Bertrand Russel, İnsanlığın Yarını adlı eserinde; içinde bulunduğu ahırı yanmakta olan, bir eşekten bahseder. İnsanlar yangını söndürüp, eşeği bulunduğu yerden kurtarmaya çalışılar. Ancak bu yangını söndürmekten daha zordur. Çünkü eşek vehme kapılmış ve korkmuştur.
İnsanların çabasını boşa çıkaran eşeğin aslında mesajı nettir. İslam toplumlarındaki devlet adamlarının zihinlerine çöreklenen korku, vehimlerden başka bir şey değildir. Yani eşeğe arız olan korkudan daha az değildir. Bu korku onların; kendilerini kuşatan ve onları giderek artan tehlikelere maruz bırakan vehimleri nedeniyle, yangın artığı ahırlarından dışarı çıkmalarına engel teşkil etmektedir.
Bir masaldır, anlatılır; gücü insanı dehşete ve hayrete düşüren, şöhreti diyarları aşmış bir dev varmış. Deve dair ağızdan ağıza dolaşan rivayetler yakın bir kentte oturan başka bir devin kulağına gitmiş. Bu dev, etkilenmiş ve onunla tanışmak istemiş. İltifatlarla dolu bir mektup göndererek dostluğunu arz etmiş, muhabbet talebinde bulunmuş. Ne var ki cevap; ondan haddini bilmesini isteyen küstahça bir cevap olmuş.
Bizim dev edepsizce karşılıkta bulunan bu gururlu dev karşısında onurunu kurtarmak için intikam almaya karar vermiş. Yola çıkmış, koşa koşa mağrur devin bulunduğu kentin çeperlerine ulaşmış.
Hasmının arzı titreten ayak seslerini duyan mağrur devin ayaklarının bağı çözülmüş, beti benzi atmış. Durumu anlayan karısı,biçare kocasına işaretle; yatağa girmesini istemiş ve üstüne de yorganı atmış.
Öfkeli dev oraya ulaşınca; o insan kadri bilmeyen mağrur, utanmaz herifin nerede olduğunu sormuş. Ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğini ve insanlara nasıl karşılık verilirmiş öğreteceğini de eklemiş.
Diğer devin karısı; “Hişt! “Yavaş konuş, çocuğu uyandıracaksın!” demiş ve yorganın altından uzanan iki ayağı göstermiş öfkeli deve! Bu iki ayağı gören öfkeli devin kalbine bir korku düşmüş. Başından bir kova soğuk su dökülmüş gibi kalakalmış. “Çocuk mu?” diye mırıldanmış. “Çocuk buysa babası kim bilir nasıldır?” diyerek, paldır küldür kaçarak evine dönmüş.
Masal bu diyebiliriz ancak masaldaki olaylar bizi ilgilendiriyor. Masalın anlamsal olarak gösterdiği şey, insanın kuvvet karşısındaki edilgenliği olabilir. Bunun yanında, insan nefsinin nasıl değişken tutumlar takınabildiği de anlaşılabilir. Peki ya gerçekliğe karşı tutumu!
Nitekim Firavun’un büyücüleri de böyle değil miydi? Günün erken saatlerinde; “Firavun’un izzetiyle kesinlikle biz galip geleceğiz.” (Şuara 44) diyen. Ancak akşam olunca; “seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Ancak bu dünya hayatında hüküm verebilirsin.” (Taha 72) diyerek gerçeğe boyun eğen!
Bu yaşanan, doğuştan getirilen bir güdünün toplumsal yansımasından başka bir şey değil. Bu güdü, kuvvetli olduğunda büyüklenme, zayıf olduğunda ise boyun eğme psikolojisinde ifadesini buluyor. Büyüklenip, böbürlenen kimse kuvvet durumu ortadan kalkınca ya da daha kuvvetli ile karşılaşınca zillete düşüyor. Kuvvetlerini yalnızca elleri altında bulunanlara gösteren, dünya müstekbirlerine ise itlikten başka bir işlerliği olmayanlar duyar mı? Bilmiyorum!
Gerçek insan ise; kuvveti elinde tuttuğunda büyüklenmez, kaybettiğinde ise zillete düşmez.
Hz. Yusuf kıssası da böyle bir hikmeti barındırmaz mı? Şehvetin galeyanı karşısında direnme gücünü yitirmeyen insanı örnekleyen, çarpıcı bir olay.
İnsan karakteri, nefsin karakterine boyun eğer. Bu olumlu ya da olumsuz olabilir. Yiğitlik ve korkaklık, atılganlık ve çöküntü, izzet ve zillet durumlarına düşülebilir. İşte bu yüzdendir ki,“nefsinde olanı değiştirme gücüne sahip olan, toplumu da değiştirme gücüne” sahiptir.
Evet, devin karısı zekâsıyla öfkeli devin nefsindeki atılganlığı çöküntüye, cesareti korkuya, izzeti zillete dönüştürdü. Bugün İslam toplumlarında yaşanan duruma ne kadar benziyor! Aslında yorgan altında saklanan devin ayaklarına bakarak; “çocuğu buysa, kendisi nasıldır kim bilir?” korkusu almış başını gidiyor! Bu yüzden midir yoksa Firavun’un büyücülerinin sabah hallerinden midir, bilmiyorum ancak izzetli bir tavır takınmadıkları aşikâr! Sanırım Hz. Musa (as)’ın mucizesini bekliyorlar, imanlarını tazelemek için!
Yaşadığımız operasyon gösterdi ki, izzeti ancak Müslümanlar arasında bulmak mümkün! Müslüman görünümlü kuklalar ya da mezhebini din edinenleri kast etmiyoruz tabi!Kast ettiğimiz, onurunu yitirmeyen, durması gereken yerin Müslümanların yanı olduğu bilincini diri tutan, Ümmeti bir ütopya olarak görmeyenlerdir.
Dünyaya egemen olduğunu iddia edenlerin en büyük silahı ise; etrafa dehşet saçan, ağzından alevler çıkaran dev ya da ejderhalar oldukları propagandasını yaymaları! Toplumların psikolojisini, tarihlerini, neyi kolayca kabullenip, neyi tereddütsüz reddedeceklerini çok iyi biliyorlar. Ve tüm bunları kendi çıkarlarına uygun değişim sürecine kanalize etmek için, az bir çabayla devasa sonuçlar elde ediyorlar.
Yalnız Rabbimizi Kadir-i Mutlak olarak birleyenler ise; boş vehim ve korkulara kapılmadan, “her toplumun bir eceli vardır” bilinciyle, dünya müstekbirleriyle mücadele etmeye devam ediyorlar. Selam olsun!