Bir kölelik biçimi: Taşeronluk
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
‘Abi yanlış anlama. 1.200 lira maaş alıyorum. Ellerinden öpsün iki evladım var. İkisi de okuyor. Hani babadan kalma evde oturup kiradan kurtulmasak açlıktan nefesimiz kokar. Kolay değil abi. İki evlat okutmak demek dert sahibi olmak demek İstanbul’da... Benimle aynı işi yapan sözleşmeli arkadaşlar 2.500 lira alıyorlar.’
Beni İstanbul’un bir noktasından bir başka noktasına götüren Hasan anlatıyor bunları. Bir kamu kuruluşunda taşeron işçi olarak çalışıyor. Aslında asıl işi şoförlük değil, ama ne iş verirlerse yapıyormuş. ‘El mahkum abi’ diyor.
İstanbul trafiğini fırsata çevirip derinine konuşuyoruz Hasan’la. ‘Aslında niyet kötü değil abi, bu taşeronluk sistemini denetimsizlik ve daha ucuza adam çalıştırmayı marifet bilen yamyam müteahhitlerle yöneticiler bu hale getirdi’ diyor.
Taşeron işçilik sistemi aşağı yukarı şöyle işliyor. Herhangi bir kamu kuruluşu ihtiyacını karşılayacak sayıda işçi çalıştırmak için bir ihaleye çıkıyor. İhaleyi en düşük fiyatı veren firma kazanıyor doğal olarak. İhaleyi açan kamu kuruluşu ‘mevcut fiyatların en düşüğüne bu işi bitirdim, ihtiyacımı ucuza hallettim’ diye kasıladursun, sistem derhal ‘köle’ oluşturmaya başlıyor.
Birincisi ve elbette en önemlisi, taşeron işçilerin aldıkları maaşlar çok az. İkincisi, kaç para maaş alırlarsa alsınlar sosyal güvence primleri asgari ücret üzerinden yatırılıyor. Çünkü yamyam müteahhit, devletten çalıyor. Taşeron işçi ihalesine çıkan idare de genellikle bu durumu bildiği halde ses çıkarmıyor. Nasılsa işini ucuza çözdü ya. Taşeron işçinin maaşının asgari ücret kadar olan kısmı bankaya resmi olarak yatıyor. Kalanı ya elden ya da gayrı resmi banka ödemesi ile çözülüyor. Müteahhitlerin bu prim konusunda söyledikleri yalan efsane: ‘Emeklilikte alacağınız maaşı etkilemiyor ki zaten. Niye tantana ediyonuz?’ ‘Madem etkilemiyor, kendi sigorta primini de asgari ücret üzerinden yatır da görelim be gebeş’ deseniz yeri.
Diğer yandan, taşeron işçilerin büyük bölümü 6 ayda bir şirket giriş çıkışı yapıyorlar. Yani işlerinden kendi rızalarıyla(!) istifa edip sonra yeniden aynı şirkette işbaşı yapıyorlar. Herhangi bir kıdem ya da işten çıkarma tazminatı söz konusu olmasın diye. 1.200 lira maaşla 5 yıl çalışan birinin 6-7 bin lira tazminat hakkı doğuyor. Yamyam herif öder mi o parayı?
Tabii, prim, çocuk desteği, mesai ödemesi gibi şeyler söz konusu bile değil. Yıllık izin konusunda da taşeron işçilerin yarısından fazlası mağdur ediliyor. 6 ayda bir giriş çıkış yapan adamın yıllık izin hakkı tahakkuk etmiyor zira. ‘Cenazesine gidemeyen var’ abi, ‘çocuğunun doğumunda izin alamayan babalar var’ diyerek özetliyor durumu Hasan.
Anlayacağınız, taşeron işçilik sistemi, ‘modern bir kölelik biçimi’ olarak sürüp gidiyor memleketimizde.
Gelelim şu denetimsizlik meselesine. Aslında buna denetimsizlik de değil ‘olana bitene göz yumma’ demek daha doğru. Zira yukarıda anlattığım meseleleri bilmeyen devlet yetkilisi, denetçi falan olduğunu sanmıyorum. Kanuna göre açık suç olan düşük prim yatırma, yıllık izin kullandırtmama falan gibi durumlara göz yumulmasa bu yamyamlar ellerini kollarını sallayarak çalışmaya devam edemezler.
10.000 taşeron işçi çalıştıran ve çalıştırdığı her bir işçiden aylık 70 TL prim çalan yamyamın kazandığı parayı varın siz hayal edin.
Gelelim kamu kuruluşlarına. ‘Bir sürü işçi ile ben niçin uğraşayım. Çıkarım ihaleye, işime bakarım’ demekte bir noktaya kadar haklılar. ‘Ben en düşük fiyatı verene bakarım arkadaş’ diyen mevcut ihale kanununun saçma sapanlığını hesaba katmazsak tabii.
Peki, ne olacak? Mevcut belediyeleri çatır çatır taşeron işçi ihalesi yapmakla meşgul meclis partilerimiz bu hususta inisiyatif kullanıp bu kölelik düzenini ortadan kaldırmaya yönelik bir düzenlemenin önünü açabilirler mi? Burada en büyük sorumluluğun ‘yeni bir sosyal devlet dizaynına gidiyoruz’ diyen AK Parti’ye düştüğü çok açık değil mi?
Yedi yüz bin insandan, daha doğrusu yedi yüz bin köleden söz ediyoruz ‘taşeron işçi’den söz ederken. Mağdur edildikleri yetmedi mi?
Yapılması gereken şey son derece basit... Yamyam müteahhitlere geçit vermeyen amansız bir denetleme sistemi ile işçilerin ücretlerini ve haklarını devletin belirleyeceği bir yeni düzen kurmak. İnsan onurunu koruyup kollayan yeni bir ‘sosyal dizayn’ yani. Zira Hasan’ın iki evladı var. Onların geleceğini düşünmek sosyal dizaynın şahıdır.
Ne diyordu Kant: ‘Dayımın oğlu, senin bu belediyelerde bi tanıdığın falan vardır. Bi yardımcı olsan da işe girsek la.’