Diyanet eski Başkanlarından İbrahim Elmalı, tarihe geçen konuşmalarından birinde bir ifade kullanır. “Bir elde yalan diğer elde Kur’an olmaz’ der.
Bu sözüyle o dönemde ikisi arasında bocalayan veya mesafeyi kısaltan birtakım cemaatleri hedef aldığı ileri sürülür. Elbette dindara en yakışan şey sıdk yakışmayanı ise yalandır. Bundan dolayı İmam Gazali, Hazreti Peygambere yalan isnadı caiz gören veya Hazreti Peygamberden yalan sadır olacağını varsayanların iman dairesinden çıkacaklarını söyler. Bazı şeylerin hürmeti vardır. Müslümanlar kavga edebilir lakin yine de yaralının üzerine gitmez ve namusuna dokunmaz vesaire. Hatta haricilerle savaşında Hazreti Ali (K.V) hasımlarının üzerine gitmesini ve ailelerini esir almasını isteyen arkadaşlarına itiraz etmiş ve ‘onlar bize isyan eden kardeşlerimizdir’ demiştir. Ve keza Müslüman birbiriyle husumet halinde olabilir lakin bu husumeti fücur derecesine getirmemek yani kontrolden çıkarmamak gerekir. Aksi takdirde bu davranış nifak alametine bürünür. Türkiye’de tefsir yazmış kimi aklı evveller İkinci Abdulhamid ile Kaddafi arasında mukayese yapma bedbahtlığına düşmüşlerdir. Bu hayret verici bir haldir. Sultan Abdulhamid ordusunu asi zabitlere ve Hareket Ordusuna karşı bile kullanmaktan kaçınmıştır. Kaddafi nerede İkinci Abdülhamid nerede? Aramızda maalesef yer ile göğü karıştıran manevi sarhoşlar var. Ve bunlar tefsir yazmaya bile hevesleniyorlar. Neyse!
•
Kimileri son sıralarda Suriye halkının gerisinde durmayı ve onları desteklemeyi mezhep asabiyetini ve savaşını körüklemek olarak mütalaa ediyorlar. Bu zaman zaman bana da soruluyor. Bunu soranlar dürbüne tersinden bakıyorlar.
Meselenin sonuçlarından hareket edenler sebepleri görmek istemiyorlar. Bu; İsrail’in Filistin teröründen bahsetmesi gibi bir şeydir. İşgalden hiç bahsedilmez ama Filistinlilerin direnişi veya mukabelesi terör olarak yansıtılır. Meselelere hakikat gözlüğüyle değil de muhabbet ve nefret gözlüğüyle bakılınca yani negatif veya pozitif tarafgirlikle böyle gözükür. Kimse ayranım ekşi demez.
Son sıralarda İran cephesi Suriye’deki rejime psikolojik, manevi, edebi ve de fiili destek veriyor. Mesela Humus’daki son gazeteci vakalarından önce bir Fransız kameraman öldürülmüş ve İran’a yakın haber siteleri söz konusu kameramanın muhalifler tarafından öldürüldüğünü ileri sürdüler. Halbuki kameramanın arkadaşları tam da tersini söylüyorlardı. Psikolojik savaşa uygun olarak Fransız basınında çıkmış bu yöndeki küçük haberleri cımbızla çekerek bunları hakikatmiş gibi kendi sütunlarına taşıyorlardı. Son sıralarda Hasan Nasrullah da bir taraftan Humus’ta yaşananları yok farz ederken diğer taraftan bölge ülkelerinin Şam rejimini yıkmak istediklerini savunuyordu. Bu iki ifade açık bir biçimde birbiriyle çelişiyor. Bölge ülkeleri doğrudan müdahale etmediklerine göre Nasrullah zımni olarak Beşşar rejimine içte bir direnişin olduğunu kabul ediyor. Ama aleniyette de bunu reddediyor. Dolayısıyla bu sözleriyle açığa düşmüş oluyor. Bu açık tarafgirlikten kaynaklanıyor.
•
Son sıralarda İran rejimi sanki İslam’ın bir rüknüymüş gibi Beşşar rejimine sıkı sıkı sarıldı. Zinhar savunulması gereken mukaddeslerden biri haline getirdi. Bu yönde tamamen Suriye devrimine mesafeli duran diğer yapılarla aynı zemine düşüyor. Batılılar özellikle Fransa ve İngiltere Libya’da aktif olduğu halde Suriye’de değil. Batılı ülkeler Suriye’ye bir petrol olmadığı için bir de İsrail’in maslahatı gereği vurmuyorlar. İsrail de cami merkezli yapısından dolayı Suriye’deki devrimden endişe duyuyor. Rusya ise yeniden harekete geçen İslami fay ve cemrenin kendi sınırlarına ulaşmasından çekiniyor. Demek ki hepsinin ortak çekincesi İslam. Ve bırakın Rami Mahluf’un Kelim Sıddıki’nin tanımıyla Suriye’nin İsrail’in zırhı olduğunu söylemesine; bizzat Beşşar da 50 yıldan beri Arapçılık adına İslamcılarla mücadele ettiklerini söylememiş midir? Stratejik anlamda farklı kanatlarda bile olsalar Batılı ülkeler ile Rusya’nın ortak kaygısı uyuyan devin (İslami) uyanmasıdır. Stratejik çıkarları farklı kaygıları ortaktır. Peki! İran’a ne oluyor? Onunkisi de galiba Suriye’de Sünni çoğunluğun iktidara gelmesi endişesidir. Hizbullah eski genel sekreterlerinden Subhi Tufeyli’ye göre İran ve dostları Suriye konusunda İsrail cephesiyle buluşuyorlar (http://www.islammemo.cc/vedio-images/vedio/2012/02/25/144681.html). Lakin bunu direniş cephesi olarak ambalajlıyorlar. İsrail’le İsrail’e karşı direniş!
Keza İsmail Heniye’nin Tahran ziyareti sırasında da Hamaney Şam’dan çekilen ve Fetih’le birleşme arayışı içine giren Meşal cephesini pazarlıkçı olmakla ve 1967 sınırları üzerine pazarlık yapmakla suçlamaya başlamıştır. Hamas, Şam’dan çekilmese böyle bir isnada muhatap olur muydu? Şüphesiz olmazdı Zira Şam’da İslam’ın bir rüknü gibi savundukları baba-oğul Esat rejimi Rabin döneminde 1967 sınırları üzerine pazarlık yapmış ve Rabin öldürülünce bu pazarlık ortada kalmıştır. Suriye Netanyahu ile 3 yıllık müzakerelerde (1996-99) Rabin’in emanetini hatırlatıp durmuştur. Türkiye’nin arabuluculuğunda dolaylı müzakerelerde Şam rejimi neyin pazarlığını yapmıştın? Dolayısıyla İran oyunun kuralına göre oynamıyor ve niyet okuyor. Her gün Bayreyn’den bahsediyorlar lakin Suriye’de direnişi reddediyorlar. Ruslar gibi Beşşar’ın geniş halk kesimlerine dayandığı tezini seslendiriyor.
•
En üzücü olanı ise Tahran Cuma İmamı Ayetullah Cenneti’nin konuşması ve Beşşar karşıtlarını nasibiler yani Ehl-i beyt düşmanları olarak yaftalaması ve Arap Şiileri Suriyeli muhaliflere karşı cihada çağırmasıdır! Bu yine gerçekle alakası olmayan bir propaganda savaşıdır. Ehl-i beyt’in bir mezhebi olmadığı gibi resmi bir temsilcisi de yoktur. Ehl-i beyt kimsenin tekelinde değildir, İslam gibi ortak değerimizdir. İhtikar, istismardır. Ehl-i beyt’in resmi bir sözcüsü mü var? Cenneti haklı olsa şerif olan Şerif Hüseyin de haklı olurdu. Halbuki hadis diliyle ameli gereği Şerif Hüseyin’in Ehl-i beyte nispeti reddediliyor. Velayeti de ittifaklarından Hamas’ı düşürmüş ve Şam’ın İran, Irak ve Hizbullah gibi dostlarından bahsetmiş ve bunların desteğini alan yapının ilelebet ayakta kalacağını savunmuştur. Ahmet Sabuni’nin dediği gibi Suriye mihengiyle birlikte ak ve kara ortaya çıkmış ve birbirinden ayrılmıştır.
YENİ AKİT