Bir Götür Getir Hikâyesi -Müslümanın Günahından Kendi Skandalına Meşruiyet Üretmek-

RECEP ARDOĞAN

"Bırak hesabını ölüm-kalımın

İnanmışa zulmü ne ki zalimin

Manayı reddeden sözde âlimim

Bir ilmine bir de fenine tükür!"

             Abdurrahim KARAKOÇ

 

 

Bitki 'ziraat' ile insan 'eğitim' ile 'ol'ur. Din de insanı eğiten en köklü kurumdur.

Eğitim, bilim öğrenmekten de bilgi üretmekten de farklı boyuttur. O, maddeyi görmenin ötesinde manayı anlamayı da gerektirir. Kendini, hududunu ve hukukunu bilmeyi gerektirir.

İslam da insana bunu emreder. Bu nedenle, Müslümanın, inancının gereği olarak kendini dara çekmesi; nefs muhasebesi yapması gerekir. Yalnız başına kaldığında vicdanıyla yüzleşmesi, günahını fark etmesi, pişmanlık içinde hatasından dönmesi, Rabb'ine (c.c.), Rabb'inin hidayet ve mağfiretine yönelmesi gerekir. Özellikle de Müslüman irfanının söylediği üzere, iki şeyi unutması, iki şeyi de unutmaması gerekir:

- Başkasına yaptığı iyiliği ve başkasının yapmış olduğu kötülüğü unutmalıdır.

Başkasının yaptığı kötülüğü unutmalı, ifşa etmemeli, toplumda kötülüğün konuşulur olmasını önlemelidir. Kendisine yapılan haksızlıklara karşı affedici olmalı, insanların hatasını telafi etmesi için onlara fırsat vermelidir. Özellikle yakınlarının hatalarını affetmek, onlarla barışmak suretiyle, uzun yıllar süren küskünlüğün yükünden kurtulmalıdır.

- Başkasının kendisine yaptığı iyiliği ve kendisinin başkasına yaptığı kötülüğü de unutmamalıdır.

Başkasının iyiliğinin kadrini bilmeli, vefa göstermelidir. Başkasına yaptığı haksızlığı da unutmamalı ki onu telafi etmenin yolunu aramalı, bir daha öylesi davranışları tekrarlamamalıdır.

"Boşver" diyerek vicdanını rahatlatmak, dinin onayladığı bir tutum değildir. Bunun yanında, "aşırı suçluluk" da İslam'ın tasvip ettiği bir hâlet-i ruhiye değildir. Çünkü bu hâlet-i ruhiye, insanın "ben iflah olmam." demesi gibi olumsuz ve karamsar bir telkine yol açar. Hatta bu hâlet-i ruhiyede Allah'ın, pişmanlık duyan bir kulunu bağışlayıp bağışlamayacağı hakkında, kendince bir ön-yargıda bulunmak vardır. Bu önyargı, kişinin Allah'ın gufranından ümit keserek kendini kötülükler deryasına salmasına yol açacaktır. Bu nedenle Allah (c.c.), tövbe kapısının açık olduğunu kullarına müjdelemektedir.

İşte bu bilinç ve ruh hali, bir ideoloji ya da fikirsizlik/idealsizlik ile dinin, özellikle İslam'ın ayrıldığı temel noktadır.

Her Müslümanın her insan kadar zaafları vardır. Şeytan diğer insanlara olduğu gibi Müslümanlara da kötülük telkin etmektedir. Hatta, iyiliği şiar edinen insanları o yoldan çevirmek için daha çok uğraş vermektedir.

Yine de İslam inancını benliğiyle sarmallayan bir insana, imanı karakterinin aslî bir unsuru yapan bir kimseye, kötülük yaraşmaz. Ona yaraşan salih ameldir. Zaten salih amel, imana yaraşır ameldir.

Ancak, toplumda kötü bir itiyat yaygınlık kazanmaya başladı. Allah inancı konusunda şüphesi olan, ahirete inanmayan bir güruh, daima Müslümanları diline dolamaktadır. Müslümanları eleştirmenin dayanılmaz hafifliğini ruhunda (?) hissettikçe, hep onlarda kusur aramakta ve hep onların kötülüklerini görmektedir.

Oysaki inancı ne olursa olsun bir insanın iffeti, ötekine iffetsizlini ve namussuzluğunu hatırlatmak için değildir.

Bu sözü edilen güruh, bir hayat boyu kendisi şüphe içinde yaşar, ama dikkatini Müslümanın inanç-davranış konusundaki çelişkileriyle meşgul olur.

Müslümanın yanında Müslüman gibi görünmekte, ama boşluk bulunca İslam inancıyla alay etmektedir.

Bunların bir özelliği de bir ilahiyatçı ile sohbet ortamı bulunca, din hakkında ona bir şeyler öğretmeye ya da dindar insanların ne derece kendileriyle çelişkili ve kötülük ehli olduğunu göstermeye çalışmaktır.

Akademik unvanlara da sahip olsa bu karakter değişmez.

Müslümanların daima kendini dara çekmesi, özeleştiri yapması, günahlarını fark etmesi ve daha nezih bir hayat için çalışması gerekiyor. Ama burada şunun da sorgulanması gerekiyor:

Acaba bu 'aslında dine karşı olmadığını' söyleyen güruhun da kendini hesaba çekmesi gerekmez mi?

Acaba bunların da bir ahlak limiti olması gerekmez mi?

Bu kokuşmuş güruh, kendi yaşam tarzlarını, kıt zekâları ile "Biz zaten inanmıyoruz." diyerek haklı göstermeye çalışır.

Bir konuşmanın ilk yarısında, dindarın dindarlığını sorgularken ikinci yarısında, dedikodu kültürlerinde "kızları götürmek" dedikleri şeyi tartışır. Bir bayan akademisyen, "Sizden bazıları 'kızları götürüyor' diye konuşuluyor." der. Bu 'bazıları'nın içinde, kimsenin istemeyeceği yaşlı ve çirkin akademisyenlerin olduğunu söyleyerek, not ve devamsızlıktan bırakma konusunu ima eder. Diğeri, "Onlar, kızları değil de sizin gibi yaşı geçmişleri mi götürecekti?" diye cevap verir. Bayan gittikten sonra da "Bunların derdi, namussuzluğun önlenmesi değil. O.., bu bazılarının kendilerini götürmemesine kızıyor." şeklinde yorum yapar. "O da memnun bu da memnun ise bunda ne beis var?" diye savunma yapar. Diğer yandan kendini iyi niyetli (?) olarak lanse edebilmek için kendilerinin de kızları olduğunu, bunların da okuduğunu söylemeyi ihmal etmez. Özeleştiri yapmaz ama "Eşinin kabuklu olduğunu söylüyor muyuz?" diyerek özel eleştirisi yapmayı boş geçmez.

Anlaşılan bu güruh, inandığı için her Müslümanın sahabe gibi olmasını şart koşarken kendisi için hiç bir ahlakî limit koymamaktadır.

Oysa, namus herkese lazımdır.

Bu anlatılan kokuşmuşluğun da iyiden iyiye sorgulaması gerekmektedir.

Müslümanlık yanında bir de insanlık kavramı var. İnsan olan için de insanî limitler olmalıdır.

Velhâsıl, inançsızlık dahi, gavurluğa ve kokuşmuşluğa temel oluşturamaz, oluşturmamalıdır!

Asıl sorun, dindarın İslam'ı tam yaşamaması değildir. Asıl sorun, bazılarının 'kimya'sının bozuk olmasıdır. 'İnsan'ı 'ol'durmayı mühendislikten ibaret görmesidir.

Dikkat çekilmesi gereken bir nokta da dindarların çeşitli faaliyetlerinin ihlas açısından eleştirisidir. Bu eleştirilerin dayanılmaz hafifliği, eleştiri sahibinin aidiyetini tescil etmesidir. Özellikle bazı köşe yazarları, dinî bir etkinliğin kulluğu iyi yapma (ihsan) ve ihlâs açısından tenkit ederken, aslında bir yere mesaj veriyor:

− Sizin tarafa mensubuz ve bu noktada niyetimiz da hâlis.

Bir ihlas eleştirisi ile istediği poza bürünmek...

Kendinde olandan çok haber değeri olan olaylardaki ihsan ve ihlas kusurunu görmek, yüksek sesle dile getirmek, en azından çarpıcıdır.

Allah (c.c.) çarpılmaktan korusun!..