Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine yapılan yorumların satır aralarında, bu ülkenin değişmezlerinin, sabitelerinin neler olduğuna dair birtakım ipuçlarını yakalamak mümkün... Özellikle yabancı basında çıkan yorumlar bu sabitelerin hatırlatılması açısından daha net ifadeler, anlamlar içeriyor. Yerli basın ve siyaset erbabının yorumlarında ağırlık noktası Gül'deki "değişim"e vurgu yapılırken, yabancılar ise bu ülkenin "değişmeyen"leri ya da değişmeyeceğini umdukları yanına vurgu yapıyor.
Önce dış basında yer alan cumhurbaşkanlığına ilişkin yorumlarda vurgulanan ortak noktanın, Abdullah Gül'ün "eski İslamcı" olması hususuna yoğunlaşılmasının anlamı üzerinde duralım. Aslında bu vurgu, yeni cumhurbaşkanının kişiliğini aşan bir sabiteye, bu ülkenin gerçek gündemine dair bir hatırlatmadır. Nitekim "Cumhurbaşkanlığı köşküne ilk kez seccade girecek" şeklinde metaforik bir yorum yapan İngilizlerin ünlü gazetesi Guardian, Abdullah Gül'ün "eski bir İslamcı" olduğunun özellikle altını çiziyor. Bu "eski İslamcı" vurgusunun, cumhurbaşkanlığı seçiminde hangi tarafta durursa dursun hemen her yorumcunun birleştiği ortak nokta olması hiç de tesadüf olmasa gerek. Independent'dan Deutsche Welle'ye kadar pek çok yayın organı "İslamcı geçmiş"ten bahis açarken, Times "yeni islamcı"lıktan dem vurarak devletin kemalist yapısı ile halk kitlelerinin İslami (kimliği) değerlerle ilişkisi arasında doğrudan bir bağlantı kuruyor.
Abdullah Gül'ün siyasi kimliğinden bağımsız olarak, yabancı basında yapılan yorumları, bu ülkenin sabitelerinin gerçekte nerelerde aramak gerektiğine dair bir hatırlatma olarak okuduğumuzda, iç politikadaki tartışmaların nasıl bir zihin bulanıklığına işaret ettiği kavranabilir. Önce içerdeki değişim vurgusunu bir siyasal metafor olarak alıp neye tekabül ettiği üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bunu anlamak için de tersinden bir yöntem uygulayarak "dışardan" nasıl okunduğuna odaklanmamız gerekiyor. Dış basında ve siyasal çevrelerde ısrarla durulan "eski İslamcı" kimliği bir yönüyle bu ülkenin yok sayılması gereken, daha doğrusu umulan 'değişmezi'ni hatırlatırken, diğer tarafta dış dünyanın bize ilişkin 'korkuları'nı ortaya çıkarır.
Bu korkuların "eski İslamcı" söylemine sıkıştırılarak sunulması, içeriye yönelik olarak, "Türkiye'nin aşması gerektiği" yönünde yapılan telkinlerin, korkularının gerçek adresine bir göndermedir. Yani, resmi Türkiye'nin yüzleşmesı gereken korkuları; temelde batıcı seçkinler nezdinde gündemden silinmek istenen veya bu zümrenin İslamla kurdukları/kuramadıkları ilişkilerde yatıyor.
İçerde değişimin öne çıkarılarak, değişmiş olmanın her kapıyı açan bir şifreye dönüştürülmesi, siyasal elitin hafızasızlığına, daha doğrusu, unutmak isteyip unutamadığı kimliğine yapılmış bir göndermedir. Dışarda ise daha açık biçimde, unutulmaması gereken yanına, varoluş şartına yapılan bir vurgudur Türkiye'nin "değişmeyen" yanının öne çıkarılması.
Hem içerdeki seçkinler hem de kendini dünya siyasetinin egemeni olarak gören ya da onlar adına konuşanlar bu ülkede altı çizilmeye değer, hesaplaşılması gereken yegane gündemin İslamla ilşkilendirilmek zorunda olduğunun itirafıdır. "Seccade" metaforu ile "köşk" metaforunun yanyana kullanılması bile nelerin, ne türden bir karşıtlık ilişkisi içinde ele algılanmak istendiğine bir işaret olsa gerek.
Cumhurbaşkanlığı ve cumhurbaşkanının kimliği üzerinden yapılan tartışmalar, içerde elitlerin unutmak, yok saymak istedikleri ama hesaplaşmaktan da kaçındıkları bir sabiteyi hatırlatıyor. Bu sabite, dışardakiler için de yegane kayda değer yanımız.
Her önemli gelişme kaçınılmaz biçimde, Türkiye'nin sahici sabitesiyle yüzleşmesi gerektiğini ihtar ediyor. Yaşanan süreç de, siyasal tercihlerin , siyasal modellerin, hükümetlerin, partilerin üstünde bu ülkenin gerçek gündemi İslamla kuracağı ilişkinin düzeyi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bunu bizden daha iyi kavrayan, tarih bilinci daha diri olan batılıların her fırsatta bu 'gerçek gündem'le ilişki kurmaları tesadüfi değil.
Bazılarının ileri sürdüğü gibi son cumhurbaşkanlığı seçimi, tarihi bir öneme sahipse, bir dönüm noktasına işaret ediyorsa, bunun anlamı, bu ülkede her şeye rağmen İslamın bu kadar belirleyici olmaya devam ettiğidir. Her türlü ifade tarzına rağmen, İslam bu ülkenin ve bu ülkede yaşayan herkesin geleceğini belirlemeye devam ediyor.
Türkiye, sahte korkularla oyalanmaktan kurtulup, seçkinlerin korkusu haline gelen İslamla doğru dürüst ilişki kurarak korkularını aşabilir.
Yeni Şafak