Bir beyan ve öğüt olarak Gazze

RIDVAN KAYA

Gazze’yi konuşmayı, Gazze üzerine müzakereyi, muhasebeyi, dertleşmeyi sürdürüyoruz. Dikkatle takip etmeyi, her durumda hamd etmeyi ve İbret almayı gerektiren günlerden geçiyoruz. Yaşadığımız bu süreç bizi mutlaka çokça düşündürtmeli, hatta sarsmalı.

Gördüklerimiz bizi inancımız, kimliğimiz, değerlerimiz hususunda daha derin düşünmeye, daha yoğun çabaya, ciddiyete teşvik etmeli. İddialarımız ile pratiğimiz arasındaki uyumu gözden geçirmeye, sorgulamaya, eksik bıraktığımız bir şeyler varsa onlar üzerinde daha fazla durmaya, gayret etmeye sevk etmeli.

Hakikaten de tüm korkunçluğuna, dehşetine ve de ibret almayı gerektiren berraklığına rağmen eğer şahit olduklarımız bizi daha net bir tutuma, daha fazla salih amele yönetmiyorsa orada bir yanlışlık var demektir. Gelişmeleri Mümin feraseti ve sorumluluğuyla değerlendirme, Rabbimize kulluğumuzu geliştirme noktasında bir zaafa işarettir.

Oysa hiç kuşkusuz şu karşılaştığımız hadiseler bizim için bir fırsat mesabesindedir. Şahitlik ettiğimiz gelişmeler zihnimizi ve kalbimizi bulanıklıklardan arındırma, nefsimizle hesaplaşma, zaaflarımızı terk etme ve Rabbimize yakınlaşma için birer vesile teşkil etmelidir.

Bilelim ki hak ile batıl arasındaki ayrımın, mesafenin, uzaklığın bu kadar net biçimde ortaya çıktığı bir vasatı layıkıyla değerlendirmemek büyük kayıp olur. Tevhid akidesinin bağlılarına nasıl izzet, şahsiyet ve ahlak bahşederken, kendisinden uzak olanları, vahye sırt dönenleri nasıl da çirkinliğe, utanca mahkum ettiğinin, adeta insanlıktan sıyırıp attığının açıkça ortaya çıktığına hep birlikte şahitlik etmiyor muyuz?

Öyleyse şahitliğimizi içselleştirme, derinleştirme, eylemliliğe dönüştürme hususunda gayretlerimizi artıralım inşallah. Bakıp geçenlerden değil, görüp yaşayanlardan olalım.

Küresel Barbarlık Düzeni

Gazze bize küfrün ve zulmün ne kadar büyük bir karanlık olduğunu olanca açıklığıyla göstermiştir. Hakikati yok sayan, inkar eden; Firavunlaşan zihniyetin hiçbir insani, ahlaki ilke ile kendisini bağlı hissetmediğini ve canavarlıkta, vahşette sınır tanımadığını ispat etmiştir. Bir kere daha vahiyden, ilahi davetten, Rabbu’l-Alemin’in hükmünden uzaklaşmanın insanları adaletsizliğe, merhametsizliğe, insanlıktan nasipsizliğe sürüklediği ortaya çıkmıştır.

Düşünün ki aylardır canlı yayınlarda bir şehir içindeki tüm canlılarla birlikte vahşice yakılıp yıkılıyor. İnsanlar açlığa, susuzluğa mahkum ediliyor. Çocuklar katlediliyor, hastaneler bombalanıyor. Daha bir sürü canice eylem sistematik biçimde icra ediliyor. Ama dünyanın güçlü devletleri, kuruluşları, nüfuz sahibi çevreleri tüm bu vahşeti icra eden zalimleri, azgınları değil, onların kurbanlarını, mazlumları suçluyorlar.

İşgal edilmiş topraklarında bir halk taammüden imha edilirken dünyanın egemenleri tüm bu vahşeti ‘İsrail’in kendini koruma hakkı’ kavramıyla meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Filistin halkının var olma hakkını yok sayanlar ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ adı altında Siyonist vahşete suç ortaklığı yapıyorlar.

Bu süreç belki aramızda daha safça düşünenler için, belki zaman zaman bazı gerçekleri unutan bizler için Batı’nın asli çehresini, kurdukları düzeninin mahiyetini, kurumlarının nasıl işlediğini sarih biçimde göz önüne, gözlerimizin önüne sermiştir. Kimi zaman tutarlılık ve haklılık içerdiğini düşündüğümüz bazı söylemlerinin en temelde adil bir zemine istinat etmekten uzak olduğunu ortaya koymuştur.

Onlar ki bunca zulmün işlendiği bir vasatta sadece askeri ve ekonomik güçleriyle Siyonistlerin cürümlerine ortak olmakla yetinmemiş tüm varlıklarıyla zulmün arkasında mevzilenmişlerdir. Gazze’de icra edilen soykırımı perdelerken, sürekli biçimde Siyonist canileri mağdur rolünde sunma çabası içinde olmuşlardır. İsrail’i eleştirdiği için basın mensupları işlerinden uzaklaştırılmış, sadece kampüslerinde İsrail’in kınandığı protesto gösterilerine engel olmadıkları için en prestijli üniversitelerin rektörleri istifaya zorlanmıştır.

Tüm ilerleme, kalkınma, insan haklarına saygı, ayrımcılığa sıfır tolerans vb. söylemlere rağmen Batı Müslümanlar ve İslami değerler söz konusu olduğunda alabildiğine vahşidir, zalimdir, canavar ruhludur. Sömürgecilik ruhundan bugüne garp cephesinde çok az şey değişmiştir.

Hapsedilen bir gazeteci için büyük kampanyalar yapan, dünyayı ayağa kaldıran zihniyet 100’den fazla gazetecinin hunharca katledilmesini umursamamış, gündemine bile almamıştır. Sırf İslami direnişe meşruiyet ve alan kazandırmamak adına kiliselerin bombalanmasına, rahibelerin katledilmesine bile tepki vermemişlerdir. Lanet olsun bunların hukuk ve insanlık anlayışlarına!

Yerli Siyonistler

Gazze hadisesinin çirkin çehreleri açığa çıkarması emperyal kafirlerle sınırlı değildir. Yerli zalimlerin, İslam düşmanlarının da çirkinliklerinin olanca netliğiyle açığa çıktığı bir süreç yaşamaktayız. Geçtiğimiz hafta yaşanan tevhid bayrağı tartışması Türkçülerin, ırkçıların, Kemalistlerin, en genel tanımıyla laik ve ulusalcı zihniyetin İslami kimliğe ve Ümmet bilincine dönük nefret ve düşmanlığını tevili mümkün olamayacak bir tarzda ortaya çıkarmıştır.

Irkçı şartlanma ve Kemalist tapınma kültürünün İslami sembollere karşı bu ülkede yüz yıldır sürdürdüğü savaşın Siyonist işgal mantığından bir farkı yoktur. Bu iki zihniyet Müslümanların varlıklarını, değerlerini, haklarını gasp, tahkir ve inkar noktasında ortak paydada buluşmaktadırlar.

Bize kendi necis varlıklarını dayatırken, buna itiraz ettiğimizde imhayla, tehcirle tehdit ederken aynı mantıktan hareket etmiyorlar mı? Bizi gelişmemişlikle, geri kalmakla, terörizmle itham ederken ve tümüyle cahili, batıl, heva ürünü ideolojilerini öne çıkartırken ne kadar da birbirilerine benziyorlar!

Şöyle bir üç ay, 100 gün önceye gidelim. Suriyeli muhacirler üzerinden kıyametler kopartan bu aşağılık zihniyet vatan savunması iddiasındaydı değil mi? Sokakların güvenliği, ülkenin bütünlüğü vesaire söylemleri muhacir düşmanlığı için öne çıkartıyorlardı.

İşte aynı zihniyet bunca vahşete, bir nebze vicdan sahibi herkesi titreten korkunç zulümlere rağmen İsrail denilen canavar sürüsüne tepki vermiyor, veremiyor. Neden, çünkü İsrail ile ortak düşmana sahipler, aynı cephedeler. Onların derdinin muhacirler değil, Müslümanlar olduğu; toplumsal düzenin, gündelik hayatın İslamileşmesini kendileri için büyük tehdit olarak algıladıkları net biçimde anlaşılmalıdır.

Bu yüzden sokaklarda Filistinli kardeşleri için yürüyen insanlardan rahatsızdırlar. Bu yüzden İsrail’e destek veren firmaların ürünlerinin boykot edilmesine karşı çıkmaktadırlar. Bu yüzden Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlamaktadırlar.

Bunlar Suriye’de Esed adlı canavarı kahraman olarak görürken de aynı ruh haliyle davranmaktaydılar. Sivilleri vahşice katleden, şehirleri hunharca yakan yabancı güçlerin kuklası konumundaki bu aşağılık rejime övgüler yağdırırken temel motivasyonlarının İslami harekete, Ümmet aidiyetine, Müslümanların birliğine düşmanlık olduğu açıktır.

Azgınlaşan İslam Düşmanlığı

Aynı çirkinlik bugün de tevhid bayrağı düşmanlığı şeklinde karşımızdadır. Bu ırkçı kafa yapısı Tevhid bayrağının simgelediği Ümmet aidiyetinin yerine ulusal kimlik, cahili asabiye öne çıkartma çabasındadır.

Hilafet bayrağı saptırması, Suudi bayrağıyla benzerlik tevili, “Gazze’ye biz de üzülüyoruz ama…” demagojisi vs. tüm bu sözler, argümanlar İslam’ın dönüştürücü ve kuşatıcı bir hayat tarzı olduğu gerçeğine karşı konumlanmış bir anlayışla, cahili bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuz hakikatini değiştirmemektedir.

İslam’dan öylesine uzak ve de zalimdirler ki, dünya tarihinin gördüğü en vahşi katliamlardan biri tüm hunharlığıyla devam ederken dahi “biz Türküz, bizim Filistin diye bir davamız yoktur” deme alçaklığını sergileyebilmişlerdir. Hiç kuşkusuz onlar tuğyanın askerleridirler.

Zalimlik, Müslümanlara karşı düşmanlık ya da umursamazlık sadece ırkçı, milliyetçi çevrelerle sınırlı bir hastalık değildir. Genel manada solcu, liberal kesimlerde de aynı hastalığın izleri görülmektedir.

Her konuda konuşan, ahkam kesen, küçük büyük her tartışmada taraf olan, en basit, sıradan sorunları bile siyasallaştıran bu çevreler ne yazık ki Gazze’de işlenen soykırım karşısında gayet pasif, etkisiz bir görünüm içindedirler. On binlerce insanın katledilmesini ya suskunlukla ya da cılız tepkilerle savuşturmuşlardır.

Osman Kavala’dan sokak hayvanlarına, yargılanan gazetecilerden hakeme yumruk hadisesine kadar pek çok hadisede yeri göğü inletenlerin Gazze’de icra edilen vahşet karşısında tepki düzeylerinin bir hayli düşük olduğu gözden kaçmamalıdır.

Bu hali Suriye’de de yaşamadık mı? Kadın cinayeti, taciz-tecavüz tartışmalarında kıyameti koparanların, herkesi insanlık testine tabi tutanların on binlerce kadını katleden Esed canavarına karşı sus pus olmadılar mı?

Aynı güruh bugün de İsrail’i lanetleme hususunda gayet pasif bir tutum içindedir. İsrail’i kınama, protesto adına bir söz söylediklerinde, bir eylem yaptıklarında da İsrail’den, ABD’den ziyade Müslümanları eleştirmekte, hükümet üzerinden İslamcılıkla hesaplaşmaktadırlar.  

Özetle, Gazze hem içeride hem dışarıda pek çoklarının maskesini düşürmüştür. İslam düşmanlığının nasıl iflah olmaz bir hastalık, bir zehirlenme olduğunu bir kere daha göstermiştir. Allah Teala bizi bu tür sapıklara karşı her daim uyanık eylesin, bizlerle onların arasını doğu ile batıyı ayırdığı gibi ayırsın!

Ve yine Gazze, sadece zalimlerin, kafirlerin eylemleriyle küfrün ve zulmün mahiyetini ortaya çıkarmakla kalmamış, mücahitlerin direnişi, Gazze halkının sebatı ve tevekkülü ile imanın mahiyetini de net biçimde dünyaya haykırmıştır.

Daha Fazla Çaba Sarfetmeliyiz! 

Allah Teala gördüklerimiz, şahit olduklarımızdan dersler çıkarmayı hepimize nasip etsin. İman iddiamızı gerektiğinde ağır bedeller ödeme pahasına da olsa layıkıyla taşıma bilincini bizlere de bahşetsin!

Hepimiz hayırlı, salih amellerimizi çoğaltma çabası içinde olmalıyız. Yapıp ettiklerimizi yeterli görmemek, daha fazlasına, daha iyisine gayret etmek zorundayız. Bugünler fırsat günleridir. Bizzat, filen Siyonist canilerle savaşma imkanımız yok ama farklı araçlarla kardeşlerimize yardım etme imkanımız mevcut. Öyleyse bunu ifa edelim, geciktirmeyelim, belirsiz bir geleceğe ertelemeyelim. Ne zaman dünya hayatımızın sona erip amellerimizin kesileceği hususunda bir bilgiye sahip değiliz.

Resulullah (s) yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun buyurmuştur. Allah Teala’ya hamd olsun yarım hurmadan çok fazla imkanımız var. Ayrıca sesimizle, tebliğ ve dayanışma çabalarımızla da kardeşlerimize destek olma imkanımız mevcut. Öyleyse bunu yapalım. İnfaklarımızı çoğaltalım, eylemlere daha yoğun katılalım, sloganlarımızı daha gür sesle haykıralım. Malımız, sesimiz, duamızla kardeşlerimizin safında olduğumuzu gösterelim 

Bizler yaşadığımız hayat meşgalesinden, hiç bitmeyen, azalmayan dünyevi hesaplarımızdan ötürü ahiret hayatını uzak, çok uzakta algılama eğilimindeyiz maalesef. Oysa Gazzeli kardeşlerimiz cenneti ne kadar da yakın hissediyorlar. Gerek kendileri gerek sevdikleri için cennetin hemen yanıbaşlarında olduğuna dair bu mutmainliklerine gıpta etmemek mümkün değil. Allah Teala bize de bu şuuru lutfetsin, ahret bilinciyle hayatımızı güzelleştirmeyi; cehennem korkusuyla ve cennet arzusuyla salih amellerimizi çoğaltmayı bize kolaylaştırsın!