Bir Başka Açıdan 28 Şubat

MUSTAFA SİEL

 

Temelleri 1990’larda atılmaya başlanıp 28 Şubat 1997’de deklare edilen, bir derin devlet örtülü darbesi olan 28 Şubat’ın fail ve taraftarlarınca bin yıl süreceği iddia ediliyordu amma, neredeyse 10 yıl bile sürmedi dense mübalağa edilmiş olmaz sanırım.

28 Şubat hakkında çok şeyler söylendi ve yazıldı bu güne kadar. Halende sözlü ve yazılı değerlendirmeler devam ediyor ve edecek. Üstelik sürdürülmekte olan bir soruşturma safahatı mevcut olup, bu süreçte vitrinin önünde görünenlerden bir kısmı tutuklu sanık konumundalar. Soruşturma ve tutuklamalar, süreç ilerledikçe vitrinin arkasında – mutfakta yer almış olanlara doğru derinleşiyor. 10 yıl bile sürmeyen 28 Şubat örtülü darbesi, daha 16. yıldönümünü idrak ederken, derdest edilen faillerinden bir kısmı ile birlikte yargı önüne çıkarılma konumunda.

Gelinen nokta, 28 Şubat örtülü darbesinin hedeflerine ulaşmak bir yana, statükoyu bile koruyamadığını, statükonun 28 Şubatın çok gerilerine doğru gerilemek zorunda kaldığını gösteriyor. Tabiî ki hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır kaidesince, 28 Şubatçıların asla pes etmeyeceklerini, müdafaa hattını gerilere çekerek, kalan mevzilerini var güçleriyle korumaya çalışacaklarını unutmamak gerekir.

Nitekim son günlerde açık mücadeleden vazgeçen ordu ile üyelerinin kompozisyonu değişen yargının iyice gerilere çekilmesine rağmen, İstanbul Barosu gibi yarı resmi kurumların hala mevzilerini terk etmediklerini ve adeta intihar saldırısı yaparcasına son mermilerini atmaya uğraştıklarını görüyoruz. Bu arada, son günlerde eylemlerini yoğunlaştıran ve kendilerini patlatan DHKP-C üyelerinin de 28 Şubatçılarla ideolojik ve hedefsel yakınlığını da sorgulamak gerekir.

Gelinen durum itibarıyla şunu söylemek doğru olur diye düşünüyorum. 28 Şubat, faillerinin ayağına dolanıp onları devirmiş, ava çıkanlar avlanmıştır. Yüce Allah’ın pek çok ayette, peygamberlere karşı olan memleketlerin ileri gelenleri hileli tuzaklar (mekir) kurdular, Allah’ta onların hileli tuzaklarını başarıya ulaştırmadı  ve başlarına doladı buyurduğu gibi; 28 Şubatçıların plan ve tuzakları onları amaçlarına ulaştırmak bir yana, adeta yok oluş süreçlerinin başlangıcı olacak bir dönüm noktası olmuştur.

Eğer 1990’larda başlayan örtülü darbe süreci 28 Şubat seviyesine – dozuna çıkarılmadan devam ettirilseydi, belki de şu anda hala malum odaklar örtülü iktidarlarını devam ettirecek; perde arkasından yaptıkları manipülasyonlarla başımızda boza pişirmeye devam edeceklerdi.

28 Şubatın bu şekilde ters teperek sahiplerini vurması, kanaatimce tamamen Yüce Allah’ın bir takdiridir. Çünkü ne İslamcıların, nede liberaller gibi diğer laik ordu muhaliflerinin, gelinen sonucu ortaya çıkaracak kadar güçlü bir muhalefetinden ve çabasından bahsedilemez.

Burada Özgür-Der’in bu sürecin başlangıcından tasfiyeye kadar olan süreçteki kesintisiz muhalefeti ile bu muhalefetini en sıkıntılı günlerde bile eylemlerle ortaya koymasını, istisna misallerden olarak kaydetmek gerekir.

28 Şubatçıların bu süreçteki en ölümcül hatalarından birisi de, sadece kendileri için yakın tehlike olan radikal İslamcıları değil de, kendileri için ancak potansiyel tehlike olan gelenekseller dahil tüm islami grupları ve hatta direkt bir tehlike arz etmeyen muhafazakar (laiklerin sevdiği tabirle mütedeyyin) kitleyi de bir anda ve topluca aynı kefeye koyarak hedef tahtasına oturtmaları olmuştur.

Bunun neticesi islami grupların kendi aralarında ve bütün muhafazakar kitle ile islami gruplar arasında bir yakınlaşma ve kader birliği algısı oluşmuştur ister istemez. Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu algı hala devam etmekte; birbirlerine en zıt olan islami camialar bile asıl - mutlak düşmanın kim olduğunun bilinçaltıyla birbirlerini harcayamamaktadırlar.

28 Şubata kadar derin devlete saygılı ve yakın olan muhafazakar kitle, bu süreç neticesinde derin devletten kopmuş ve kaderini bir şekilde İslamcılara bağlamıştır. AK Partinin süregelen seçim başarılarının temelini bu kader birliği algılaması oluşturmaktadır kanaatindeyim.

Bu saatten sonra muhafazakar kitlenin bir daha bu derin devlete meyletmesini pek mümkün görmüyorum. Bu kitle artık en fazla İslamcı partiler ve gruplar arasında tercihlerde bulunacak, her geçen gün İslamcılara ve İslamcılığa daha fazla yakınlaşacaktır diye düşünüyorum.

28 Şubatçılar ile atadıkları sivil siyasetçilerin işleri elleri ve yüzlerine bulaştırmaları ve içinden çıkılamaz duruma getirmeleri; halkın muhafazakar kısmı nezdinde 28 Şubatçıların ve zihniyetlerinin biletlerinin kesilmesine yardımcı bir vesile olmuştur.

Üstelik ekonomi üzerinde yaptıkları ağır tahribatlar neticesi, zorunlu olarak alınan mali tedbirlerinin de etkisiyle 2008’lerde görülen dünya ekonomik krizinden az etkilenilmesi de, 28 Şubatçıların kendi kendilerini tasfiye sürecine dolaylı katkı sağlamıştır.

Hep söz konusu edilen bir tesbit vardır. 28 Şubat sürecinde radikal İslamcılar iyi bir imtihan verememişler, savrulup kaybolmuşlardır. Bu saptamaya genelde katılmakla beraber, bu savrulmanın nedenlerini irdelemek gerektiğini düşünüyorum.

Tevhidi kesim 28 Şubat sürecinde elbette bir takım sıkıntılar çekmiş, eziyetler görmüştür. Lakin bunların hepsi sonradan genelde telafi edildiği gibi, diğer geleneksel islami camialar ve hatta muhafazakar halktan bazıları daha büyük zararlar ve sıkıntılar görmüşlerdir.

Tevhidi kesimin ve bütün olarak İslamcıların bu süreçte uğradığı sıkıntı ve zararların, diğer islam memleketlerindeki İslamcıların çektikleri ile kıyaslanması ise mümkün değildir. En yakınlarda, Libya ve şu anda Suriye’de çekilen sıkıntı ve uğranılan zararların yanında devede kulak bile sayılmaz.

Kanaatimce camiamızda ki savrulmanın temel nedeni şudur. Tevhidi İslamcı camia, 28 Şubat süreci başladığında, zaten içten içe bir çözülme süreci içindeydi. 28 Şubat süreci, bu çözülmeyi açığa çıkarttığı gibi, iyice hızlandırdı aynı zamanda. Yani 28 Şubattaki savrulmalar, sürecin kendisinden değil, radikal İslamcıların süreç başladığında gün yüzüne çıkmaya başlayan bireysel ve sosyal iç zaafiyetlerinden kaynaklanıyordu.

Bu meyanda 28 Şubatın tevhidi islami harekete bir zarar vermediğini, bilakis dökülmesi gerekenlerin dökülmesine vesile olarak, kalan az kısmın yoluna daha sağlıklı ve sağlam olarak devamına vesile olduğunu düşünüyorum.

Bu süreç aynı zamanda, kalanlar için ayaklarını yere basmaları, gerçekçi projeler ve çalışmalar içine girmeleri, geleneksel İslamcı camialar ile muhafazakar halk kitlesinin islami duyarlılığını dikkate alarak, onları karşılarına değil, derin devlete karşı yanlarına yada arkalarına almaları gerektiği gibi dersler vermiştir.

Kanaatimce 28 Şubata kadar olan süreçteki tevhidi islami hareketler genelde, ütopik ve şabloncu, kendini aşırı önemseyen ve abartan, geleneksel islami camialar ile muhafazakar halk kitlesinin islami duyarlılık ve faaliyetlerini kaale almayan bir anlayışa sahipti. 28 Şubat süreci, camianın önemli bir kısmı açısından bu hatalarının farkına varma; daha gerçekçi proje ve faaliyetlere girişme yönünde ders alma fırsatı verdi.

28 Şubat aslında ittihat ve terakki tarafından tohumları atılıp, cumhuriyetin ilanı ile gün yüzüne çıkan ve gelişen, 27 Mayıs ve 12 Eylül ile geçerliliğini güncelleyen, 27 Nisan 2007 e muhtırası ile tekrar gün yüzünden çekilip toprak altına çekilen bir sürecin tepe noktalarından biridir. 28 Şubatın Suriye’deki Baas ideolojisi takiyyesi altında azınlık diktatörlüğünün Türkiye’ye uyarlaması çalışmalarının bir yansıması olması da kuvvetle muhtemeldir.

Bu gün 28 Şubat sürecinin toprak üstündeki gövdesi ortadan kaldırılmışsa da, toprak altında her an yeniden filizlenmeye hazır kökleri mevcut olup; toprak ve iklim şartlarının müsaitleşmesini beklemektedir. Bu nedenle rehavete kapılmamak, sürgün verdiği anda hemen bu sürgünleri yok etmek; toprak altında çimlenmeyi bekleyen kök unsurlarını tamamen kurutacak ve bir daha çimlenmesine imkan vermeyecek çalışmaları mutlaka yapmak gerekmektedir.

Hiç unutmamamız gereken bir gerçek vardır. Bir atasözünde veciz olarak ifade edildiği gibi, “Su uyur, düşman uyumaz.”