Bir 28 Şubat yazısı: Mücadele edenler / mücadeleyi ananlar

​​​​​​​Mücadeleyi verenler ile mücadeleyi ananlar arasında ki uçurum beni irkiltiyor.

Av. Mustafa Atılgan’ın Konya Yenigün gazetesinde yayınlanan yazısı:

Mesleki Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencileri mezun olabilmeleri için branşlarına göre meslek liselerine staja gönderiliyordu. Meram Kız Meslek Lisesine staja gönderilen başörtülü öğrenciler binadan içeri alınmamışlardı.

Avukatları olarak birlikte gidip okul idaresi ile görüşmeye karar verdik. Ders sabah 8.00 de başlıyordu. Ders başlamadan okulun önünde buluşmak üzere sözleştik. O sabah dehşet bir ayaz vardı. Öğrenciler benden önce gelmişler. Koca şehirde, kışın ayazında erken saatte inançların mücadelesi için okul önünde bekleyen, o  gün stajı olan iki kişiydiler. Üzerlerinde kışlık giysileri yoktu ve soğuktan titriyorlardı.

Okul müdürü bayan benimle görüşebileceğini ama onları kabul etmeyeceğini söyledi. Önemli olan onlar ile görüşmesi ve onların derslerine girmesi olduğunu söyledim. Kabul etmedi, kendinden çok emin bir şekilde istediğimiz yere başvurabileceğimizi eklemeyi de unutmadı. Staja kabul etmediğine ilişkin yazı istedim, vermeyeceğini söyledi.

Öğrencilerin staj günü ve saati okula geldikleri ama alınmadıklarının tespiti gerekiyordu. Yoksa almadık demiyorlar gelmedi olarak gösteriyorlardı.

Noterler, dava konusu olabilecek işlemler hakkında tespit yapmalarının genelge ile yasaklandığını söyleyerek tespit yapmayı kabul etmiyorlardı.

Mecburen şansımızı bir kez daha mahkemede denemeye karar verdik. Bu denememizde ilk kez bir sulh hukuk hakimi tespit yapmayı kabul etti.

Öğrenciler o ayazda yazlık pardösüleri içinde okul önünde beklerken biz mahkeme heyeti ile birlikte okula geldik. Ve mahkeme heyeti ile birlikte öğrencilerde dahil olmak üzere müdire hanımın odasına girdik.

Biraz önce istediğimiz yere başvurabileceğimizi söyleyen müdire hanım, karşısında hakimi görünce neye uğradığını şaşırmıştı. Korktuğu belliydi ve titriyordu.

Öğrenciler dışarıda soğuktan müdire hanım kaloriferli odasında korkudan titriyordu.

Yirmi sekiz şubatta mücadele veren "mutlu gariplerin" halleri böyleydi.

………

Yirmi sekiz şubatın zifiri karanlık günleriydi. Avukatlık büroma başörtülü bir öğrenci kardeşimiz geldi. İçeri buyur ettim, gelmek istemedi. "Ben soracaklarımı soruverip gideceğim abi" dedi. İçeri girmesi için ısrar ettim.

Zeminde halı serili ve büroma ayakkabı çıkarılarak giriliyor.

Israrlarım üzerine arkadaş mahcup bir şekilde içeri girdi. Ben, o zaman neden girmek istemediğini anladım: Dışarı karlı ve buz gibi bir hava var. Arkadaşın yazlık ayakkabısı su alıyor ve ayakları su içerisinde. Bastığı yere ıslanmış ayaklarının izi çıkıyor.

Arkadaş birşeyler sordu, ben de cevap vermeye çalıştım. O' nun ne sorduğunu benim ne anlattığımı hiç hatırlamıyorum. O an yapmak istediğim tek şey, yalnız kalmak ve hıçkıra hıçkıra ağlamaktı.

Yirmi sekiz şubatta mücadele veren "mutlu gariplerin" halleri böyleydi.

………

Mücadelede kararlı ve mütevekkil bir öğrenci idi. Panik yapmıyor, olması gereken olacak diyor, üzülen diğer arkadaşlarına moral veriyordu.

Bir gün kim bilir kaçıncı soruşturmasının  savunmasını hazırlamak için büroma geldi.

Durgun ve üzgündü. Sebebini sordum, söylemek istemedi. Israr ettim.

Kaldığı vakıf yurdunun yöneticisi hoca yurt parasını istemiş. Bursunun kesildiğini, ailesinin katkı vermediğini, bir şekilde ödemeye çalışacağını, biraz zaman vermesini talep0 etmiş. Hoca, "zaten okula da almıyorlar, paranızda yoksa yurdu boş yere işgal etmeyin, memleketinize dönün, yerinize adam alalım" demiş.

Ne kadar borcu olduğunu sordum, onu da ısrar ederek öğrenebildim.

Olan için çerez parası, olmayan için büyük miktar denilecek bir rakamdı. Ama ilginç olan, tam arkadaşın ihtiyacı kadar bir rakamı daha bir gün önce bir hayır sahibinin ihtiyacı olan birisine vermem için bana emanet etmesiydi.

Paranın kendime ait olmadığını belirterek ve hayli ısrar ederek kendisine verdim. Gözleri doldu, ağladığını göstermek istemedi, hemen müsaade alıp bürodan çıktı.

Yirmi sekiz şubatta mücadele veren  "mutlu gariplerin" halleri böyleydi.

………

Yirmi sekiz şubat anması yapılıyor. Üçyüz kişilik salon tamamen dolu. Sahnede bir moderetör ve üç tane konuşmacı var.

Moderetör sahnede yürürken topluklu ayakkabısının tak tak sesleri bütün salondan duyuluyor. Profesyonellerin benzeri, işini bir görevin yerine getirilmesi gibi yapıyor.

Konuşmacılardan bir tanesi mücadelenin içinden gelmiş, mücadelenin bütün aşamalarını biliyor. Ve bu mücadelenin kendini taşıdığı makamları/ ünvanları var.

Yirmi sekiz şubatta yaşadıklarını anlatıyor. Bir başka konuşmacı O'na müdahale ediyor. Kendisinin 1987 yılında başörtüsü yasakları ile karşılaştığını, yasakların kalkması için yapılan açlık grevlerine katıldığını, daha fazla mağduriyet yaşadığını dile getiriyor.

Yani mağduriyetler üzerinden bir yarışma/yarıştırma var. Ve bu yarıştırma sonucunun  kendilerine avantaj getirmesi  beklentisi.

Salonu gözlemliyorum. Giysiler, omuzlara alınmış pançolar, eşarpların üstlerine  takılmış gözlükler,  çantalar, ayakkabılar... gittikçe küçülmüş eşarplar  ile uyumlu. Hepsi marka.

Halleri başörtüsü mücadelesini, kıyafetler üzerinden fark edilme olarak anlamış olma ihtimallerini akla getiriyor.

Mücadeleyi verenler ile mücadeleyi ananlar arasında ki uçurum beni irkiltiyor. Ananların, mücadele edenleri anlaması ihtimalinin çok zor olduğunu düşünüyor, daha fazla tahammül edemiyor  ve salondan çıkıyorum.

Mücadele edenlerin aksine mücadeleyi ananlar görünür olma çabası içindeler. Yazık ki bu görünür olma primde yapıyor, itibar onlara gösteriliyor.

Mücadeleyi yapanlar ise, tıpkı mücadele dönemlerinde olduğu gibi mütevekkil bir şekilde, iş başına gelmiş kardeşlerinin darbe mağdurlarına haklarını teslim etme çabalarında sıranın kendilerine de gelmesi gerektiğini hatırlatıyor,  geleceğini bekliyorlar.

Darbe olduğu mahkeme kararı ile tescillenmiş yirmi sekiz şubatın mağdur ettiklerinin kimler olduğunu herkes biliyor. Hiç bir darbenin tahribatlarının tamamen giderilmesinin mümkün olmadığını da.

Ama, olabildiği kadar yapmaya çalışmak, darbenin mağdur ettiklerine yapılacak pozitif ayrımcılık adaleti kısmen de olsa gerçekleştirmeye katkı sağlamış, atıldıkları okullarını15 yıl sonra ancak bitirebilmiş olan başörtülü öğrencilerin atanma beklentilerini de karşılamış olur. Bunu yapabilmek zor olmaması lazım.

Kim ne yaparsa yapsın kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!