Bir düşün(eme)me tarzı olarak komplo teorileri

Erkam Kuşcu'nun Haksöz Dergisi'nin 344. sayısında yayımlanan incelemesi, Kerem Karaosmanoğlu'nun 'Komplo Teorileri' isimli kitabından hareketle komploculuğun düşünme tarzını ele alıyor.

Erkam Kuşcu / HAKSÖZ DERGİSİ

Bir düşün(eme)me tarzı olarak komplo teorileri

İnsanın düşünme melekesi en temelde olay ve olgu arasındaki ilişkileri sağlıklı kurmasına bağlıdır. Siyasal, sosyal bir olayın olguları onu oluşturan toplumsal ve tarihi bağlamı içerisinde ele alınır ve buradan hareketle düşünce geliştirilir. Zikredilen bu işleyiş her zaman “sağlıklı” olmayabilir. Niçin bazı durumlarda sağlıksız bir işleyiş olduğu sorusu bizi, düşünme eyleminin kendisi üzerine düşünmeye sevk edecektir. Bu soruya tarih boyunca farklı cevaplar verilmiştir. Yaşadığımız zaman diliminde düşüncenin sağlıksız dayanaklar üzerine inşa edilmesinin en öncelikli cevabı pekâlâ komplo teorileri olabilir.

Komplonun tarihine yakından bakmak gerekirse onun son yüzyıldan daha gerilerde hatta en başta var olduğunu söylemek anakronik bir okuma olmayacaktır kanaatini taşıyoruz. Felsefe veya düşünce tarihi içerisinde mitoloji; logos yani akıl, mantık öncesi evre olarak kullanılmaktadır. Mitolojilerin yapısı ise aklın ötelenmesi ve olay-olgu arasındaki bağın bir anlamıyla akıl dışı “şeylerle” izah edilmesidir. Bu anlamıyla mitoloji aslında bir düşünme biçimidir. Mitolojilerin en ortak/temel özelliği ise gizem meselesidir.

Komploların ortaya çıkışı üzerine düşündüğümüzde bizce en anlaşılır izah gizem ve esrarengiz hale getirme istediğinde yatmaktadır. İnsanlar hikâye anlatmaya başladığından beri gündelik olayları gizemli, esrarengiz bir perdenin arkasından anlamaya ve bilmeye çaba göstermektedir. Bu durum insanın yaratılışından gelen bir özellik olmalıdır. Bu aşamada bir dikkat noktası olarak tahrif edilmiş kutsal kitaplar incelenebilir. Tahrif edilmiş metinlerde hep bir bilinmezlik ve anlam bulma çabası dikkat çekmektedir. Bu kitaplardan ilhamla oluşturulan itikatlarda da belli bir muğlaklık söz konusudur. Vahyin apaçık bir beyan oluşu insan eliyle bir gizem perdesine büründürülmüş ve söz konusu apaçıklık zedelenmiştir. Hıristiyanlığın teslis inancı bunun en büyük göstergelerinden birisidir. Ancak Kitab-ı Kerim bu noktada son derece beliğ ve anlaşılır bir şekilde inanç esaslarını açıklar ve aslına bakılırsa dinler açısından tartışmaya da son noktayı koyar. Bu noktada müteşabihata yönelik vurgular Kitabı Kerim’de insanın haddini bilmesine yönelik uyarılarla beraber yapılmaktadır ve kitabın anası ise muhkem ayetler olarak vurgulanmaktadır.1

İnsanın gizeme duyduğu bu ilgi ilahi metinlere yaptıklarının ötesinde siyasal- sosyal olayları izahında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında komploların varlığı mitolojik düşünmeye kadar götürülebilir. Ancak tarihsel olarak bugünkü anlamıyla komplo modern bir olgudur. Bu anlamıyla komplolar modern gizem/hikâye anlatma araçlarıdır.2  Onun modern oluşu yapısının mitolojiden çok daha girift ve içerisinden çıkılamaz bir hal almasını sağlamıştır denilebilir. Diğer hususa geçmeden önce inanmanın doğasında yer alan ‘anlamlandıramama’ hali ile gizem bahsi arasındaki farka vurgu yapmak isteriz. Her inanç yapısı gereği yani ilahi olan ile ilişkisinden dolaylı bir “sırrı” içerisinde taşıyabilir. Sır, gizem ne dersek diyelim kendiliğinden bir sorun teşkil etmiyor. Ancak ister mitoloji isterseniz komplo bu anlamlandıramama sürecinde “sırrı faş etmeye” çalışarak absürt, komik ve içinden çıkılamaz izah çabalarının önünü açmaktadır. İnsan aklına dayalı bilginin sınırlı oluşu inancın bilinemez kısımlarını var etmektedir. Yaratılmış olan bir varlığın, yaratıcının mahiyeti hakkında düşünmeye çalışması bu çabanın kendisi gereği imkan sınırlarını aşmaktadır.  Bu noktada Hz. Ebubekir’e atfedilen “En büyük ilim haddini bilmektir” sözünü hatırlamak yerinde olacaktır.

Şu husus böylece ortaya çıkmaktadır ki komplolar saçma deyip geçemeyeceğimiz bir sorunsalı içerisinde barındırmaktadır. Zira düşünmenin önünde oluşturdukları engellemelerden dolayı komploculuk ciddiye alınıp üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir mevzu olarak önümüzde durmaktadır.

Özellikle Müslüman tahayyüllün yaşadığı işgal ve sömürü süreçlerinin de etkisi olarak görülebilecek düşünememe veya sağlıklı düşünce üretememe problemini anlamak açısında komploculuk üzerinde tartışmak en azından yaşadığımız bu problemin mahiyeti hakkında bizlere ufuk açıcı veriler sunabilir. Bu bağlamda Kerem Karaosmanoğlu’nun geçtiğimiz aylarda yayımlanan Komplo Teorileri isimli çalışması, komplonun nasıl bir düşünce tarzı olduğu konusunda önemli bir boşluğu dolduruyor.

Düşüncenin Panoptikonu

Panoptikon, İngiliz filozof Jeremy Bentham tarafından tasarlanan bir hapishane tasarımıdır. Bu yapı cam bir dış yüzeyden oluşan mahkûmların her daim gözlendiği bir kule şeklinde düşünülmüştür. Yapının merkezinde bir gözlem odası vardır. Bu odanın içi ise mahkûmlar tarafından görülemez. Var olduğu bilinen ancak ne olduğu bilinemeyen bu oda, mahkûmların her daim gözlendiği hissinin oluşmasını sağlamaktadır. Yani gözlem odasının içi boş dahi olsa “gözetlenme” düşüncesinden dolayı mahkûmlar “kurallara uygun” davranmak durumunda kalacaklardır. Bentham cezanın temeline de caydırmayı yerleştirmektedir.3

Panoptikonun işlevselliği otorite ne olursa olsun etkin bir şekilde orada olduğunu hissettirmesi ve mahkûmları “kendilerinin gardiyanları” haline getirmesidir.  Bentham planın özünde, gözetlemenin olduğundan söz ederken bu gözetlemenin de en etkin ve iyi şekilde yapılabilmesi için ‘’görünmeden gözetleme’’ ilkesi ile oluşturulan, gözetleyicinin merkeziliğinde olması gerektiğini söyler.4 Burada kurmak istediğimiz analoji komplocu düşünme tarzının da bizzat düşünmenin kendisi üzerinde panoptikon etkisi yapmasından ileri gelmektedir. Bu sayede komploların mahiyetleri de daha rahat anlaşılacaktır. Zira komplo teorileri kusursuz işleyişe sahip, rastlantılara yer olmayan, mekanik bir nedenselliğe dayanan ancak esnek bir kurgusallıkla örülü,  bu sebeplerle doğrulanamayan ve yanlışlanamayan girift, absürt, çok katmanlı,  mantıksal açıdan insanı çıkmaza sürükleyebilen bir yapı içerisindedirler. Bu anlamıyla komplolar düşünen kişinin kendi kendisini  “düşünememe sarmalına”  sürüklemesine sebep olmaktadır. Bu yüzden komplocu zihniyete sahip bir insanı ikna etmek oldukça zor hatta birçok zaman imkânsızdır.

Kerem Karaosmanoğlu’nun çalışmasından bir örnekle izah etmek gerekirse, siyasal-sosyal bir meseleyi konuşurken “kanıt nerede?” sorusunu muhatabınıza yönelttiğinizde alacağınız cevap “onlar (Yahudiler, sabetayistler, dönmeler, masonlar vs.) kanıtları saklamada ve iz bırakmamakta son derece ustalar!” şeklinde olacaktır. Böyle bir cevap aldıktan sonra tartışmaya devam etmek imkânsız hale gelmektedir. Buradan yola çıkarak komplo teorilerinin birkaç özelliğine değinmek gerekirse:  

1)Komplo teorilerini kendilerini yeniden üreten teorilerdir. Bu yüzden komployu ilk ortaya atanın kendi iddiasını yalanması dahi önemsizdir. O artık bu düşünme tarzının üretimi içerisinde yeniden çoğaltılmaya devam edilecektir.  

2) Komplolar bumerang misali iş görürler. Bumerang bilindiği üzere belirli mesafeye attığınızda aynı şekilde kavis olarak size dönen bir araçtır. Yani siz bir olayı komplo ile izah ettiğinizde sizi ilgilendiren hatta mağdur edildiğiniz bir başka olay da komplo ile izah edilebilir düzeye indirgenmiş demektir. Örneğin AK Parti’nin kuruluşunu sol-Kemalist çevrelerin BOP vs. ile izah etmesi neticesinde karşı tarafın Gezi Parkı olaylarını ele alışı bu şekilde görülebilir.

3)Komplolar düalist düşünme biçimini muhtevasında barındırır. Burada belli bir dikotomi üzerinden dünyada(!) yaşananlar izaha girişiler. Hep bir tarafın mağduriyeti diğer tarafın ise sömürüsü söz konusudur. Ancak bunun adilane bir yaklaşım olmadığı unutulmamalıdır. Bu bağlamda olay merkezli değerlendirmeler yapmak daha sahici ve adil neticelere ulaşmamızı sağlayacaktır. Ayrıca komplolar bu ikili ilişki içerisinde, komployu kuranın perspektifinden bakıldığında karşıtı/ötekisi ne ise onunla paranoyakça bir ilişki içerisine girer. Birçok Müslümanın Yahudilere bakışı bu anlamda özeleştiriye muhtaç gözükmektedir. Komplolarla oluşturulan algı sonucunda toptancı ve mahkûm edici bir perspektif oldukça sıkıntılı bir toplum, tarih ve siyaset okuması sunacaktır. Müslüman tahayyülün ötekisi ile olan ilişkisi “Ya benim gibi olacaksın ya da yok olacaksın!” seviyesizliğinde değil birçok konuda olduğu gibi hukuk çerçevesinde çizilir. Kitabı Kerim’de de bu bağlamda Yahudiler hem övgü hem yergiye söz konusu edilmişlerdir.5

4) Komplolar her zaman görünenin ötesinde görünmeyen bir gücün (Üst Akıl gibi) müdahalesine inanırlar. Bu husus Müslümanlar açısından oldukça problemli bir noktaya işaret etmektedir. Allah’ın gaybi yardımına iman eden Müslümanların, görünmeyen ve her şeye gücü yeten, egemen bir başka güce olan inançları itikadi açıdan problemli bir durumla bizleri karşı karşıya bırakma riskini taşımaktadır. Bunun neticesi olarak ise Müslümanlarda psikolojik olarak ümitsizlik ve güvensizlik halinin pekiştiğine şahit olmaktayız.6

Metodoloji Meselesi

Komplo teorilerinin az evvel zikredilen içinden çıkılmaz yapısı onları aşabilmek adına ortaya konulacak çabaları da zorlamaktadır. Ancak tüm bu engellemelere rağmen komplolar üzerine metodolojik/usuli bir çaba ortaya koymak vazgeçilmez bir gerekliliktir. Zira düşünmenin önünde bir engel olarak gördüğümüz komploları aşma çabası öncelikle düzgün/sağlıklı düşünce üretebilmek adına zaruridir. Aksi halde tutarsız/çelişik bir takım analizlere ulaşmak da kaçınılmaz hale gelecektir. Müslümanlar açısından doğru düşünmenin önemi öncelikli olarak kulluk vazifelerini doğru bir şekilde yerine yetirebilmesi için gereklidir. Bu sayede âlem içerisindeki yerini anlamlandırabilecek ve içerisinde bulunduğu çağın anlamsızlık çemberinden kurtularak kalbi mutmain mertebesine ulaşabilecektir. Öteki halde ise insanlığın içerisinde çıkan hayırlı bir topluluk olma vazifesini yerine getirmesi zorlaşacaktır.

Kerem Karaosmanoğlu çalışmasında metodoloji meselesini ‘mantıksal safsatalar’ başlığı altında inceliyor. Farklı metodolojik yaklaşımları öne sunan yazar bir kısmını ise daha fazla ön plana çıkartmış. Örneğin:

1) İspatlama mecburiyeti safsatası, komplocuların kendi teorilerini kanıtlamaktan ziyade karşı taraftan kendi teorilerini yanlışlamalarını talep ederler ancak ortada kanıt olmayınca yanlışlamak mümkün değildir.7

2) Orantılılık çarpıtma ise büyük hadiselerin sebepleri de bir o kadar büyük olmalıdır esasına dayanır. Örneğin 11 Eylül olaylarının arkasında bir örgüt değil de çok daha gizemli uluslar üstü bir yapılanma olmasını zorunluluk olarak görmek. Ancak her olay için böyle bir orantısallık/büyütme kurmak doğru sonuç vermeyebilir.8

3) Bağlamından çıkarmak ise genellikle söylenmiş olan sözlerin bağlamları dışında değerlendirilerek anlamının kaydırılmasına neden olunmasıdır. G. Bush’un Yeni Dünya düzeniyle kast ettiği soğuk savaş sonrası dönem, komplocular tarafından Illuminate vs. ile izah edilmiştir. Bugün Yeni Dünya düzeni deyince birçok insan bu anlama başvurmaktadır.9

4) Adam karalama safsatası ya da dolduruşa getirme, bir iddianın ya da önermenin kendisiyle ilgili konuşmayı bırakıp o iddiayı savunanı karalamak ve meseleyi kişisel bir saldırı haline getirmeye çalışmaktır. Örneğin “Suriye sorunu ancak Esed giderse çözülebilir” diyen bir siyasetçiye  “Sana güvenilmez çünkü sen yolsuzluklara bulaşmışsın” diye tepki göstermek bunun tipik örneğidir.10 Bu safsata aynı zamanda daha evvel değinilen “olay merkezli” değerlendirme yapmanın da önemini göstermektedir. Böyle bir tavır alış çok daha hakkaniyetli bir zemine denk gelmektedir.

Buraya kadar zikredilenler daha gündelik olayların etrafında örülmüş metodolojik çalışmaları kapsıyor. Ancak bizim üzerinde daha dikkatle durulması gerektiğini düşündüğümüz metodolojik ilke ise Ockham’ın usturası ilkesi. Ockhamlı William hem bir teolog hem de filozof olarak yaşadığı dönemde önemli kırılmalara şahit olmuş (Skolastik dönemin sonu) ve bu bağlamda Hıristiyan teolojisini belli bir kuramsal düzleme yerleştirmeye çalışmıştır. O çareyi felsefe ve teolojinin birbirinden kesin olarak ayrıldığı iki farklı alan olarak tasarlama gayreti içerisine girdi.11 Onun bu çabası mantık ve metodoloji konularında yoğun bir arayışa girmesini sağlamıştır denilebilir. Bu noktada anlama çabasını kavramların kendileriyle ilgili olduğu düşüncesi onun “var olanların sayısının gereksizce çoğaltılmaması gerektiği” şeklindeki tasarruf ilkesi olarak da bilinen Ockham’ın Usturası düşüncesine götürür. Yani bir şeyin daha basit olanı varsa daha karmaşık olan tercih edilmemelidir. Ockhamlı için daha az (sade) olan daha değerlidir.12 Yazar buradan yola çıkarak komplo teorilerinin doğru sonuçlara yol açsa dahi metodolojik açıdan sakat olduklarını vurgulamak ister ve siyasal-sosyal bir olayı ele alırken Ockham’ın Usturasının elverişli bir zemin oluşturduğunu vurgular. Elimizde iki aynı derecede inandırıcı açıklama varsa ve test etme imkânlarımız aynı derecede kısıtlıysa her zaman basit olanını seçmek daha doğru neticelere ulaştırabilir Çünkü karmaşık olan açıklamalar meseleyi tamamen işin içinden çıkılmaz hale getirmektedir.  Daha basit olan açıklama ile ilgili şüpheler olsa dahi daha açıklayıcı, mantıklı ve akla yatkın izahlara ulaşmamızı sağlamaktadır. Bu metot akla yakınlıkla yalınlık arasında paralel bir ilişki kuruyor. Çünkü karmaşık olan açıklamalar -tıpkı komplonun yapısındaki gibi- karmaşıklığı ortadan kaldırmak için sorulan sorularla daha da karmaşık hale geliyor bu sayede büyük olayları izah etmek için yola çıkan komplolar, olayın kendisinden daha büyük hale gelerek ve söz konusu olayın onun önüne geçip anlaşılmasını tamamen imkânsız hale getiriyor.13

İslam düşüncesinin usul bağlamında ortaya koyduğu örneklere değinmek gerekirse, öncelikle İmam Gazali’nin (Allah ona rahmet etsin) klasik dönem içerisinde mantığı medrese müfredatına yerleştirmesi ve “mantık bilmeyenin ilmine güvenilemeyeceğini” ifade etmesi mantığın ilm-i alet olarak önemini anlamak açısından önemli bir yerde duruyor. Bunu aklımızın bir ucunda tutarak siyasal-sosyal bir olayı ele alırken ufuk açıcı bir usul çabası olarak akaid ve hadis usulündeki bazı yöntemlerde pekâlâ kullanışlı olabilir. Musa Üzer ağabeyin vurguladığı bu hususlar,  usul noktasında ki eksikliğimizi görmemiz ve düşünme biçimimize dair esaslı bir muhasebeye girişmemiz açısından önem arz ediyor. Başta komploculuk olmak üzere yaygın bir hastalık şeklinde her şeye yansıyan bu eksiklikler bizleri çok zor ve yer yer komik durumlarda bırakabiliyor. Öncelikli olarak akaid usulünde uyguladığımız delalet-i kat’i, subutu kat’i kriterlerini siyasal-sosyal meselelere ilişkin yaklaşımlarımızda uygularsak daha berrak ve mantıklı neticeler elde edebiliriz. Aynı şekilde hadis usulündeki senet ve metin tenkidi kriterlerini de bu şizofrenik, problemli yaklaşımları ortadan kaldırmak için tekrardan işlevsel hale getirmeye çaba gösterebiliriz.14

Sağlıklı düşünce üretebilmek adına tek başına hiçbirisinin yeterli olmayacağı bu metodolojik kriterler en azından sorunlarımız üzerine düşünme imkânı sağlamaları ihtimalinden dolayı bile değerli çabalar olarak görülebilir. Her şeyden evvel düşünme problemlerimize dönük farkındalık hali, sorunlarımızı aşmak için en önemli husus olarak önümüzde duruyor.  


[1]Âl-i İmrân Suresi, 7. Ayet: Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: 'Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır' derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

[2] Kerem Karaosmanoğlu, Komplo Teorileri, İletişim Yayınları, s.138

[3] R. C. Solomon-K. M. Higgins, Felsefenin Kısa Tarihi, İletişim Yayınları, s. 298

[4] Foucault Bağlamında İktidarın Görünmezliği ve ‘’Panoptikon’’ ile ‘’İktidarın Gözü’’ Göstergeleri, Gizem Özdel, İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İletişim Sanatları Anabilim Dalı, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/138301

[5] Ankebut Suresi, 46. ayet: İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz."

Al-i İmran Suresi, 113. ayet: Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.

Al-i İmran Suresi, 75. ayet: Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez.

[6] Şuayb Mekeç, Allah’ın İradesi ve Sünnetullah Karşısında Komploculuğun İflası, Haksöz Dergisi, 272 - Kasım 2013

[7] Kerem Karaosmanoğlu, Komplo Teorileri, İletişim Yayınları, s.95

[8] A.g.e, s.97

[9] A.g.e, s.104

[10] A.g.e. s.106

[11] Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, s.368

[12] R. C. Solomon-K. M. Higgins, Felsefenin Kısa Tarihi, İletişim Yayınları, s.198

[13] Kerem Karaosmanoğlu, Komplo Teorileri, İletişim Yayınları, s.108-109

[14] Musa Üzer, Siyasal-Sosyal Olay ve Metodoloji Sorunumuz, Haksöz Dergisi, 306 - Eylül 2016

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!