Bir demokratik yırtma projesi olarak AB’nin iflası...

Yıldıray Oğur

Norveç’teki Nobel komitesinin Avrupa Birliği’ne barış ödülü vermesi Türkiye’de sevinçle karşılanırken Norveçliler bir parça tedirgin olmuş anlaşılan. Tedirginliğin nedeni ödülün Avrupa Birliği’ne verilmiş bir mor mendil olma ihtimali. Eleştiriler üzerine AB konusunda bölünmüş bir koalisyonun başındaki İşçi Partili Başbakan Stoltenberg çıktı ve “eyvah AB’ye mi giriyoruz” diye endişelenen vatandaşlarını teskin etme ihtiyacı bile hissetti.

Bizim pek anlayamayacağımız bir endişe bu. Ama anlaşılan bu Nobel’i, “Sabah kalktığımda böyle güzel bir gün beklemediğimi itiraf etmeliyim” diyen AB Komisyonu’nun dertli başkanı Barrosa bile beklemiyordu.

Rakamlar da Avrupa’da Avrupa Birliği’ne olan inancın diplerde olduğunu ortaya koyuyor. Her zaman euro-septik olmuş İngiltere’de AB’den çıkmak için referandum isteyenlerin oranı yüzde 82. AB’nin yükünü çeken iki ülkede Almanya’da üye olmasak daha iyi olurduk diyenlerin oranı yüzde 49, Fransa’da yüzde 34. Yunanistan’dan, İspanya’dan, İtalya’dan hiç bahsetmiyorum.

Son anketlere göre Türkiye’de AB üyeliğine destek en iyi tahminlere göre yüzde 42. “AB Türkiye’yi bir gün üye olarak alır” diyen iyimserlerin oranı ise sadece yüzde 17. “AB Türkiye’ye ne fayda sağlar” sorusuna verilen yanıtlara bakılırsa Türkiye’nin gözü ne parada ne ileri demokraside, serbest dolaşımda.

Yani Burhan Kuzu’nun içindeki kurdu ortaya çıkarıp İlerleme Raporu’nu çöpe atma performansının sosyolojik bir tabanı yok değil.

Türkiye, Avrupa Birliği adaylığına evet çok şey borçludur. İlginçtir Türkiye’nin duran Avrupa Birliği trenini çalıştıran 28 Şubatçıların kurdurduğu Mesut Yılmaz hükümeti olmuştur. Darbe için kurdukları yapıya Batı Çalışma Grubu adını veren 28 Şubatçılar, henüz ulusalcılaşmamış, şeriatçılara karşı çağdaş ve Batılı bir Türkiye’yi savunmaktaydılar çünkü. Eh bu durumda Avrupa Birliği’ne nasıl karşı olabilirlerdi ki?

“Atatürk’ün bize gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini yakalama hedefi Avrupa Birliği’dir” kurnazlığıyla fena hâlde kontrpiyede kalan orduya, bu sayede ardı ardına demokratikleşme golleri atıldı. Batılılaşma, çağdaşlaşma adına AB için yapılanlara ses çıkaramayan ordu, bunun kendi kuyusunu kazmak olduğuna uyandığında ise artık iş işten geçmişti.

AK Parti, ordunun bu kontrpiye hâlini iyi gördü ve AB hedefine beklenmedik bir radikallikte sarıldı. Başka bir şey için yapsa rejim karşıtlığı ajandasına yazılacak reformları, AB adına Beyaz Türklerin ve toplumun desteğiyle yaptı.

“Acelemiz var, takvim ilerliyor” diye diye pek de demokratik olmayan bir telaşla üst üste demokratikleşme ve AB’ye uyum paketleri Meclis’ten geçirildi. (Tek antidemokratik tarafımız “ordu siyaset üzerinde etkili olsun mu olmasın mı” diye uzun uzun tartışmamış olmamız olsun.)

Herhalde her acelesi olan AB paketi için söylenen “Tenis Kulübü’ne girmek için bile şartlar var” özdeyişi, “milletin hâkimiyeti” sağcı nutuklardan da, içinde özgürlük geçen solcu sloganlardan da daha çok Türkiye’nin demokratikleşmesine hizmet etmiştir.

Ama tam da bu vefa borcu yüzünden bugün Türkiye’de AB heyecanının düşmesi karşısında kaygılananlara düşen Beyaz Türklerin “eksenimiz kaydı” coğrafi keşfini ve halka küsmeyi bir kenara bırakıp, Erdoğan tam adaylık statüsünü alıp Türkiye’ye döndüğünde gece yarısı onu karşılayan AB bayraklı sakallı amcalara ne oldu diye anlamak olmalı.

Belki de bu heyecan kaybının sebeplerinden biri de Türkiye’deki AB savunucularının Avrupa Birliği’ni ütopyalaştıran bakışı ve “biz üzerimize düşeni yaparsak o adil ve mükemmel insanlar tabii ki bizi aralarına alırlar” aşırı iyimserliğidir.

Türkiye’nin AB adaylılığını destekleyen liberal ve demokratlar, neredeyse iyi bir yaşam, mutlu bir ülke ve ileri bir demokrasiyi AB ile eşitleyip, topluma “Boşver boşuna uğraşma, düşünme, tartışma bak burada yapılmışı var” dediler.

Türkiye’nin AB üyeliğini savunmak, burada verilecek bir demokratik mücadeleden, siyasetten, toplumu iknadan kaçma ve bu her an her şeyin alt üst olabileceği sürprizlere açık bir ülkeden kendini salim bir limana atma olarak bir çeşit demokratik yırtma, kapağı atıp kurtulma stratejisine dönüştü.

Hâlbuki bunun kendisi zaten antidemokratik ve antipolitikti.

Evet, Türkiye’nin duran değişim motorunu AB adaylığı katarı çekti. Ama bir yere kadar. Türkiye uzun süredir AB motivasyonu olmadan değişiyor ve demokratikleşiyor. Türkiye’de son beş yıldaki büyük demokratikleşme hamleleri AB motivasyonuyla değil, kora kor mücadeleler veren iç dinamiklerin eliyle oldu.

Bu arada Avrupa’yı daha yakından tanıdıkça karşımızda tek ve mükemmel bir Avrupa olmadığını gördük. Irkçı partilerin, İslamofobinin yükseldiği, Türkiye’yi kategorik olarak içine almak istemeyen bir Avrupa da vardı. Türkiye’deki AB savunucuları ise, İlerleme Raporu’nu açıklarken Karma Parlamento Eşbaşkanı Flautre’i bile “Avrupa üyelik yolunda hiç ilerlemezken, Türkiye’ye ilerleme raporu hazırlamak hiç adil değil” dedirten bu negatif Avrupa’yı analizlerinde görmezden gelip, “biz ödevimizi yapalım, denize atalım, AB bilmezse, hâlik bilir” demeyi sürdürdüler.

Bu arada Avrupa’nın Türkiye okuması da çatallaştı. İlerleme raporları, Türkiye’deki değişimin politik doğrucu bir eleştirisine döndü. Hatta bu yüzden eskinin Kemalist yazarları ve CHP ilerleme raporlarını özlemle bekler oldu.

İki yıl önce adından Azeri olduğu anlaşılan birinden Taraf’a ve bana hakaretler eden bir İngilizce mail almıştım. Biraz araştırınca laiklikten, CHP’den, Kemalizm’den sitayişle bahseden, Taraf’ı Cemaatçi, Ergenekon operasyonlarını uydurulmuş ilan eden bu Azeri arkadaşın Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu’nun siyasi uzmanlarından biri olduğunu keşfetmiştim. Herhalde son İlerleme Raporu’nda onun da katkıları vardır.

“Bir girsek her şey çok güzel olacak” tarzı AB savuculuğu “Bir devrim olsun her şey düzelecek”in uzaktan kuzeni çıkabilir. Ama daha da kötüsü şu olabilir: “Adamlar yapmış işte. Demokrasinin yapılmışı var al, çevir kullan” pratikliğinin Cumhuriyet’in modernleşme acullüğünün Almanya’dan gelmiş oğlu çıkması. Son sürüm Kemalist modernleşmeciler, hükümeti çok kızdıran bu AB modernleşmeciliğinin hısımları olduğunu bir anlayıp, AB bayrağını sakallı amcaların elinde alırlarsa işte o zaman AB karşıtlığında İngiltere’yi yakalamamız an meselesi olur.

Türkiye’nin AB üyeliğini savunanlar; Kant size de sesleniyor: Sapere, aude!

yildirayogur@gmail.com

TARAF