Irak ve Afganistan’ın işgalini, Mısır’da Mursi yönetimin askeri darbeyle düşürülmesini destekleyen uluslararası aktörler Suriye rejiminin ömrünü uzatmaya ve bu arada mümkün olursa PYD-PKK üzerinden bölgede yeni bir çekim merkezi inşa etmeye soyunmuş durumdalar. IŞİD tarafından Yezidilerin Şengal’den sürülme sürecine paralel olarak IŞİD’in Kobani kuşatması da PKK-PYD’nin hem medyada hem de diplomatik arenada kahramanlaştırılmasına start verilen zaman dilimi oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun Ortadoğu politikasının çöktüğüne ilişkin veri üretmek, örnek getirmek pek makbul bir moda oldu ya işte Kobani meselesi de bu bağlamda esaslı bir yer tutuyor. Türkiye’yi hem Irak ve Suriye’de hem de içeride Kürt meselesiyle boğmak için Kobani/Aynel Arap krizi çok yönlü bir giyotine dönüştürülmüş durumda.
Amerika’nın Lejyonu Olma Yarışı
Şam, Halep, Hama, Humus, Rakka gibi şehirlerde 4 yıldır öldürülen Sünni Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin acı ve kayıpları değil ama Kobani’de seküler-ulusal bir kanton devlet kurma peşindeki PKK-PYD’nin idealleri ‘bütün bir dünyayı’ ayağa kaldırmaya yetti de arttı bile. Bu vesileyle Kobani’de PYD-PKK’nın ilan ettiği kanton devleti koruma mücadelesi aynı zamanda emperyalizm, despotizm, işbirlikçilik, kardeş halklara ihanet gibi pek çok siyasi söylemi de bir anda unutturabildi.
Eskiden şöyle ya da böyle sol-sosyalist veya ulusalcı-milli değerlere bağlı düşünce ve siyasete yakın duranlar Türkiye’deki hükümetleri ABD’nin, NATO’nun, AB’nin, küresel ve ulusal sermaye sınıfının sözünden çıkmamakla, onlara kukla olmakla suçlar, kınar ve bu sebeple muhalefet ederlerdi. Oysa şimdi öyle mi ya? ABD’ye neden direniyorsun, Obama’yı nasıl kırarsın, İngiltere ve Fransa bile Esed’e ses çıkarmıyor sana ne oluyor ki, madem Batı kanton devletleri silahlandırmamızı ve IŞİD’e karşı savaşmamızı teşvik ediyor ne diye ayak diretiyoruz, tadında siyasal analizlerin ardı arkası kesilmiyor.
ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve İran kendi kafalarına göre IŞİD’ten kurtulmak için, PKK-PYD kanton devletinin selameti için Türkiye’ye lejyoner rolü biçiyor ve diplomatik, askeri, medyatik vs. her türlü baskıyı yapıyor. Daha enteresan olanı ise Türkiye’nin bahsedilen ülke ve örgütlerin lejyoneri olması için buradan da çok sayıda aktör ve kurumun baskı yapmasıdır.
En tipik örneği Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Aslı Aydıntaşbaş, Amberin Zaman gibi gazetecilik faaliyetinden öteye düpedüz Batı adına konuşma, talimat bildirme hatta posta memurluğu düzeyinde seyredenler gelinen aşamadan son derece memnunlar. Güle oynaya atılan manşetler, ‘oh olsun işte’ frekansından yapılan sözde analizler, koridor açılması meselesini şuraya bağladılar bile: ‘ABD baskısı önünde eğilme’, ‘geri basma’, ‘yere çakılma’.
Suriye ama özellikle Kobani meselesinde ABD yönetimin, istihbarat servislerinin ve medyasının ne yaptığı ve söylediği, ne önerdiği veya nelerden sakındırdığı öylesine merkezi bir hal aldı ki, aksi bütün tercihler hatta ayak sürümeler bile otomatik olarak insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisine dâhil edilir oldu.
Çelişkiye ve Vandallığa Övgü
“PKK-PYD Amerika’nın, Avrupa’nın yeni müttefiki oldu, Erdoğan ve Davutoğlu’nun burnunu sürtecekler şimdi” gibi tehdit ve şantaj içerikli kıyaslarla varılmak istenen hedef nedir? Alenen ABD adına, PKK-PYD adına lejyonerlik yapmak, Esed rejimin bekası için krizi derinleştirmek ve geniş Sünni Arap-Kürt-Türk toplum kesimleri üzerindeki tasallutu ağırlaştırmak isteniyor.
6-7 Ekim’de KCK-HDP’den yapılan çağrılarla girişilen cinayet, kundaklama, sabotaj, yağmalama ve nihayet dün itibariyle 10 işçinin kaçırılması adeta hiçbir sorun yokmuş gibi merkez medyaya taşındı. İktidar sınıflarını temsil eden aktörler tarafından sergilenen “AK Parti Hükümeti’nin inatla sürdürdüğü günahlar” ve “PKK-HDP kitlesinin taşan sabrı” denklemine oturtulan haber dili ve analiz-çözümleme formülleri şiddetin tırmandırılmasına duyulan özlemin en bariz göstergesidir.
Şiddetin her türünü barındıran sürecin ‘provokasyon’ değil de ısrarla ‘protesto’ olarak nitelenmesi, PKK-HDP saldırılarının HUDAPAR’la karşılıklı çatışma olarak lanse edilmesi, 90’lı yıllara dönüş gibi vurguların PKK-HDP’nin sergilediği kin ve nefret dolu saldırganlıklardan tamamen arındırılarak tümüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve HUDAPAR’a hamledilmesi organizasyonun ne kadar profesyonel ve tecrübeli olduğuna dair önemli bir göstergeydi.
Amerika bölgeye yine ve yeniden Tomahawk füzeleriyle, bombardıman uçaklarıyla geldi. Bu sefer bir diktatörü yıkmak, geri bir bölgeye demokrasi getirmek filan için değil. Kobani gibi avuç içi kadar bir beldede PKK-PYD’nin kontrolünde kanton devlet kurulamayacağını, kurulsa bile ancak ABD-Esed ve İran’ın silahlı desteğiyle yaşam destek ünitesine bağlı olarak bir zaman hayatta tutulabileceğini görmemek için kör olmak lazım.
Manzaraya bakınca kör ve sağır olmayı tercih edenlerin sadece öteden beri iflas etmiş sol-ulusolcu çevrelerden ibaret olmadığı anlaşılıyor. Ancak PKK-HDP’nin eteğine tutuşarak siyaset üretebilmekle maruf müflis odaklar gibi AB ve ABD, İran ve Rusya da aynı menzile girmiş durumda. Sadece sol-sosyalist-Alevi kesimleri değil İran’ı da resmen ABD’yle, Suudi Arabistan’la bitişik nizam olmaya mecbur tutan süreç hiç kimsenin içinden kolayca sıyrılabileceği kadar basit olmayacak. Kobani sadece onu reddedenler için değil asıl olarak benimseyenler için büyük bir tuzağa dönüştü bile.