AK Parti 2002’de, % 34.5 ile iktidara geldiğinde, ne kıyametler koparttılar.
“Demokrasi bu mu? % 34.5 ile tek başına iktidar olunur mu? % 65’in muhalefetine rağmen, bir siyasi parti, tek başına ülkeyi nasıl yönetebilir” diyorlardı..
Çok eskilere gitmeye gerek yok.
Dünkü İstanbul Barosu seçimlerinde % 24 oy ile yarışı önde bitiren Ümit Kocasakal, siyasi iktidarı eleştirmek için, her televizyon programına çıktığında, “Milletvekili seçimlerindeki % 10 barajı kaldırılmalıdır” demiyor muydu?
Sözümona beyefendi demokrat ya...
“% 10 baraj”a bile tahammül edemiyor.!
O zaman buyrun, İstanbul Baro seçimlerindeki antidemokratik sisteme bir bakalım..
ÜmitKocasakal, 26 bin avukatın içinden kaç oy alabilmiş?
Topu topu 6 bin civarında..
Neye tekabül eder bu oran?
% 24’e..
Kocasakal, % 24 ile, İstanbul Barosu seçimlerini kazandı ve tek başına baroyu yönetme hakkını elinde tutacak..
Peki, nerde demokrasi?
Nerde demokratlık?
Milletvekili seçimlerindeki % 10 baraja karşı çıkanlar, kendilerinden bir oy az alanın, tek yönetim kurulu üyesi seçememesini demokratlık olarak mı görüyorlar?
Ki, % 24 oy ile, kendisi başkan seçildiği gibi, listesindeki tüm isimler de yönetim kurulu üyesi olma hakkını kazandılar!
Nerden kaynaklanıyor bu sistem?
“Çoğunluk sistemi”nden..
Milletvekili seçimlerinde de, bir dönem bu sistem varmış.
% 51 oya ulaşan tüm milletvekilliklerini, % 49 oyda kalan ise sadece havasını alıyormuş!
% 10 barajı geçtik.. Seçimlere iki aday giriyorsa, % 49 oy alan bile baraja takılmış oluyordu.
Eğer aday sayısı ikiden fazla ise.. Kazananın konumu açısından çok daha vahim durumlar yaşanabiliyor....
Hangi liste, diğerlerinden bir oy fazla alırsa, silme seçimi kazanmış oluyor.
Dünkü gibi..
4 bin 500 oy alan sıfır.. 4 bin 50 oy alan sıfır.. 2 bin civarında oy alan sıfır.. 6 bin oy alan tüm yönetim kurulu üyeliklerini kazandı.
Bu kadar antidemokratik bir seçim yani.
Ama sol çizginin avukatları, kendilerini çoğunluk gördükleri için, bu sistemin değişmesini istemiyorlar.
“Bir oy fazla alan, tüm koltukları kazansın” diyorlar.
Milletvekili seçimlerinde ise, kendileri azınlıkta kalıyorlar ya..
Sadece en fazla oy alanların değil, % 10’un üzerinde oy alanların da belli oranlarda milletvekili kazanmasını da yeterli görmüyor, tam demokrasi istiyorlar.
“% 10 baraj olmasın, % 2 oy alan bile, yerel olarak bazı noktalarda önde ise, milletvekili kazanabilsin” diyorlar.
Aslında bu düşünce makul olabilir. Hakkaniyete daha uygun olabilir.. Dolayısıyla hepten karşı çıkıyor değilim.
Ama bu teklifi yapanlar, kendilerinin önde oldukları başka seçimlerde de, aynı sistemi önerebilmelidirler.
Milletvekili seçimlerinde önerdikleri sistemi, İstanbulBarosu seçimlerinde de önerebilmelidirler..
Önermiyorlarsa, bilinçaltlarındaki demokrat karşıtlığı ortaya çıkmış oluyor.
Zaten açıktan açığa da, bunu gösteriyorlar.
İddianamelerde “darbeci olmakla” suçlananları, resmen savunuyorlar.
Önceki baro yönetimi, zorunlu avukat sistemi çerçevesinde avukat bile görevlendirmediği Ergenekon davasında, Silivri’ye özel minibüsler kaldırıyordu..
Düşünebiliyor musunuz, “zorunlu avukat” olmazsa, yargılamanın Yargıtay’dan bozulması hemen hemen kesin gibi.. Sırf aleyhte verilecek kararlar bozulsun diye, eften püften sebeblerle, zorunlu avukatları görevlendirmiyorlardı..
Ama hiç de üzerlerine vazife olmadığı halde, Ergenekon davasında avukatlık yapanların ulaşım sorununu çözmek için, minibüs satın alıyorlardı..
Bakalım yeni yönetim, aynı uygulamayı sürdürecek mi?
Bunlar da, eski yönetimin içinden çıkmadılar mı?
O halde?
O halde, İstanbul Barosu’nda her şey aynı tas, aynı hamam.
Bir darbe savunucusu gitti, diğeri geldi!
YENİ AKİT