birden aldı.
Baştan alalım. Yönetmen Emin Alper, 2019 yılında Kültür Bakanlığı’na destek başvurusu yaptı. Filminin adı o süreçte “Balkaya” idi ve içeriğinde eşcinsel hiçbir öge yoktu. Filmin merkezine aileyi ve toplumu ifsad edici olan eşcinselliği alacak olsa Bakanlık desteğini alamayacağını bırakın Emin Alper’i, İletişim Fakültesi’nde okumaya başlayan 1. Sınıf öğrencileri bile bilir. Yönetmenin başvurusu Bakanlık tarafından onaylandı ve 950 bin liralık bir destek aldı. Paralar hesaba yattıktan sonra yönetmen filminde temel değişikliklere gitti çünkü bu haliyle Avrupa’dan ödülle dönemezdi. Avrupa’da Türkiye’de yapılmış bir filmin ödül alabilmesi için kimsenin reddedemeyeceği çapta iyi bir iş çıkması (Nuri Bilge Ceylan örnekliğinde olduğu gibi) ya da ülkenin temel değerleriyle ve iktidarla taban tabana zıt filmler üretilmesi gerekiyor. Kendi ülkesine, toprağına, değerlerine yabancı olan, doğduğu topraklara oryantalist gözle bakan Doğulu imajı, Batı’nın yıllardır tutup bırakmadığı favori insan karakteridir çünkü.
Emin Alper, aldığı destekten sonra Balkaya olan filmin adını Kurak Günler olarak değiştiriyor. Alper’in çekim sürecinde öğreniliyor ki içerik de temelden değişmiş ve filmin merkezinde eşcinsel bir tema yerleştiriyor. Filmin içinde eşcinsel bir savcı var mesela. Böylesine bir film çeken yönetmen hem Ankara’da hem de Antalya’da ödülleri topladıktan sonra gayri resmî bir mecburiyet olan “iktidara sövme” konuşmasını da gerçekleştiriyor. Bakanlık da sonraki süreçte filmde yapılan değişiklikler nedeniyle verdiği desteği faiziyle geri isteyince kıyamet kopuyor.
Bakanlığın kararı sonrası sosyal medyadan yapımcısıyla birlikte bir bildiri yayınlayan Alper, “Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde kamu fonları destek verdikleri filmlerin senaryolarındaki değişiklikleri denetlemez.” diyerek kendini savunuyor. Avrupa’da destek alıp, Avrupa değerleriyle taban tabana zıt film çeken bir yönetmen daha doğmamışken söylüyor bunu. Böyle bir şey mümkün mü? Düşünsenize Avrupa’da yönetmen film desteği alıp LBGT’yi temelden reddeden, alenen sömürgeciliği eleştiren bir film yapabilir mi? Senaryoda değişiklikler olabileceğini bunun aksinin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu söyleyen yönetmen adeta takiyye yapıyor. Yani desteği alana kadar amacını gizliyor. Köprüyü geçene kadar bakanlığın onaylayacağı bir film havası verip destekten sonra bakanlığın, iktidarın ve halkımızın temel değerleriyle taban tabana zıt bir film çıkarıp bu değişliklerin basit senaryo hareketliliği olarak algılanmasını isteyip süreci “sansür”le özdeş tutuyor. “Başarısının cezasız kalmadığını” söyleyen Alper, “kamu kaynaklarının sanatın ve sinemamızın hayrına, özgür, bağımsız ve yaratıcı fikirleri desteklemek amacıyla” kullanılmasını isteyip destek amacıyla seyircileri sinemalara davet ediyor. Ortada ideali uğruna mücadele eden ve hedef alınmış bir yönetmen havası oluşturulsa da takiyye yapan, amacını gizleyerek adeta iş çeviren bir ekip var ve buradan kahraman çıkartılmaya çalışılıyor.
Oksijen Gazetesi’ne konuşan Alper, “Önceki filmlerimde hep dolaylı bir politik mesaj vardı ama daha zamansız, güncele dair bir şey söylemeyen filmlerdi. Bu filmde daha somut göndermelerle güncele kanca atmaya çalışıyorum. Çıkış niyetim yaşadığımız döneme dair bir şeyler söyleyebilmekti. Bu dönem yaşanıp bittikten sonra üzerine hiçbir şey söylenmemiş duygusu bırakmasın istedim bizlerde ve gelecek kuşaklarda. Yaşadığımız karanlık günlere dair, bire bir somut olaylara olmasa da yaşadığımız hissiyata dair geride bir iz kalsın istedim.” diyor. Bakanlıktan, yani iktidardan destek almak için Ankara’ya defalarca giden Alper parasını alıp işini bitirdikten ve yaşanan süreç deşifre olduktan sonra böyle bir açıklama yapıyor. Bakanlığı aldatmakla ilgili süreci politik eleştiriye çevirme çabası son dönemin en pratik dönüş çabası değil mi? Zaten yaşanan özgüven patlamasını şöyle anlatıyor yönetmen: “Antalya Film Festivali’nin artık CHP’li bir belediyede olması büyük bir etken. İnsanlar rahatladı. Birikmiş bir öfke, büyük bir adaletsizlik duygusu ve iktidarın değişebileceği umudunun ufukta gözükmesi de insanları cesaretlendirdi. Tünelin ucunda görünen ışık en azından üzerimize serpilmiş o yılgınlık havası ve ölü toprağının biraz silkelenmesine sebep oldu.” İktidarın değişme umudu, gölgede kalanları, kulağına yatanları, takiyye yapanları ortaya çıkarıyor.
Bir adım geri çekilerek bakıyorum bu sürece. Türkiye nüfusunun binde biri bile olamayacak sayıda olan ve yüz yıllardan beri varlıklarını sürdüren, hayatlarının merkezine cinselliğe alan insanların bu çapta öne çıkarılmaları, toplumun vazgeçilmez temel unsuru olarak gösterilmesi Batı’nın dünyanın kalanına dayattığı bir yanılsama. Aklını ve kalbini Batı’ya rehin bırakmış sözüm ona aydınlar tarafından sürekli gündemde tutulan LBGT+ organizasyonları masum yapılar değil; arkalarındaki fonlar artık sır olmaktan çoktan çıktı. Toplumu, aileyi temelden sarsmak adına fonlanan, göz önünde tutulan, imrendirilen bu organizasyonların sapkınlığı bir risk haline dönüşmüş durumda. Bir ödül almak uğruna memleketimizin sanata eğilimli gençlerinin mandacı, terör sevici, sol politik eğilimlere ve hatta LBGT+ lobilerine daha işin başında teslim olması ne acı. Neyse ki halkımız, buna pirim vermiyor. 9-11 Aralık arasındaki gişe rakamlarına bakıldığında sosyal medyada devasa çağrıların yapıldığı, sayısız “ünlü”nün destek mesajı yayınladığı, ön gösterimine TV’de görülen pek çok simanın koştuğu yapımı yalnızca 53 bin kişi izledi. Bu mesaj, anlayana çok bile.