Bir arayışın çığlığı: Arthur Rimbaud

Sefa Saygılı, şair Arthur Rimbaud'nun hayat hikayesine odaklanıyor.

Prof. Dr. Sefa Saygılı / Fikriyat

Bir arayışın çığlığı: Arthur Rimbaud

Daha on beş yaşında yayınladığı şiirlerle dünya çapında meşhur olan Rimbaud'un maceralarla dolu hayatı onu sonunda hakikatin eşiğine getirmiştir.

Fransız şair Arthur Rimbaud, 1854'te Cherleville'de doğdu. Fakir bir ailenin oğluydu. Çocukluğu bu yüzden sıkıntı içinde geçti. Babası, doğumundan az sonra Kırım Harbi'ne gitmişti. Annesinin katlanılmaz gururuna ve zengin kızı inatçılığına pek ayak uyduramıyordu. 1860 yılında, daha 6 yaşındayken annesinden de ayrı düştü ve yokluk yüzünden hiçbir ailenin bulunmadığı bir sokağa yerleşmek zorunda kaldı.

Fevkalade kabiliyetli ve asi karakterli bir gençti. Daha 15 yaşında iken yayınladığı şiirlerle meşhur olmaya başladı. Saatini satarak, elinde çok küçük yaşta yazdığı şiirleriyle Paris'e kaçtığında, henüz 17 yaşındaydı. Bu yılda en ünlü şiirlerinden "Uyuyan Vadi" ile "Sarhoş Gemi"yi yazdı.

Henüz 16 yaşındayken evden kaçıp Paris'e gitti. Bunu toplamda üç kez yaptı. İlkinde trenle, diğer ikisinde yaya olarak, günlerce yürüyerek Paris'e ulaştı. Paris'te büyük şair dostu Verlaine'la buluştu. "Gel büyük ruh" diyerek çağırmıştı dostunu ve Paris entelektüel çevrelerince bir mesih gibi karşılanmıştı. Kim miydi Rimbaud? Dünyanın her santimini yaşamış, Nuh tufanından bu yana her şeyi görmüş birisiydi. Hakikatin peşinde çıldırarak tükettiği, devasa bir şiir anıtıydı. Sosyalistler Paris Komünü Ayaklanması'nda devrim peşinde koşarken, o şiirleriyle şiir tarihinin sessiz sedasız en büyük devrimlerinden birini hem de çocuk denebilecek bir yaşta gerçekleştiriyordu. Farklıydı, sesi kimseye benzemiyor, görülmemiş bir ülkeden bambaşka şeyler getiriyordu. Tek başına modern şiiri kurdu, gencecik ama devasa bir şair olarak.

Devamlı tefekkür halindeydi. Kendi benliğini düşünüyordu. "Ben'in bir başkası olduğunu" ve "şair olmak isteyen bir insanın her şeyden önce kendi kendisini tanıması gerektiğini" söylüyordu. Kişinin kendisini görmesini; yaşadığını bilen "şuurun ve bakışın zirvesi" olarak tarif ediyor ve "gören kişi olmak gerek" diyerek ekliyordu:

"Şair, bütün hislerini uzun, sonsuz ve mantıklı bir şekilde kaidelerden kurtararak gören kişidir."

Kendine aşırı güveninin ve bir nevi benliğini putlaştırmasının ardından isyana kalkışıyordu. "Toplum düzenine, toplumun bütün müesseselerine, idare şekline, kanunlara, fazilete, geleneklere ve özellikle de sevmediği bu müesseselerin öz kaynağı olan dine" karşı çıkıyordu. Artık o, isyankâr bir tanrıtanımaz ve dinsiz bir sosyalistti. Kilise duvarlarına "Tanrı'ya ölüm" yazarak bunu açıkça ilan ediyordu.

1871'de komünist anayasa taslağı hazırladı. "Mülkiyetin parçalanması büyük bir kötülüktür." gibi iddialarda bulunuyordu. Napolyon'a sosyalizmi kurmadığı için kızıyordu.

Fakat ateistlik de çıkar yol değildi. İçinde bulunduğu sonsuz kâinatı ve tabiatı görüyor, tefekküre dalıyordu. Bunalımı devam ediyordu, üstelik şiddetlenerek...

Geleneksel güzellik kavramına savaş açtığı bir bunalım içindeydi:

"Güzellik'i dizlerime oturttum bir akşam

Ve acı buldum onu.

Ve sövdüm ona" diyordu.

Mücerret düşünce ve seziş melekesini, ilâhî hikmetlerin erişilmez ve içine girilmez kapısına kadar itebilmiş ve nihayet aklını kaybetme korkusu ile şiiri bırakmak zorunda kalmıştı. Yoksa Nerval gibi intihar edebilir ve Hölderlin, Nietzsche ve Artaud gibi çıldırabilirdi. Mücerret fikri o hale getirmişti ki, ilâhî azameti her noktada görür olmuştu. Defterine, "En küçük bir teşbih yapsam delireceğim, o hale geldim." şeklinde not düşmüştü.

Çıldırma ve aklını kaybetme korkuları üzerine şiirden sonra edebiyatı da bıraktı. Her şeyi bırakıp ufuklara doğru yelken açmak arzusunu dile getirdi: "Ayrılıyorum Avrupa'dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası, yağızlaştıracak derimi yitik mevsimler."

Bir coğrafya cemiyetine üye olarak Afrika'ya gitti. Edebiyattan ve tefekkürden o kadar ürkmüştü ki, bir tek kelime mecaz, teşbih, tasvir kullanmadan "Güneş battı, yağmur yağdı, şu oldu, bu oldu." gibi kuru raporlar veriyordu.

Daha sonraki yıllarda, hayatının garip tecellileriyle karşılaşacaktı. Hayatı boyunca dine ve Tanrı'ya saldıran, parayı iğrenç bir maden parçası olarak gören Rimbaud, bu sefer altın uğruna, zenginleşme uğruna köle ticaretine, silah satışına el atıyordu. Artık, insanlara faydalı olmaktan vazgeçmiş, acımasız ve paraya tapınan bir tüccar olmuştu. Irkçılığa karşıyken zencileri renk, dil ve davranışlarından dolayı horlamakta, tiksinmekte, yemeklerini köpek yalağına benzetip iğrenç bulmaktadır.

Rimbaud'nun Afrika'da tanıdığı bazı insanlar, ona değişik gelmiş ve dikkatini çekmişti. Bunlar doğruluktan ayrılmayan, emin ve tevekkül sahibi Müslümanlardı. Bu cana yakın ve ciddi müminlere elinde olmadan imreniyordu. Hemen Fransa'ya bir mektup yazdı.

"Aşağıdaki adresime, ödemeli olarak, en iyi çevrilmiş Kur'an tercümesini (varsa asıl metinle karşılıklı olanını) en kısa zamanda gönderirseniz size çok minnettar kalırım."

Derken Rimbaud, "Gerçek hayat var değildir. Biz dünyada değiliz." demeye başladı. Artık o bir zenci gibi kapkara, çıplak kafalı, çıplak ayaklı forsaların kılığında bile görünebiliyordu. Batılılardan uzaklaşmıştı. 1885'te Avrupalılar için şöyle diyordu: "Benim ömür boyu sürecek bir aptallık içinde olduğumu iddia eden cahil ve görgüsüz bu kişilerle şiddetli bir tartışma yaptıktan sonra işimi bıraktım. Bu adamlara çok hizmetlerim oldu. Onlar, bütün hayatım boyunca kendileriyle kalacağımı ve keyiflerine hizmet edeceğimi sanıyorlardı. Beni alıkoymak için her şeyi yaptılar, fakat ben onları, sağladıkları bütün avantajlar ve ticaretleri ve o korkunç işyerleri ve o kirli şehirleriyle şeytana havale ettim. Canı cehenneme dedim onlar için."

Artık Rimbaud, Afrika çevresinde sevilmeye başlandı. Çünkü cömert ve iyilikseverdi. Doğruluğu ve adaleti sebebiyle seviliyordu. Yerliler onu "doğru terazi" lakabıyla çağırıyorlardı. "Onda Kur'an'la İncil'in ilginç bir karışımı, birbirine geçmişliği" vardı. Yerlilerin gözünde bir Müslümandı. İş mektuplarını mühürlediği kaşesi "Allah'ın kulu" anlamında "Abdullah" kelimesiyle birlikte bir Kur'an ayeti taşıyordu.

Talihsiz şair, sonunda hakikate yaklaşmış, fakat hakikatin içinde henüz eriyemeden gençliğinde yaşadığı bohem hayattan kaptığı frengi yıllar sonra ortaya çıkmıştı. Sağ bacağındaki kanser uru sebebiyle çektiği korkunç ağrılar yüzünden yataktan kalkamaz hale geldi. Bu yüzden bacağı ameliyatla kesilmek zorunda kalındı. "Ne yapalım, Müslümanların dediği gibi alnımıza böyle yazılmış!" diyordu. Ve bu isyankâr şair şöyle devam ediyordu: "Eh, ne yapalım, kaderime boyun eğeceğim. Alınyazım nereye atarsa orada öleceğim."

Durumu kötüleşince gelen din adamı, kız kardeşine "Kardeşinizin inancı var, daha ne istiyorsunuz yavrum? Hem şimdiye kadar böylesine güçlü bir inanç görmedim ben." demişti.

Rimbaud daha 37 yaşındayken, 1891 yılında Marsilya Hastanesinde sağ bacağı kanserli bir tümör sebebiyle kesildikten birkaç ay sonra vefat etti. Hayata gözlerini kaparken Arapça olarak aynen şu yüce kelimeleri tekrarlıyordu: "Allah kerim, Allah kerim."

Geçtiğimiz yıllarda Fransızların yaptığı belgesel bir filmde (TRT-2 ekranlarında gösterilmiştir) Rimbaud, başında takkesiyle namazlara devam eden bir Müslüman olarak takdim edilmiştir.

Rimbaud'un arayış ve zıtlıklar içinde geçen fırtınalı hayatı, onu hakikatin eşiğine kadar getirmiş, bu esrar dolu şair, eşikten içeri âlemlerin Rabbinin sonsuz rahmetine makes olan (yansıtan) kelimelerle mağfiret iklimlerine intikal etmiştir.

Şu mısralarla davet onundur:

"İnanmak yüreğe sükûnet verir.

Allah'a akılla gidilir, gelin!..."


KAYNAKLAR

1) Meydan Larousseu Ansiklopedisi.

2) Büyük Şairler ve Şiirleri.

3) Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Necip Fazıl, Büyük Doğu Yayınları.

4) Rimbaud'un Mektupları. Düşün Yayınevi.

5) Eğik Ehramlar, Sezai Karakoç, Diriliş Y.

6) Arthur Rimbaud: Cehennemde Bir Mevsim! Ferda Fidan Cumhuriyet Kitap, Sayı: 1708.10 Kasım 2022.

Biyografiler Haberleri

"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?
Filistin cihadına adanmış bir ömür: İsmail Heniyye