Merhametten, insanlıktan ve vicdandan yoksun Esed ve Şebbihaları üç yıldır Suriye’de yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk, bebek demeden katliamlarını sürdürmeye devam ediyor. Her gün onlarca, yüzlerce Müslüman kardeşimizin kanı akıtılıyor. Sadece bir yıl içinde 795 çocuğun canına kıyıldı. En son Banyas’ın el-Beyda köyünde yapılan katliam sırasında küçücük çocuklar acımadan yakıldı, bedenleri kesildi ve vahşice katledildi.
Ancak Suriye halkı bütün bu kıyımlara, yıkımlara karşı azmetmekte, direnmekte ve tüm hayatlarını Allah’a adayarak mücadeleye devam etmektedir. Suriye’de kıyıldıkça yeşeren, vuruldukça büyüyen bir onur var. Ağır sınavlarla büyüyen bu onur aslında ümmetin yeniden diriliş mücadelesi.
Ve böylece Suriye’de yaşananlar sadece Suriye halkının imtihanı olmaktan çıkıp tüm ümmetin imtihanına dönüşüyor. Suriye’yle beraber hepimiz büyük bir sınavdan geçiyoruz. Her birimizin sınavı farklı farklı. Kimileri mezhebi taassubun kurbanı oluyor, kimileri olayın arka planına Amerika ve dış güçleri koyarak gelişigüzel yargılarda bulunuyor. Kimilerimiz adaletten, vicdandan yoksun hareket edip zalime ve zulme alkış tutuyor ve kimilerimiz de her gün gördüğümüz görüntüler karşısında duyarlılığımızı, bilincimizi ve belki de insanlığımızı kaybediyoruz.
Oysa hepimizin bir yanına dokunuveriyor Suriyeli annelerin, çocukların acıları, feryatları… Ama beyin ve vicdan tutulması yaşayanlar Ashab-ı Uhdud’un rolünün hep tarihte kilitli kalmasına şartlanmışlar. Bu öyle bir dünyevi şartlanma eğilimi ki, hortlayan çağdaş Ashab-ı Uhdudlara bakılıyor ama görülmüyor. Bakar körlerin vicdanını nasıl uyandıracağımız büyük bir bilmece…
Ve biz ümmetin omuzlarında olması gereken bu ağır yükü birkaç cümleyle özetleyebiliyoruz artık. Gittikçe çoğalan bu zulme giderek azalan bir hissiyat ile karşılık veriyoruz sanki. İçimizdeki bu yangının azalmasından en çok biz ıstırap duyuyoruz. Duyduğumuz ıstırap da nihayet yangınımız kadar kısacık oluyor ve biz öyle güzel kaptırıveriyoruz ki kendimizi hayata…
Hayatın akışını durdurmak değil, ama yangınımızı bereketlendirmek bizim görevimiz. Elimizden gelenin hiçbir zaman yetmediğini düşündüren bir bilinçle…
İşte, yakın zamanda yine tüm çabalarımızın yetersiz kaldığına bizi ikna eden bir haber daha geldi Suriye’den. Kırıkkaleli kardeşimiz Yasin Şentürk, İdlip’te şehit düştü. Ve o şöyle diyordu: “Suriye’deki vahşete karşı direnen mücahidlere su verme imkânım dahi olsa gitmeliyim.”
Peki, biz hangi imkânlarımızı seferber ediyoruz Suriyeli kardeşlerimiz için? Allah adaleti ayakta tutmamızı emrediyor. İhtiyacımızdan fazlasını vermemizi de… Peki, biz ihtiyaçlarımızı şişirip durmaya devam ederken, kendimize ne kadar infak imkânı bırakıyoruz? Orda mermilerden, bombalardan ‘kurtulan’ direnişçi kardeşlerimiz açlıktan, ilaçsızlıktan ölürken biz israf ettiğimiz zamanlarımızı, yemeklerimizi ve bizlere bahşedilen diğer nimetleri nasıl kullanıyoruz?
Bu konuda son günlerde dar bir alanda da olsa epey etkinlik yapılıyor. Bunların arttırılması ve büyümesi hepimizin omuz vereceği önemli bir yük olmalı. Özellikle değirmen kampanyası önemli bir ihtiyaca dikkat çekiyor. Rakka’dan gelen kardeşlerimizin aktarımlarına göre, Suriye’de ele geçirilen büyük silolarındaki buğdayları una dönüştürmek, undan da ekmek elde etmek için değirmene ihtiyaç var.
Evet, binlerce Suriyeli yetim yardım bekliyor. Gelin ekmeğimizi, lokmamızı, suyumuzu Suriyeli yetimlerle paylaşalım. Ve onların kursağından geçecek bir lokma için değirmen olalım…