‘İslami Düşünce Seminerleri’ dizisinde bu hafta Hamza Türkmen tarafından “Müslümanların Gelecek Tasavvuru” konusu işlendi.
İki oturum halinde hanımlara ve erkeklere ayrı ayrı yapılan sunumda Hazma Türkmen şu konulara değindi.
Konuşmasının başında hali hazırda Müslümanların durumunu Türkiye ölçeğinde yakın tarihsel geçmişi ile birlikte özetleyen Türkmen, Misak-ı Milli denen sınırlar içerisine hapsedilmiş Müslümanlar olarak, Türkiye üzerinde yaşayan Müslümanların nasıl bir kıyıma uğratıldığını, kaynaklara ulaşımının engellendiğini, dil devrimi ile insanların inançlarından uzaklaştırıldığını, modernist revizyonla insanların zorunlu bir değişime tabi tutulduğunu vurguladı. Böylece Müslümanlar baskı ve şiddet ortamında karşıtlarına benzeyerek ve ona sığınarak varlığını koruma derdine düştü dedi. Bu durumdaki Müslümanların elbette bir gelecek vizyonu üretecek yeterlilikte olmadığını, bunu zorlayacak usuli ve ilmi imkanlardan da mahrum olduğunu söyledi.
Hamza Türkmen; İslam dünyasında ki algıları üç başlıkta başlıkta topladı.
1) Ahir zaman anlayışı; imanı kurtarma zamanı olarak yorumlanan bu anlayışı içe kapanık formlar besledi.
2) Kurtarıcı gelecek; Bu algının Mehdi’nin gelip insanları kurtaracağı şekliyle ve dolayısıyla kaderciliği beslediğini vurguladı.
3) Kur’an ve sünnet var bunlara sarılalım şeklindeki muhtevasız bir hamasi söylem.
Geleceğimizle ilgili iki yön bulunduğunu bildiren Türkmen, bunlardan birincisinin bilgisinin tamamen Allah katında olduğu hesaplanamaz gelecek olduğunu, ikincisinin ise bizim açımızdan hesaplanabilir, öngörülebilir ve planlanabilir olan gelecek olduğunu, işte bu geleceğin bizim tasavvur alanımızı inşa edeceğimiz zemin olduğunu belirtti.
Bu anlayışlara karşı sahih toplumun gelecek algısının yeniden inşası için, toplumun vahyi anlayışla dayanıklı, bilinçli, şuurlu, sert rüzgârlara karşı direnen, çözülmeyen kaliteli bir neslin inşa edilmesi gerektiğini vurguladı. Bunun ilk şartının da batılı modernist yozlaştırıcı bireyci anlayışa karşı ‘şahsiyet’ merkezli kimlik oluşturan bir insanı varetmekten geçtiğini belirtti.
Türkmen devamla bu neslin inşası için şu noktalara değindi. Bu konuda ciddi bir çalışmanın olmadığını bir kitabın bile olmadığını belirti. Kısa orta ve uzun vadeli planların olmadığını belirti. O dönemde var olan cemaati yapıların mevcut siyasi sistem içinde eridiğini ve sağcılaştırıldığını, devletçileştirildiğini belirtti.
Bize düşen ıslah temelli, şuraya dayalı insanları vahiyle ve fıtratla tanıştıracak bir çalışmayı büyütmek olduğunu belirten Türkmen, bu çerçevede iyiliği emreden, kötülükten nehyeden vasat bir ümmet olmak gerektiğini, bunun ancak bizim için insanlar üzerine şahitlik ve şehitlik yapabileceğimiz dinamik bir süreç olacağını vurguladı. Eğer bunu başarırsak bizim üzerimize şahit ve şehit olan peygamberin ümmeti olarak gerçek şahitler ve şehitler olabileceğimizi belirtti.
Bunu başarabilmek için ilk adımın istişare edilmeye layık şahsiyetli ve kimlik bireyler olmamız gerektiğini, bu bireylerin kuracakları Kur’an halkalarının, cemaat nüvelerinin gelecek tasavvurumuzun kısa vadeli planımızda ilk adımımız olması gerektiğini, bundan sonra insanları bu mekanizmalar aracılığıyla Kur’an’la ve fıtratla buluşturma çabası içinde olmamız gerektiğini, ve bu halkaların nihayetinde birleşerek bir zincire dönüşmesi gerektiğini belirtti. Devlet telakkimizin bu aşamaların en sonunda bir çatı işi olduğunu ve bu yönüyle uzun vadede teknik bir iş olduğunu ekledi.
Kaybettiğimiz ümmet perspektifini yeniden yakalamak ve ümmete giden yolda Kur’an nüvelerini oluşturarak öncü bir Kur’an neslini ıslah misyonu ve istişare temelinde varetmemizin bugün için önemli ve öncelikli meselemiz olduğunun altını çizdi. Bu ortamın bizim başörtüsü, kimlik, dil ve düşünce başta olmak üzere tüm sorunlarımı ilk elde rahatlıkla konuşabileceğimi ortam olması açısında çok önemli olduğunu belirtti.
Tevekkül anlayışına da değinen Türkmen, bir bedevinin devesini serbest bırakarak peygambere geldiğini ancak peygamberin, devesini bağlamasını söyleyerek ancak bu şekilde tevekkül edebileceğini söylediğini belirterek, bu durumun bazı önderlerin sen Allah’a güven veya iman et, cihat et, devam et gerisi gelir algısıyla bağdaşmadığını söyledi.
Projemizin olması gerektiğini, bunun da hesap kitap ile sünnetullaha dayalı, Kur’ani temelde toplum ve tarih okumasına muhtaç olduğunu, ancak bu şekilde “iyiliği emreden kötülüğü nehyeden içinizden bir ümmet olsun’’ ayetinin somutlaştırılabileceğini belirtti.
‘Kur’ani çalışmalar yapan, bilinçlenmeye çalışan bireylerle çalışmalı, romantizmden uzak olmalıyız yoksa İran, Afganistan gibi devrimden sonra dağılmalar olabilir. Bu işler peyderpey olmalı, aşama aşama olmalı, belli program içinde İslami kimlik kazanma yoluyla olmalı. İslami kimliği Kur’ani temelde inşa etmeliyiz ve ciddi beraberliklerle, sadece zihni beraberlikler yetmez, düğünlerimize, taziyelerimize kadar hayatımızın bir çeok alanına nüfuz eden geleneksel İslami adetlerle değil de gerçekçi İslami anlayışlarla ve Allahın ölçülerine göre olmalıdır. Bu anlamda ziyaretler ve bu ziyaretlerde birikimleri paylaşmalı özeleştiriye açık olmalı fıkhımızı oluşturmalı metodumuzu yenilemeliyiz. 28 Şubattan dersler çıkarmalıyız. Vahiy ile toplumu uyarmalıyız’ dedi. Bunların uygulanabilir olması için ise öncelikle özgür ortamların oluşturulması gerektiğinden bahsetti. Özgürlük ortamlarının ise zulüm şartlarında ancak somut mücadelelerle açılabilecek alanlar olduğunu, şuan Türkiye’de görece bir rahatlama ortamı olduğunu, bunun da İslami Mücadele için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bundan da Allah’a karşı sorumlu olduğumuzu belirtti.
‘Yaşadığımız ülkeyi, dünyayı tanımalıyız, modernizme cevap üretebilecek yetkinlikte bir ümmet olabilmek için, bunun somut bilgisine ve onunla mücadele edebilecek siyasal bir akla ve usule ihtiyacımız vardır, bu usulü ortaya çıkarabilecek bir Kur’an usulü, sünnet usulü ve hareket metodunu kendi içimizde tartışarak geliştirmeliyiz, küresel sistemi ve onun kavramlarını, zihniyetini tanımadan girişilecek çabalar hedef karmaşasına sebep olur. Öncelikli hedeflerimizin ne olduğunu tespit edemezsek kafa karışıklığı içerisinde boğuluruz” diyen Türkmen, Resulün ve arkadaşlarını bu anlamda hedeflerinin somut olduğunu, çünkü onları vahyin gün gün inşa ettiğini, onların da buna uygun olarak tertil üzere Kur’an okuduklarını, basiret üzere de halkı Kur’an’a davet ettiklerini belirtti. Bu çabalarında onlar davetlerine büyük bir sabırla bağlanarak muhataplarından da ayetin ‘hicran cemila’ diye ifade ettiği en güzel bir ayrılma ile ayrıldıklarını, bunun bizim için çok önemli bir pratik olduğunu sözlerine ekledi.
Duygusal ve romantizmden uzak, sevgiye, saygıya, tutarlılığa, dengeye ve vahyi ölçülere dayalı bir daveti gündemleştirmemiz gerektiğini söyledi. Bunun için aslında çok fazla imkana sahibiz diyen Türkmen, ‘imkanlarımız çok ama biz insanlığımızı nasıl çoğaltacağımız noktasında zaaflar taşıyoruz’ dedi.
İktidar merkezli bakışlarımızı, ıslah temelli, şuraya dayalı bir anlayışa dönüştürmeliyiz dedi. Tüm sorunlarımızın Kur’ani temelli kimlik ve şahsiyet sorunumuzdan sonra ikincil sorun olduğunu, Müslüman kimliğimizin ve ümmet perspektifimizin birincil sorunumuz olduğunun altını çizdi.
Sorulara verilen cevaplardan sonra kitaplarını imzalayan yazar, okuyucularıyla sohbet etti.