Nurseven Bayram / Haksöz Haber
28 şubat’ın seneyi devriyesini geçirdiğimiz bugünlerde Demet Tezcan’ın "28 Şubat – 28 Tanık" adlı kitabı okuyucuyla buluştu. Kitap pınar yayınlarından çıktı. Yazar kitabında, 28 şubatı yaşamış, o günlere tanıklık etmiş, 28 ayrı insanın biyografisini dinlemiş ve kendi yorumunu katmadan olduğu gibi okuyucuya aktarmaya çalışmış.
Biyografi tarzındaki söyleşiler, farklı meslek gruplarından, farklı bölgelerden bedel ödemiş 28 kişiyle gerçekleştirilmiş. Darbe sürecinde incinmiş, örselenmiş şu aşamada aralarında hala mağduriyeti devam eden kadınlar üzerinden, affetmekte zorlandıkları zulüm süreci ele alınmış.
Genel olarak duygusal bir atmosferin hâkim olduğu, biyografik tarzda yazılmış olan kitabın içeriği ise çeşitli görsel argümanlar’la desteklenip zenginleştirmeye çalışılmış.
28 şubatla ilgili yapım ve yayınlarda bir takım söylemlerdeki eksikliği burada da görmek mümkün. Yaygın olarak 28 şubat ile ilgili metaryallerde ağlayan kızların ve mağduriyetlerinin ön plana çıkarılması ve konunun odak noktası haline getirilmesi, yaşanan sıkıntılardan biridir. O dönemi yaşayan Müslümanların şahit olduğu zulümler karşısında, umutsuz ve ne yapacağını bilmez bir durumda değil de, meydanlarda direnerek, vakarlı bir şekilde Allah adına, mü’minlere yaraşır biçimde, yılmadan mücadele ederek elde edilen özgürlüklerden bahsedilmemiş olması, bu konudaki anlatımlarda bariz eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.
28 şubat sürecinde Müslümanlar ağır bedeller ödedi. Ve hala bugün zindanlarda “28 şubat tutsakları” adaletsiz bir biçimde bu bedelleri ödemeye devam etmektedir. Durum böyle iken, süreç içerisinde “kaybedilmiş memur haklarının iâdesi”nin öncelikli talep haline getirilmesi, adaleti esas alan mü’minlere yakışmamaktadır.
Kendi yorumlarına öncelik tanımayan yazarın, 28 Şubat sürecinde yaşananlara dair kısa bir değerlendirmesini sadece önsözde görüyoruz:
“Anlatmak’da ve ‘affetmek’de zorlanılan " ötekileştirme’’,’’yok sayılma” hali. Nice başarılı dereceye girmiş kız öğrenciler sırf başörtülü oldukları için aşağılanarak kürsülerden indirildi. Ne ağır bir atmosferdi öyle; ekranlardan gazete haberlerinden kare kare satır satır evlerimize siniyor ve günlerce çıkmıyordu öfkeden çatlıyordu yüreklerimiz, orta yerinden yarılıyordu da yinede elden bir şey gelmiyordu."
Yazar, Genel Kurmay’ın, “İrtica”yı birinci ve öncelikli tehdit olarak ilan ettiği süreci; yargı mensuplarının üniversite hocalarının askerden brifing almalarını, polis baskınlarını, idamla yargılamaları, bin yıla azmetmiş bir kinle, bin yıla azmetmiş bir nefret ateşiyle şekillenen süreci özetlemeye çalışmıştır.
Yazılı ve görsel medyanın konuyla ilgili karalama kampanyalarını eleştiren yazar, o dönemde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durumu değerlendirmiş; ülkenin bir kriz içerisine çekildiğini ancak bütün bunların irtica ile mücadele yanında teferruat kaldığını ifade etmiştir.
Yazar kitaptaki 28 Şubat tanıklarının şu anki duygularını şu ifadelerle özetlemiştir:
“Kimi üstünü örtmüş, belleğini kat kat bohçalara sarmış yaşadığı her ne varsa hatırlamamak üzere kaldırmıştır. Kimi kilitli sandıklara koymuş, kimi deliliğe vurmuştu. Kimi “unuttum” demişti, hiçbir şey hatırlamıyorum.”
Yazar darbeler literatürüne ‘’Post modern Darbe’’ olarak giren ve ‘’28 Şubat‘’ olarak kavramlaşan, müslümanlığın can damarını “Başörtü düşmanlığı” üzerinden kurutmaya azmetmiş, o bin yıllık kinin açtığı yaralardan sadece bir cüzüne ışık tutuyor. Ve bu çalışmayı kayda geçsin diye hazırladığının da altını çizmiştir.
Burada tanıklardan bir kaçının yaşadıklarına ve duygularına yer vermek istiyoruz:
1. Esra Ege Gürler
1996 yılında On dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’ne başlamış, iki yıl sıkıntısız bir şekilde okuduktan sonra üçüncü sınıfta yasakla karşılaşmış, sonrasında yaşadığı zor ve sıkıntılı günlerini tedrici olarak gerçekleşen okulu bırakma sürecini anlatmış. 1999’da okula ders kaydı yaptıramayan Güreler, okul hayatı bitip eve döndükten sonra, evlenmiş ve üç tane çocuğu olmuştur.
Affın çıktığı 2011 de tekrar kayıt yaptırmış, fakat çocuklarının ufak olması nedeni ile devam edememiştir. Bu arada Bürokrasi’deki haksızlıklardan serzenişte bulunmuş. Bunları bir şekilde atlatmış fakat çocuklarının büyümesi, karşılaştığı problemlerin çözümü epeyce zamanını almış, şu anki üzüntüsünü ve duygularını şöyle ifade etmiştir:
“Bir dönemin emekleri, hayalleri, en verimli yılları ziyan olmuş çöp gibi tutulup atılmış nesli gibi hissetmek…İnsanların yaşadıklarımızın binde birinden bile bihaber olması ve anlatamamak…Daha çok sayabilirim ama tek cümleyle yalnız bırakılmış olmak, bu yüzden duygularını bile içimde yalnız yaşamak zorunda kalmak diyebilirim. Rabbim bu memlekete de başka Müslüman ülkelere de böyle acı günler göstermesin!” duasıyla sözlerine son vermiş.
2.Sündüz Yıldız Aslan
Aslan kendisinin gurbetçi çocuğu olduğunu söylüyor. Babasının Almanya ya giden ilk işçilerden olduğunu Orada milli görüş yapılanmasıyla beraber çeşitli faaliyetlerde bulunduklarını ve ilk defa geleneksel bir anlayışla ailesinin onun örtünmesini istediğini söylüyor.
Örtünmesini hep desteklemişler ancak iş ciddiye binince durum değişmiş. Samsun İmam Hatip Lisesi Sosyal sınıfında o sene üniversiteyi kazanan tek öğrenci olarak İstanbul’a edebiyat öğretmeni olma arzusu ve daha bir sürü hayallerle gelmiş 1995 yılında 2.tercihi olan Marmara Üniversitesi Edebiyat bölümünü kazanmıştır. Başörtüsü yasağı 3.sınıfta kendini hissettirmeye başlamış son bir bucuk yılı bugünde okula girebilir miyim sorusuyla geçmiş. Okulu bitirebilmiş fakat çıkış belgesini almak için, açık fotoğraf istedikleri için okulu bırakmak zorunda kalmış.
Fakültede direnişe ilk ve büyük kan kaybını Fetullah Gülen Cemaatinde olan arkadaşları yaşatmış, “hizmet” uğruna başlarını açtıklarını ifade eden Aslan, “Çok şaşırdık, kızdık, ama kardeş kalmaya devam ettik” diyor.
Türkiye’de yaşam alanı olarak değerlendirdiği imkanların tamamı kapanınca hiç istemediği halde Almanya’ya geri dönmüş, sonrasında evlilik kararı alan Aslan, eşi ve üç çocuğu ile 12 yıl Almanya’da yaşamış 12 yılın ardından Türkiye’ye dönme kararı almışlar ve samsuna yerleşmişler. Döndüklerinde başörtüsü yasağı kalkmış ancak KPSS engeli çıkmış karşısına,KPSS ile olan imtihanını ve bu sürecin her safhasını anlatan Aslan,bu sistemin bize ihtiyacı yok şeklinde serzenişinde bulunarak ve duygularını şöyle ifade etmiştir:
“Son iki yıldır öğretmenler okullarda başörtülerini korkmadan takabiliyorlar bu güzel ve sevindirici bir gelişme ancak kimin hakkını kime verdiler diye sormadan da edemiyorum bugün orda görev yapanların çoğu, zaten başörtüsünden vazgeçmiş…”
3.Elif Uzunpınar
1995-96 yıllarında Konya Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi ne kayıt yaptırmıştır. Dönemin iç çalkantılarına ve Müslümanlara yapılan haksızlıklara değinen Uzunpınar 1998 Ekiminde 3. Sınıf öğrencisiyken kimliklerde başı açık dayatmasıyla karşılaşmış, sonrasında hızla yayılan yasak, başörtülü öğrencilerin aileleriyle imtihanları,eylemler,protestolar, baskılar,tutuklamalar yaşadıkları zulmü tüm çarpıklığıyla anlatan Uzunpınar, okulun son yılında ve okulu bitirmek için girmek zorunda olduğu tek ders sınavına girmiş ve okulu bitirmiştir. O günle ilgili olarak duygularını şöyle aktarıyor:
“3 Kasım aslında benim ömrümden yıllar götüren gün olarak kayıtlara geçti 28 Şubat bin yıl sürmedi belki ama ben bin yıla bedel bir gün geçirdim. Detaylara girsem üç günde anlatıp bitiremeyeceğim kara bir gün…”
Bu kıyafetle bu ülkede geçit verilmeyecek düşüncesiyle, Uzunpınar ailesinin de kararıyla Amerika’ya yerleşmeye karar vermiş, işlemlere başladığı sırada İstanbul’da örtülü staj yapabileceği haberini almış ve bu süreçte Mazlumder ile tanışmış mücadeleyi orada desteklemeye devam etmiş.
28 Şubatı bir imtihan süreci olarak değerlendiren Uzunpınar, kiminin saygısı, kiminin sadakati, kiminin de dayanma gücünün sınandığını hatırlatarak yaşananları kısaca şöyle değerlendirmiştir:
“28 Şubat’ı yaşadık ve hiçbir şeyi unutmadık benzer şeyler çocuklarımıza yapılmasın diye unutmayacağız…”
4.Kadriye Şentürk
Başörtüsüyle üniversite 2. Sınıf’da tanışan Şentürk, yaşadığı yer olan Bilecik’de inanç sistemindeki çarpıklığı irdeleyerek sözlerine başlamış, kendisi üzerinden iman boyutundaki sallantıya değinerek, öz eleştiride bulunan Şentürk, İstanbul Hukuk Fakültesini kazanıp İstanbul’a geldiğinde hala boynunda Atatürk kolyesiyle namaz kılmak için Beyazıd camiine girdiğini, namaz esnasında çıkardığını ifade ediyor.
Başörtüsü sorunu ile 4. Sınıfda karşılaşan Şentürk, kendi yaşıtı bir takım Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesi öğrencilerin, onu ite kaka ikna odasına soktuğunu ve orada taahhütname imzalamaya zorlandığını ifade ediyor. O tutanağı ikna odasından imzalamadan çıktığı için okul hayatı o gün orada sonlandırılmış. Okulu bıraktıktan sonra evine dönmek istememiş, ailesinden de yardım alamadığı için çalışmak zorunda kalmış. Çok kırıldığının altını çizen Şentürk, “Cemaat elemanı olan arkadaşlarının korunduğunu, kendisi gibi tek olanların kendi çaresizlikleriyle baş başa bırakılmasının vicdanlarda büyük bir hayal kırıklığına sebep olduğunu” belirtiyor.
Tesettürdeki yozlaşmaya da değinen Şentürk, Üniversitede başörtüsü yasağının akabinde, uzun ve geniş pardesülerin kalktığını ve yerini diz üstü tuniklerin aldığını, Müslümanların modern yaşama çok çabuk entegre olmak için değerlerine yabancılaştığının altını çiziyor. Yasağın kalkmasıyla birlikte okulunu bitirmiş, ancak şuan çok sevdiği Hukuk’tan, karşılaştığı adaletsizlikler yüzünden nefret ettiğini ve bu alanla ilgili hiçbir şey yapmak istemediğini, bu konudaki kırgınlığını dile getirerek sözlerine son vermiş.
5.Zuhal Özcan
28 Şubat zulmüyle karşılaştığı o döneme ait çok çarpıcı bir olaya değinen Özcan, okulu çok zor şartlar altında bitirdiğini uzunca anlatmış ve kendinden bir alt sınıf olan çok sevdiği arkadaşı için ben mezun oldun o geride kaldı diyor ve onun mezun olmak için bir seneye ihtiyacı olduğunu ifade ediyor. O bir sene içerisinde bir iki mektup dışında hiç görüşmediklerine değinen Özcan, görüşmek istediğinde de arkadaşının bunu reddettiğinden bahsetmiş, yılmamış ve ısrarla çok sevdiği arkadaşının yanına gitmiş, yol boyunca hiç konuşmadan yürüyen iki arkadaş, namaz kılmak için camiye girdiklerinde abdest almak için saçını açan arkadaşının bembeyaz saçlarını gördüğünde hıçkırıklarına hâkim olamamış, son bir sene içerisinde mezun olabilmek için nasıl en arka sıraya oturduğunu, saçlarını tokalarla sımsıkı yapıştırdığını, başını yerden hiç kaldırmadığını, yıl sonunda gittiği psikologun, iki üç yakının ölüm acısı görmüş birinin psikolojisini taşıdığını söyleyip, eskiye dair herkesle görüşmesini yasakladığını anlatmış. Özcan’dan anlayış beklediğini söyleyen Hatice’nin, istediklerini yapıp yanından ayrılmış ve bir daha hiç karşılaşmamışlar.
28 Şubat’ın hayatları nasıl savurup darmadağın ettiğine, bu hikâyeyle bir kez daha şahit oluyoruz.
6. Neslihan Dönmez
Kalıcı bir tesettür hayatına ilk olarak 12-13 yaşlarında girmiş yasakla çok erken yaşlarda karşılaşmış Orta 1. Sınıf da yasağın kalkacağı günleri umut edip beklemeye başlamış, yasak kalktığında evli ve iki çocuk annesiymiş.
“Hayatımın hırsızı oldu 28 Şubat süreci” dediği günler, yaşadığı ilçeye dönemin Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun gelmesiyle başlamış, gelişini önceden haber aldığı Bakanı kendince protesto etmek istemiş.
Yaşının küçüklüğü ve dönemin arz ettiği tehlikeye rağmen çok cesurca nitelikte olan iki tane pankart hazırlamış, birine “Dinsiz Bakan! Örtümden elini çek”, diğerine ise “Atatürk ilah değil” yazan Dönmez, bu olayla birlikte yaşadığı kötü günleri, “Hayatım tamamen değişti” ifadesiyle özetlemiş.
İki gün iki gece sorguya alınmış, gazete ve televizyonlarda “provakatör, maşa” gibi ithamlarla karşılaşmış ve günlerce teşhir edilmiş, mahkemeye çıkarıldığında tutuklanmış ve kırk gün boyunca, henüz 14 yaşında olduğu halde yetişkinlerin koğuşuna konulmuş, korku ve endişe içerisinde bu süreci orada geçirmiş o günleri tam bir “travma” olarak ifade ediyor.
Hakkında ilk karar, 26 ay hapis cezası olmuş, ceza sonrasında temyiz edilmiş ve para cezasına çevrilmiş, şu anda İmam Hatip Lisesi öğrencisi olan Dönmez, yaşının ilerlemiş olmasına rağmen misyonuna uygun bir meslek sahibi olmak istediğine dile getiriyor. Yaşadığı dönemi ve hissettiklerini tüm samimiyetiyle satırlarına döken Dönmez, anlatımlarında şu ifadelere yer vermiş:
“Her insan pişman olabilir hatta devletler bile pişman olabilir belki, ama telafisi olmayan bir durumun pişmanlığı fayda sağlamaz ki…Şahsen benim mağduriyetimin giderilmesine hiç kimsenin gücü yetmez, 30 yaşındayım tekrar çocuk olamayacağım, benim eğitim hakkım elimden alındı. Üstüne üstlük zalimler ve yandaşları tarafından teşhir edildim toplumdan dışlandım. Bunun özrü var. Fakat mağduriyet giderilmesi gibi bir şey söz konusu değil, bu bir gönül hesabı, mahşere kaldı.”
28 Şubat’a bir imtihan gözüyle bakan, gören ve yaşayan Dönmez “Benden hayatımı çaldılar” şeklinde haykırış da bulunuyor ve ekliyor acziyet bana yakışır, fakat inancıma yakışmaz. Bunun için durumumdan asla şikayetçi olmadım. O zor günleri yaşarken imtihan bilincinin imdadına yetiştiğinin vurgusunu yapan Dönmez, şu ifadelerle sözlerine son vermiş:
“Onlar, oynadıkları oyunun kötü rolleri olmayı tercih ettiler, Allah’ da onlara o dönem için mühlet verdi. Hepsi bu, güya bin yıl sürecekti ama Allah, bize rahmeti ve merhametiyle muamele etti. Ben örtümle inancıma akademik noktada temsil etme imkanı bulamadım, fakat kızım örtüsü ile, okulunda inancını temsil etmek üzere yine kendi devleti tarafından eğitiliyor.”
Kitap var olan eksiklerin yanında yaşanılan sürecin tanıklığı sadedinde yerinde ve önemli bir çalışma olmuş. Çok yakın bir zaman diliminde gerçekleşmiş sistematik zulüm uygulamaları karşısında yaşanılanların hatırlanması, diri tutulması gerekmektedir. Zira unutmak bizden sonraki neslin aynı zulümle karşı karşıya gelmesinin olasılığını arttıracaktır.
Unutmayıp unutturmamalıyız.