Bir Müslüman’ın En Temel Özelliği Dürüstlük Değil de Nedir?

Bir Müslüman’ın evvela dürüst olması, yalan söylememesi gerektiğine dikkat çektiği bugünkü yazısında Faruk Beşer, “Her söylediğini Allah’ın dinlemekte bulunduğunu bilen biri, O’nun huzurunda, O’na baka baka yalan söyleyebilir mi?” diye soruyor.

Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Dürüst Olalım Beyler” başlığıyla yayımlanan Faruk Beşer imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Bazı şeyleri galiba çok sık tekrar ediyorum, ama bunlar hayatta da sık tekrarlanıyorlar. Mesele Kuranıkerim’in ifadesiyle ‘emrolunduğu gibi dosdoğru olma’ meselesi. Bu konuda hep şunu söylerim; bana Müslümanı bir cümle ile anlat deseler, güvenilen ve güvenen mümindir derim. Oysa şu anda kendisine Müslümanım diyen, hatta belki de en iyi Müslümanlardan olduğunu zanneden pek çok insan dünyanın en güvenilmeyen ve ahlakı en bozuk insanlarıdır? Hal böyle iken başka kurtuluş reçeteleri aramanın anlamı da kalmıyor?

İslam güvenme ile başlamış, öyle yayılmış ve öyle devam etmiştir. Allah’ın isimlerinden biri el-Mümin’dir, kendine inananı güvende kılan, güvenin kaynağı demek. Resulüllah önce ‘emin’ kılınmış, ondan sonra peygamber olmuştur. Güvenilmeyen bir insanın dediklerine itibar edilir mi? Şimdilerde çeşitli davet ve tebliğ organizasyonları yapılıyor. Bunlar da olmalı ama tek başına güvenilen bir mümin olma bile bu organizasyonlardan daha etkilidir. Tarihte İslam’ı çok uzak diyarlara kadar götürenler güvenilen Müslüman tüccardır. Oysa bugün yalanın en yaygın olduğu alan ticarettir. Öyle olmayanlar bize tan etmesinler, varsa onlar elleri öpülesi insanlardır. Ağır aksak ilerliyorsak onlar sayesinde ilerliyoruz.

Derler ki, içlerinde Gazali’nin de bulunduğu bir yolcu grubunu eşkıya soymuş ve her şeylerini aldıktan sonra tek tek sormuşlar, başka bir şeyin var mı diye. Gazali, var demiş. Şu cübbemin astarının içinde şu kadar daha param var. Alay ediyor sanmışlar ama açıp bakınca doğru söylediğini görmüşler ve utanmışlar.

Bunları herkes biliyor, o halde neden düştüğümüz yerin burası olduğunu fark edip, yine bu noktadan kalkmaya çalışmıyoruz?

Çünkü Kuranıkerim’in sözünü ettiği o bedeviler gibi, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz ama gerçekte iman kalbimizde hakkıyla yer etmiş değil. Yalanın Müslümanın hiç yaşamayacağı bir ahlak ya da ahlaksızlık olduğunu ve her söylediğini Allah’ın dinlemekte bulunduğunu bilen bir mümin, O’nun huzurunda, O’na baka baka yalan söyleyebilir mi? İslam’ın zirve derecesi olan ihsan, Allah’ı görür gibi hareket etmek değil miydi?

Müslümanlar dürüstlüğü Resulüllah’tan öğrendiler ve imanla sürdürdüler. Hem böyle büyük bir ibadetin sevabını aldılar, hem de onun dünyaya bakan meyvelerini topladılar, ilerlediler, dünyaya hâkim oldular. Ama dünyayı sömürmediler, ona nizam verdiler, hangi dine mensup olursa olsun mazlumları korudular. Başkalarının zulmünden kaçan Yahudiler de Hıristiyanlar da Müslümanlara sığındılar.

Bugün Batı dürüstlüğün getirisini akılla ve hesapla buldu, ancak dürüst olunursa kazanacağını anladı. Ticari ilişkilerinde sözüne sadık kalmayı kural haline getirdi. Doksanlı yıllarda batmakta olan ABD ekonomisinin ancak güvenin hâkim kılınmasıyla düzeleceği rapor edildi ve bunun uygulanmasından gerçekten de hiç beklenmedik muhteşem bir sonuç alındı. İki binin başına gelindiğinde biriken bu sermayenin nasıl kullanılacağı tartışılıyordu.

Bir Allah dostu diyor ki, dürüstlük ve sadakat öyle bir iksirdir ki, eğer toz haline getirilebilse, üzerine serpildiği yarayı bile anında iyileştirebilir.

Bizim ticaret ahlakımız ise semt pazarlarından başlamak üzere hep kandırma esasına oturtulmuş değil mi? Her patates Afyon patatesi, her hamsi Karadeniz hamsisi, her yağ Trabzon yağıdır. Yığınların önü başka, arkası başkadır, üstü başka altı başkadır. Bugünlerde pazardan mesela şeftali alacaksanız, buzhane değil, dalından abi, diyeceklerdir. Usta, işin görünmeyen kısmını haşlayacak, tamirci sadece görünen kısmıyla yetinecektir. Oysa Resulüllah (sa) ne buyuruyordu? ‘Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu mükemmel şekilde yapmasını Allah sever’. ‘Allah her işin ihsan ile yapılmasını farz kılmıştır’. İhsan, yapılması gereken doğru bir işi en güzel şekliyle yapmaktır. Böyle olan insanlara muhsin denir ve ‘Allah Muhsinleri sever’. O halde yaptığı işin sahibi kendisini görürken güzel yapıp, görmezken üstünkörü giden birisi, bir kulun kendisini gördüğü kadar Allah’ın gördüğüne inanmıyor demektir. Kısaca aldatmanın, işini doğru yapmamanın, yalan söylemenin imanla alakası vardır. Her aldatma imandan bir parçanın gitmesi ve kulun böyle böyle bir gün münafık ya da münkir olması demektir.

Bizim inancımızda hayvanı dahi aldatma yoktur, çocuğa bir şeyi gösterip vermeme bir aldatmadır ve ‘bizi aldatan bizden değildir’. Dikkat edin bizim ülkemizde kuşlar ve yabani hayvanlar dahi bizden ürküp kaçarlar. Çünkü her an bir şerrimizi görebilirler. Oysa bazı ülkelerde sokaklarda bile yabani hayvanlar görebilirsiniz ve onlar sizin elinizden yiyecek alabilir.

Alışkanlıklardan kolay vazgeçilemez doğru, ama eğer dünyada da ahirette de şerefli, onurlu ve mutlu yaşamak istiyorsak kâfir ahlakı olan yalandan ve aldatmadan adım adım da olsa kurtulmalıyız. Efendimiz’in ifadeleriyle ‘şaka ile dahi olsa yalan söylememeliyiz’. Yoksa dünyada zelil, ahirette rezil oluruz. Aklımızı başımıza toplayalım.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!