Önceki hafta yazdığım, "Basına özgürlük' diye diye özgürlüğü katletmek" (15 Mart 2011) başlıklı yazımda, Oda TV ve Soner Yalçın savunucularının İklim Bayraktar meselesinin ortaya çıkmasından sonra, artık Oda TV üzerinden basın özgürlüğü savunusu yapmak ayıp olacağı için rotayı Ahmet Şık ve Nedim Şener'e kırdıklarını yazmıştım.
Yapmaya çalıştığım, basın özgürlüğünün bile çiftestandartların, çıkar hesaplarının gölgesinde savunulmasındaki; ahlaktan, etikten, özgürlük algısından nasipsiz bazılarının özgürlük havarisi kesilmesindeki ironik durumun altını çizmekti.
28 Şubat sürecinde postalların posta güvercinliği yapmış olan ve bundan dolayı da nedamet getirdiğine, özür dilediğine, özeleştiri verdiğine filan asla şahit olmadığımız bazı basın mensubu görüntüsü altındaki şahısların çıkardığı bu çıngarın aslında neye hizmet ettiğine, hangi tür hikmetler içerdiğine dair dikkat çağrısı yapmaktı.
Niyetim, ilk günlerde Oda TV için özgürlük isteyen ama İklim Hanım ortalığa çıkıp gündemlerimizde sarışın sarışın arzı endam etmeye ve ortalığa kötü kokular yayılmaya başladığında, "Biz Oda TV'ye özgürlük diyorduk ama, orada ne haltlar işlenmiş yahu?" diyen kimsenin neden çıkmadığını, niye herkeslerin sus pus olduğunu, sormaktı.
Sordum. Ve sözümden de bir milim sapmadım, hala aynı fikirdeyim.
Güya basın özgürlüğü savunusu yapanların, güya içerideki gazetecilerin derdiyle dertleniyor görüntüsü verenlerin çoğusunun, basın özgürlüğü konusundaki kabarık sabıkaları, kişisel tarihlerindeki ikiyüzlü tutumları, niyetlerini ele veriyor çünkü.
Görmek istediklerini görme, görmek istemediklerinin ise itinayla üstünü örtme konusundaki maharetlerine; manipülasyon ve sulandırma temrinlerindeki başarılarına hep beraber şahidiz ve alışığız çünkü.
Gelgelelim, Ahmet Şık'ın kitabına basılmadan yayın yasağı getirilmesinin de, ölçüyü kaçırmak, haksız eleştirilere en azından bu tür konularda hasassiyet taşıyan uluslararası camiada haklılık zemini kazandırmak anlamına geldiğini de söylemek zorundayım.
Ahmet Şık, cemaate mensup inançlı insanlara düzenlenecek bir "operasyona" ve darbeye dayanak sağlamak, kitleleri birbirine karşı şiddete ve düşmanlığa tahrik etmek ya da "örgütsel ilişki"ye hizmet amacıyla kitap yazmış olabilir, yazmamış da olabilir.
Ancak "bu kitap bu nedenle yazıldı" gerekçesini öne sürerek o metinlere el koyuyorsanız, bunu ispat etmek zorundasınız ve bu ispat yükümlülüğü de, kitabın sayfalarına "sonradan eklenmiş" notları delil göstererek üzerinizden kalkmış olmaz. Sırf o notlar yani, o kitabı darbeye delil olmak bir yana, bir hukuk devletinde sakıncalı bile kılmaz. Bırakın hukuki olmayı, moral haklılık için bile yeterli değildir bu. Uluslararası camiadan yükselen eleştirilerin Ergenekon'a zarar verir hale gelmeye başlaması da durumun üstüne tuz biberdir.
Nitekim, Ergenekon'u sulandırma tayfası o bildik Kemalist üstenciliğiyle "siz ne anlarsınız kitap yazmaktan, o kitaplara başkaları not düşebilir, hukukçular bile okur" ve benzeri nutuklarına çoktan başladı bile. Elbette bu akıl öğreten, küçümseyen, kibirli, sahil çocuğu diline rest çekme hakkını saklı tutalım, ama koskoca Ergenekon davasının kaderini Ahmet Şık'ın yazdığı kitaba bağlayanlara da ihtar çekelim lutfen.
Fethullah Gülen'in bu yazının yazıldığı saatlerde ajanslara düşen açıklaması da, tam bu nedenle müthiş bir durum tespiti ve telafisi amacı güden akılcı bir metindir.
Sahiden, şimdiye dek yüzlerce nefret söylemine konu olmuş bir hareket, şimdiye dek onlarca kitaptaki saldırılara maruz kalmış bir cemaat, niye onlardan birini yayınlanmadan toplatarak o kitabın popülaritesini arttırsın ve bu yolla uluslararası camiaya taşısın ki? O cemaat, uluslararası kuruluşların basın özgürlüğü konusundaki tepkisini toplamaya niye bu kadar hevesli olsun ki?..
Bu kadar güçlü olup olmadıkları bir yana, Gülen hareketi mensupları, kendi kendini vurmak anlamına gelecek şekilde, bir kitabı basılmadan neden toplatsın ki?
Ortada bir yargı hatası var gibi gözüküyor buradan.
Umalım da bu hata yüzünden Türkiye'nin darbelerle hesaplaşmasının tek ihtimali olarak Ergenekon davası, bir Ahmet Şık kitabına feda edilmesin... Çok küçük bir karşılık olurdu bu.
YENİ ŞAFAK