Türkiye gerçekten ilginç bir ülke.. Bir “belge” tartışmasıdır gidiyor.
Sanki bu belgenin mimarları başka bir galakside de, onun için ifadelerini alamıyoruz..
Bir kısmının ifadesini dün aldılar. Ama esas kilit isim ortada yok. Dolayısı ile skandal olayda bir gelişme de yok.
70 milyonluk ülkeyi bu kadar uğraştıracak, ortada ne var söyler misiniz?..
Bir belge hazırlanmış ise, hazırlayanlar gelip açık açık anlatırlar olayı.
Hazırlamadılar ise de, onu da hiç bekletmeden, hem kamuoyuna, hem de yetkili savcıya açıklarlar.
Hayır, savcıya gelmeyecekler.. Gelseler de taksit taksit gelecekler.
Sadece kendilerini değil, kendileri ile birlikte içinde bulundukları kurumu da yıpratacaklar.
“Belge skandalı”nın şu ana kadar halk üzerinde bıraktığı izlenim bu. Sadece şüpheliler açısından değil, iddia makamı tarafında da benzer bir taktik sergileniyor..
Bir belge var mı?
Var.
İddia makamı olarak bunu gerçek kabul etmenizi gerektiren raporlar elinizde mi?
Elinizde..
Peki, ne diye oyalanıyorsunuz?
70 milyon insanı niye böyle meşgul ediyorsunuz?
Albay ise albay..
General ise general..
Kim hakkında iddia var ise, yollayın polisi kapısına, getirtin savcılığa.. Alın ifadesini..
Ki; aynı belge soruşturması kapsamında daha önce, zaten Dursun Çiçek Albay getirilmiş ve hatta tutuklanmıştı.
Şimdi, o günkünden daha fazla elimizde belge ve delil olduğuna göre, şimdi tutuklanması çok daha kolay..
Ama, zanlı tarafı da işi sürüncemede bırakmak için çaba sarfediyor..
İddia makamı da, soruşturmayı bir an önce sonuçlandırmaya istekli değil..
Evet; bir örtbas gelişmesinden endişe ediyor değilim.
Ama bu kadar önemli iddialar içeren bir soruşturmanın, adeta sanıkların keyfine bırakıldığı gibi bir görüntü verilmesi de hiç doğru değil.
Olay Dursun Çiçek ile de sınırlı değil.
Emri verdiği iddia edilen kişi de, hâlâ 1. Ordu Komutanı olan bir şahıs.
Ona da bu emri kimin verdiğine ilişkin bir araştırmaya şu an hiç gerek yok. Çünkü ne kadar yukarıya çıkarsanız, elinizdeki delil sayısı da o kadar azalıyor..
O halde, aleyhinde çok güçlü deliller olan albay ve emri veren general ile yetinmek zorunlu..
Zorunlu da, o skandal emri verdiği ileri sürülen kişinin, hâlâ ülkenin en büyük komutanlığının (1. Ordu Komutanlığı) başında göreve devam ettiği de bir gerçek..
Gelinen noktada yapılacak iş basit.
Şu dengeyi gözetme, bu dengeyi gözetme artık unutulmalı..
Artık askerî savcıdan iş beklemek, Genelkurmay’ın bilgisayarları göndermesini beklemek tamamen boş işler..
Tüm deliller, soruşturmayı yürüten savcılık tarafından bizzat ve hemen derdest edilmeli.
Bilgisayarlara hemen gidilip el konulmalı.. Lağvedildiği ileri sürülen Genelkurmay’daki büronun tüm kayıtları zabtedilmelidir.
Soruşturma ciddi şekilde yürütülmek isteniyorsa, yapılması gereken budur.
Yoksa, milim milim adım atmaya kalkarsanız, sanıkların koşar adım kaçmaları karşısında aciz kalırsınız.
Aslında sadece “belge” olayı da değil gündemdeki sorun..
Bakın, Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal’ın hastalığı hikayesi de, devlet açısından tam bir acizlik örneği olarak karşımızda duruyor...
Tabiî ki kişi hasta ise, tedavisi yapılsın. Tedavi için hastaneye gönderilsin.
Ama Haberal örneğinde herkes biliyor ki; kasten hastalık icat ediliyor. Kasten, sahte raporlar düzenleniyor.
Haberal da öyle, Levent Ersöz de öyle..
Bence Haberal'ın Ergenekon Terör Örgütü içindeki konumu ne kadar önemli ise, şimdi cezaevi yerine hastanede yatması da o kadar önemli.
O örgütün gücü de zaten, şu an Haberal'ı, Ersöz'ü; hastanede uyduruk raporlarla gün geçirtmesinden belli!
Bırakınız önceki suçlarını, şu an cezaevi yerine hastanede kalmak için işlenen suçlar bile, bu adamların yıllarca cezaevinde yatmalarını gerektirecek kadar vahim.
Ama Ergenekon soruşturması da geliyor, bir noktada donuyor.
Temennimiz; bu donukluğa artık son verilip, soruşturmanın da, davanın da hız kazanması.. Yoksa, Alemdaroğlu’nun avukatının sözü gerçek olur: “Bu davanın hakimleri, sanık olacaklar!”
VAKİT