Önceki İtalya seyahatimde iş için geldiğimden Roma’ya uğramaya vaktim olmamış ve bunu epey dert edinmiştim. İtalya demek biraz da Roma demekti ne de olsa… Bu kez İtalya seyahatimizin merkezine Roma’yı koyduk. İtalya’nın başkentini gezmek için iki günümüz var ve biz dolu dolu geçirmek için programımızı yaptık. Eşimle ekipten ayrılarak yalnız gezmeye ve Roma’yı gecesiyle gündüzüyle kendi başımıza dolaşmaya karar verdik. İçimdeki ses, kaybolmaya hazır olduğumuzu söylüyor!
Elimizdeki tanıtım broşüründen Roma’nın İstanbul’la benzer özellikleri olduğunu öğrenince heyecanlanıyorum. Roma da tıpkı İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş ve tarih boyunca imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehir. Şehrin muhtelif yerlerine gitmeden önce hemen her kültür şehrinde bulunan ve şehir turu yapmamızı sağlayan otobüs şirketlerini araştırıyoruz. Ve istediğimiz duraktan indi bindi yapabileceğimiz bir turdan biletlerimizi alıyoruz. ( Hope-On Hope Off olarak biliniyor) İşte otobüsün ikinci katındayız. Caddeleri, insanları, mağazaları kuşbakışı izleyebileceğiz. Fakat bazen dünyanın en merak ettiğiniz şehrinde de olsanız, mideniz açlık sinyalleri verince gördükleriniz adeta gözünüzden beyninize geçmez, oradan da yüreğinize. İşte tıpkı öyle kilitlenmiş haldeyim. Otelde sabah kahvaltı yapmadığım için açlık refleksiyle çantamdaki sandviçi çıkarıyorum. Benim için yurtdışı seyahatlerinin kronik üçlüsü, ekmek, karper ve biber… Yani gittiğiniz yerin besin kültürü size uymuyorsa, her halükarda ve her yerde sandviçe talim. Nihayet gözüm açılmaya başlıyor…
Antik Kent Roma
İşte caddelerinde otobüsle ağır ağır yol aldığımız Roma’ya ait bazı temel bilgiler:
İtalya’nın başkenti olan Roma gerek tarihi konumu gerekse Katoliklerin ruhani lideri Papa’nın yaşadığı bağımsız devlet Vatikan’ın da içinde bulunması hasebiyle Avrupa’nın en gözde şehirlerinden kabul ediliyor. Dünyanın en çok ziyaret edilen 11. Avrupa’nın ise 3. Şehri. 1000 km. kareyi geçen yüzölçümüyle ve 4 milyonu aşan nüfusuyla Avrupa’nın en büyük şehirlerinden birindeyiz aynı zamanda. 2800 yıllık geçmişi ve tarihinin korunmasıyla kültür başkenti olarak nam salmış Roma keşfedilmeyi bekleyen bir açık hava müzesi gibi önümüze seriliyor adeta… Ve Roma için söylenmiş ünlü sözlerden biri geliyor aklıma… “Sadece Paris Roma’nın değerindedir. Sadece Roma Paris’in değerindedir.” Neden böyle söylenmiş bunu ancak sorguluyorum. İki şehri de görmüş biri olarak Roma’ya haksızlık yapılmış denebilir kanımca.
5. Yüzyıl’a kadar Batı Roma İmparatorluğu’na başkentlik yapan Fakat Doğu Roma’nın namı diğer adıyla Bizans’ın MS. 330’da merkezini İstanbul’a taşımasıyla başkent unvanını yitiren Roma bu gün ise İtalya’ya başkentlik yapmakta. Otobüs Roma caddelerinde yoğun sayılabilecek bir trafiğin içinde yol alıyor. Cadde boyunca sağlı sollu sıralanan tarihi yapılar arasında fotoğraf alarak ilerliyoruz. Hemen her bina sanki tarihten bir iz, bir işaret sunuyor. Her yapısıyla tarihi bir vesika olan Roma’yı anlamak ve anlatmak ciddi efor gerektiriyor. Ve hava yine çok sıcak.
Vatikan
Bir saate yakın süren şehir turunun ardından Vatikan durağında inip, Nüfusu 1000 kişiyi bulan dünyanın en küçük ülkesini gezmeye niyetleniyoruz.
Kendi bayrağı, kendi askeri, kendi yönetimi olan Vatikan, kendi çapında küçük bir devlet olsa da Roma’yla bütünleşmiş ve bu sembolik durum biraz da tuhaf bir hal almış bana göre. Gerek komik kıyafetleriyle bir mizanseni çağrıştıran İsviçre askerleri tarafından korunuyor olması gerekse nüfusunun yalnızca erkeklerden oluşması süregelen bir geleneğin sadece yaşatılma gayretinden ibaret sanki. Çevresi yüksek duvarlarla kaplı ve kameralarla görüntülenen Vatikan’ın hem devlet başkanı hem de Katolik dünyasının ruhani lideri Papa’nın sözleri ise burada yasa hükmünde.
Sen Pietro (Aziz Petrus) Bazilikası
İşte Vatikan sınırları içinde yer alan Roma’daki dört büyük bazilikadan birinin önündeyiz. Vatikan’ın en gösterişli binası da denebilir. San Pietro aynı zamanda Katoliklerin en önemli ve en görkemli kilisesi. Dışarıdan büyüklüğü tam olarak anlaşılmıyor, içeri girdiğinizde ise ne kadar büyük bir yapı olduğuna şaşıp kalıyorsunuz. Fakat buraya sabah geldiğimizde kapısında içeri girilmeyecek kadar uzun bir sıra olmasına ve umudumuzu yitirmemize rağmen, öğleden sonra bilet alma ve sıraya geçme olayının bittiğini görünce gözlerimize inanamıyoruz. O devasa kalabalığın nereye kaybolduğunu merak edip bunu yanımızdan geçmekte olan iki rahibeye soruyorum. Rahibelerden gelen cevap gayet iç açıcı. “Bugün Çarşamba ve bazilika için halk günü.” Yani öğleden sonra giriş çıkış serbest. Ne güzel haber! Böyle durumlarda sıra beklemek bazen gezme isteğinizi azaltır. Birden isteğimiz ve enerjimiz yerine geliyor.
Önce San Pietro Meydanı’ndan geçiyoruz. Meydanın sağında ve solunda 300 civarında traverten sütunun oluşturduğu iki yarım ay var. Bunların tam ortasında ise Mısır’dan getirtilen bir dikilitaş bulunuyor. Bazilikanın içine giriyoruz. Bazilika, ismini Hz İsa’nın havarilerinden San Pietro’dan (Bir diğer adıyla Aziz Petrus’tan) almış. San Pietro Hz. İsa'nın ölmeden önce Son Akşam Yemeği'nde kendisine cennetin anahtarını verdiğine inanılan havarilerin başı olarak rivayet ediliyor. Bir başka rivayete göre San Pietro, dönemin Kralı Neron tarafından hunharca burada öldürüldüğünden, Vatikan onun anısına buraya kurulmuş.
Bazilikanın içine girer girmez sağda San Pietro’nun bronzdan yapılan heykeli göze çarpıyor. Elinde bir anahtar tutan Pietro Sanırım bazilikanın en ilgi gören heykeli. Ziyaretçilerin dokunması ve öpmesi sonucu ayağı aşınmış. San Pietro’nun elindeki anahtar, sürdürülen gelenekle bir papadan diğer papaya geçmekteymiş. Bu gelenek bana Katolikler tarafından bir nevi cenneti sahiplenme; Hristiyanlık’taki ruhban sınıfının günah çıkarma ve cennetten arsa satma gibi ritüellerini çağrıştırıyor. Bu tarz şematik ve sembolik ritüeller zihnimde tuhaf birer mizansenden öteye geçemiyor. Hayatla örtüşen bir yanını da göremiyorum. Aynı şeyleri (Bazilika haline getirilen) Macaristan’daki Estergon Kalesi’nde bir pazar ayini sonrası şaraba ekmek batırarak yiyen Hristiyan cemaati gözlemleyince de düşünmüştüm. Hazreti İsa’nın insanlığa tebliğ ettiği Tevhid Dini’nin, algıda ve şekilde böyle tuhaf sembollere indirgenmesi ruhu örseliyor. Belki de kilise gezmeyi sevmeyişim de bu yüzden. Sanki bir görevi tamamlama psikolojisindeyim yine. Ayrıca bütün şaşaasına rağmen buranın atmosferi daha önce gezdiğim pek çok kiliseden daha sıkıcı ve resmi geliyor. Sanki bir ibadethaneyi değil de müzeyi geziyormuşum gibi hissediyorum.
Bazilikanın içi, Rönesans barok mimarisinin belirgin özelliklerini taşıyor. San Pietro dünyadaki tüm kilise ve bazilikaların en büyük ve gösterişlisi olarak kabul ediliyor. Bazilikanın içinde o kadar çok resim ve heykel var ki hepsine yüklenen misyonu birkaç saate sığdırmak olacak gibi değil. Üstelik renk ve tasvirler birbiriyle uyumlusuz, gözü ve zihni yoruyor. Biraz rehber, biraz katalog yardımıyla geziyoruz. Bazilika ilk yapıldığında oldukça küçük bir mimariye sahipmiş. Rönesans döneminde, ünlü mimar ve ressamlar tarafından büyütülmüş ve restore edilmiş. Kilise’nin meşhur kubbesinde ve içindeki bazı heykellerde ünlü İtalyan ressam ve heykeltıraş Michelangelo’nun da imzası var. Özellikle Pieta olarak bilinen; Hz Meryem’in çarmıhtan indirilmiş Hz. İsa’yı taşıdığı dev heykel, ziyaretçilerinden hayli ilgi görüyor. Bu heykel daha önce bir kişi tarafından çekiçle saldırıya uğradığı için cam bir bölmede koruma altına alınmış. Meryem Ana'nın kemerinde Michelangelo'nun imzası var ve bu imzaladığı tek eseriymiş. Ayrıca Michelangelo bu mermer heykeli tamamladığında sadece 25 yaşındaymış.
Bazilikanın 136 metre yüksekliğindeki kubbesine asansörle çıkıp Roma’yı seyretmek de burada önemli bir gelenek. Fakat vaktimiz sınırlı ve sıraya girmeyi göze alamadığımız için bundan vazgeçiyoruz.
Piazza Venezia (Venedik Meydanı)
Bir diğer adıyla Özgürlük Meydanı olarak da bilinen Roma’nın belki de en ünlü meydanı Piazza Venezia’dayız. Burası da Roma’nın en önemli sembollerinden biri. Meydanın ortasında Meçhul Asker Anıtı da denen Vittorio Emanuele II Anıtı bulunuyor. Bol mermer ve sütunlardan oluşan anıtın etrafında askerler nöbet tutuyor ve anıtta hiç sönmeyen bir ateş yanıyormuş. Heykelin düz beyaz mermerden yapılmasından hoşlanmayan İtalyanlar buraya 'takma diş, düğün pastası, daktilo' gibi isimler takmışlar. Heykel gerçekten de bir düğün pastasını andırıyor. Benim gözüme İtalya’daki birçok heykelden daha sevimli göründü diyebilirim. En azından at üstündeki insan heykelleri giysili. İtalyanlar tüm bu tarihi mekânları geceleri özel tekniklerle ışıklandırdıkları için gece de görülmesi gereken meydanlardan birisiymiş burası. Etrafta bolca sokak sanatçısı ve müzisyeni var.
İspanyol Merdivenleri
Günün önemli bir kısmını geride bıraktık. Akşam yaklaşıyor ve ünlü mağazaların olduğu meşhur Condotti Caddesi’ne geliyoruz.. Bu arada ünlü markaların sıralandığı caddedeki etiketlerdeki astronomik fiyatlardan da söz etmeden geçmemek gerek. Moda’nın merkezi olarak bilinen ve genel olarak pek çok Avrupa ülkesine göre ucuz sayılabilecek bir ülke olan İtalya’da ünlü mağazalardaki durum pek de öyle iç açıcı değil. Bir erkek takımının üzerindeki 3000 Euro’luk etiketle alıcı bulup bulamadığını düşünürken buna bayan çanta ve ayakkabılarının üzerindeki uçuk fiyatlar da eklenince caddeyi dolaşma isteğimiz uzun sürmüyor. Neyse zaten alışveriş turizmini sevmiyoruz, diye gülerek Spagna Meydanı’na geliyoruz.
Burası da İtalya’nın ünlü meydanlarından biri ve merdivenleriyle ünlü. Merdivenlerin İspanyol olan isminden yola çıkarak İspanya’ya dair bir özellik aramamak lazımmış. Çünkü İspanyol Elçiliği bu meydanda olduğu için adı böyleymiş.
138 basamaktan oluşan İspanyol Merdivenleri’ni kendimizden ummadığımız bir performansla çıkıyoruz. Basamaklar daha çok birbiriyle sarmaş dolaş oturmuş gençlerle dolu. Aslında Roma’nın pek çok yerine göre çok da özel bir yer olmamasına rağmen oldukça kalabalık. Biraz dinlendikten ve merdivenlerin hemen başlangıcında 'Çirkin Gemi' ismiyle de anılan ve batık bir gemi heykeli içinde yer alan Fontana della Barcaccia çeşmesini de gördükten sonra meydandan ayrılıyoruz.
Roma’nın Işıkları
Gün inerken ayaklarımız otele gitme sızısıyla bizi uyarırken, Roma’yı gece de görme arzumuza yenilip yeniden caddelerde uzun uzun yürüyoruz. Roma geceleri de gerçekten güzel bir şehir. Hoş ve gözü yormayan bir ışıklandırmayla şehrin hemen her köşesi renklendirilmiş. Ve geç saatlere kadar insanlar dışarıda. Ne Roma uyuyor ne de insanlar diye geçiriyorum içimden.
Bir parkta oturup, lambaların ışığı altında elimizdeki broşürden yarın gezeceğimiz yerleri tespit ediyoruz. Otele geldiğimizde vakit gece yarısını çoktan geçmiş. Yarının kolay vegüzel bir gün olması temennisiyle uykuya çekiliyoruz.
Kaynak: Kültür Ajanda Dergisi Ekim 2015 Sayısı