Zafer Ergat kardeşimizin izlenim yazısından bir bölüm şöyle:
Ruanda ismini daha önce duymuş olan hemen herkesin aklına gelen sahne, muhtemelen yol boyu üst üste yığılmış ceset görüntüleri ve ellerinde palalarla öfkeli bir şekilde sağa sola saldıran ölüm fedaileridir.
Dile kolay, 100 gün gibi bir sürede yaklaşık 1 milyon insanın, çoğu kesici aletlerle, sopalarla olmak üzere katledildiği ve milyonlarca insanın komşu ülkelere kaçtığı; II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan en büyük soykırımın adresi oldu Ruanda. Özellikle Suriye’de son 6 yılda Esed-Rusya-İran ve ABD şer güçlerinin söndürdüğü 700 Bin hayattan ve geride kalanların yaşadığı insanlık dramının utanç verici sahnelerinden yola çıkıp Ruanda katliamına bakınca 100 günde yaşanan acıyı tahmin etmek bir nebze olsun mümkün olabilir.
Ne var ki zihinlerde canlanan bu görüntüleri, manzarayı oluşturan figürler kadar, senaryoyu yazan hastalıklı iblislerin dahliyle okumak, aslında çok da yabancısı olmadığımız bir oyunun resmini önümüze sermektedir. Batılı sömürgeciliğin korkunç yüzünü…
İHH İnsani Yardım Vakfı’nın Kurban organizasyonu çerçevesinde ziyaret ettiğimiz Ruanda Cumhuriyeti, 26.000 km² yüzölçüme yaklaşık 13 Milyon insanın sığdığı, nüfusu yoğun bir coğrafya. Ülkede Fransızca ve İngilizce resmi olarak konuşulurken, yerli halkın konuştuğu Kinyarwanda, Swahili gibi diller de var.
Ruanda (Kwanda), sözlük anlamı itibarıyla “büyümek, genişlemek” gibi anlamlara sahip. Aşırı dağlık yapısına atfen “bin tepeli ülke” olarak da bilinmektedir.
(…)