Kabileler arası savaşa Arap coğrafyası pek aşinadır. Cahiliye devrinden tutun da İslam’ın egemen olduğu zaman dilimlerinde dahi pek çok savaş yaşanmıştır. Bu savaşların literatürdeki adı “Eyyamü’l Arab”tır. Siyasi meselelerden küçücük sebeplere kadar pek çok konuda çatışmalar yaşanmıştır çölde. Düşünün, Arap Yarımadası’nın en büyük iki kolu Kâhtaniler ve Adnaniler’in aralarında yaşanan savaş sayısı bazı kaynaklarda 1700’e kadar dahi çıkarılmaktadır. Bu nedenle Kuzey Afrika ve Arabistan yarımadasını içine alan devasa sahanın en büyük imtihanı kayan kum tepeleri gibi kaygan olan sadakat anlayışında yatmaktadır. İsveçli yazar Hans Rüeesch’ün “Kalbin Güneyi” (South of Hearth) adlı 1957 yılında yayınlanan romanı bu savaşlardan birini anlatır. Bu romanı da “Kara Altın” (Black Gold) ismiyle büyük Fransız yönetmen Jean-Jacques Annaud sinema diline taşır. Daha önce “Gülün Adı”, “İki Kardeş”, “Kapıdaki Düşman” filmleriyle gördüğümüz yönetmenin “Tibet’te Yedi Yıl”da yaşattığı yol serüveni Arap çöllerinde de devam ediyor.
20. Yüzyılın başları. Çölün orta yerinde iki rakip kabile Hobeika ve Salmmah’lar savaşmışlar, her yer ceset dolu. Hobeika Emiri Nesib’in (Antonio Banderas) kazandığı duruşundan belli oluyor. Yenilmiş olan Salmaah Sultanı Amar (Mark Strong), savaşmazlığı sağlamak ve barışı tesis etmek için iki oğlunu Prens Salih (Akın Gazi) ve Prens Auda’yı (Tahar Rahim) Nesib’e emanet verir ve iki taraf savaşa neden olan “Sarı Kuşak”ın tarafsız bölge olması üzerine yeminler ederek oradan ayrılır.
Yıllar geçer. Prens Salih şahin besleyen klasik savaşçı bir Arap olarak büyür. Prens Auda ise kitaplar içinde yetişir, ufkunu geliştirir ve gönlünü de Emir Nesib’in kızı Prenses Leyla’ya (Freida Pinto) kaptırır. Beyaz adam belirir ve “kara altın” olan petrol çıkmaya başlar. Sarı Kuşak’ta petrol çıkınca tüm dengeler değişir. Uyanık, çıkarcı ve sinsi Nesib, petrolün çıkarılması için Avrupalılarla anlaşır ve birden zenginleşir. Okullar, kütüphaneler ve camiler inşa eder. Ordusunu baştan sona yeniler, silahlar ve zırhlı araçlar temin eder. Her yer, altın sarısı olmaya başlar ama antlaşmayı ihlal etmiştir. Sultan Amar Sarı Kuşak’ın kullanıma açılması ve Avrupalıların bu alana girmesini savaş nedeni sayar. Büyük oğul Prens Salih babasına gitmeye çalışırken öldürülür. Auda, Leyla ile evlenir ve Nesib adına babası ile barış görüşmesi yapmaya gider. Kitaplarla büyümüş zarif Auda’yı bilge babası şefkatle karşılar ama savaş kaçınılmazdır. Sultan Amar’ın “Erkek, yolunu dürüstlük ve cesaretle bulmalı petrol ve para ile değil.” cümlesi Auda’yı derinden etkileyecektir. Prens Auda’nın duruşu kabileleri, emirlikleri birleştirecek ve petrolün adil kullanımını sağlayacak siyasi ortamın oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Emir Nesib’i canlandıran Antonio Banderas, “13. Savaşçı” filminde bir müslümanı oynamış ama namaz ibadetini saçma sapan gerçekleştirmişti. “Kara altın”da namaz ibadeti, abdest, teyemmüm, nikâh, yanlış olsa da talak, ölmekte olan birinin sorgu sual meleklerine vereceği yanıt gibi incelikler ve Mark Strong’un canlandırdığı Sultan Amar karakteri oldukça iyi hazırlanmış. Oryantalist mesajların türevlerine göre az seyrettiği Kara Altın’ın başarısının sırrı, içindeki Arap ve Hintli oyuncular kadar yapımcısının Tunusluların en meşhur isimlerinden biri olan Tarık Bin Ammar olması denilebilir.
Arapların Fatih Aksoy’u: Tarık Bin Ammar
Arap dünyasının imajını Batılı zihinlerde temizlemeyi şiar edinen, köşeli ifadelerden kaçınıp modern bir duruş sergilemeye çalışan Tarık Bin Ammar, Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali ve ondan önceki dönem Habib Burgiba’yı da eleştiren bu çizgiye itiraz eden ve bedenini yakarak ülkede isyan ateşini tutuşturan Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Bouazizi’nin hayatını sinemaya uyarlaması da enteresan. “Kara Altın”a 55 milyon Avro yatıran Bin Ammar, Tunusluların ve “Arap Uyanışı”nı takip eden dünyanın oldukça ilgisini çekeceğini düşündüğü Bouazizi ile bakalım nasıl bir reyting alacak, göreceğiz.
Petrolün Sonuçları
“Kara Altın”, iyi oyuculuklarla harmanlanmış seyirlik bir film. Çerçevesi net çizilmiş, dengeli ve özenli bir proje. Genel hatlarıyla Arap imajını yenilemek için yapıldığı dikkat çeken bir yapımla karşı karşıyayız. Prens Auda’nın zeki çıkışları ile hareketlenen ve tahminlerin ötesinde bir sonuca ulaşan yapımın bağlandığı yerin Batılı emperyal güçlerle işbirliği olması bir zaaf olarak beliriyor. Yıllarca Kur’an okuyan, Emir Nesib’in kukla şeyhleri gibi isteneni değil doğru bildiğini konuşan biri olmasına karşın filmin sonunda Batılılar gibi giyinip, onlarla iyi ilişkiler kurduğunu görmek filmi oryantalist bir çizgiye kaydırıyor.
Arabistan’ın ve Arapların imajını düzelteceğiz diye Batılıları, yaşanan süreçlerin tamamında yan rol alan, yeniliği getirmekten öte bir işlevi olamayan unsurlar olarak göstermek de art niyetli bir algının sonucudur. “Arap Uyanışı”na kadar en azından son yüzyıl boyunca Arap ülkelerinde yaşanan tüm gelişmelerin Avrupa ve Amerikalıların istekleri paralelinde ilerlediğini, yaşanan tüm cinayetlerin, toplu katliamların ve hak gasplarının temelinde bu art niyetli elin parmağı olduğunu buraya kayıt düşmek gereklidir.