Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (7 Temmuz 2021) şöyle:
BİLİMİN CEHALETLE, İNSANLIĞIN IRKÇILIKLA İMTİHANI
Irkçılık bir fikir değil, bir siyasi tutum değil, her şeyden önce bir hastalıktır. Ama içinde ahlaksızlık da, insanlığa karşı zararlı duygular da barındıran bir hastalık. Zararı sadece kendine dokunan bir hastalık değil, başkalarına da dokunduğu için, bulaşıcı özellikler taşıdığı için ve toplumun insicamını bozduğu için sakınılması gereken bir hastalık. Bu hastalık sözkonusu olduğunda genellikle “çok şükür” dememizi gerektirecek kadar ciddi bir bağışıklığımızın olduğunu söyleyebiliriz. Bilhassa İslam’ın insanların ruhuna işleyen ilaç gibi değerleri ırkçılığa karşı ciddi bir koruma sağlıyor. Ancak bu tabii ki İslam’ın bazı değerlerinin ne kadar benimsendiği ile kısıtlı bir koruma.
Maalesef toplumumuzun belli bir kesimine iflah olmaz bir biçimde sinmiş durumda ve maalesef bu hastalığı en tehlikeli şekilde körükleyen şey de bunun siyasal bir cesaret bulması, siyasiler tarafından bir fırsat, bir politik kâr alanı olarak görülmesidir.
Ana muhalefetin Katar’la ilgili iddiaları dile getirme biçimi bu ırkçılığın sadece bir örneği. Sosyal demokrat bir parti olarak aslında dünyanın her tarafında kendisine yazılan rol ırkçılığa, göçmen veya yabancı düşmanlığına karşı durmaktır. Oysa bizde Kılıçdaroğlu bu konuda en değme faşist ırkçılara rahmet okutuyor. Ancak ırkçılığın başka bir hastalığı kendini burada da gösteriyor:
Irkçılar kendilerini bazı ırklardan üstün görseler de başka bazı ırklara karşı aşağıda görürler. Mesela Katar’a karşı sergilediği ırkçılığı Hollandalı, Alman, İngiliz, İtalyan veya Fransız ırkına göstermiyor. Türkiye ekonomisi, dünyaya açık bütün ekonomiler gibi, yabancı sermaye girişlerini ekonominin gücünün de bir göstergesi olarak görmek durumunda. Ancak Katar bu kulvarda bir “yabancı” bile değildir. Nasıl bir bakış açısı ise Katar sermayesi bir yabancıdan da öte bir nefret konusu haline getirilebiliyor. Ama bu işlemin öbür yüzü Kılıçdaroğlu’nun ve bu ırkçı söylemlere kapılanların kendilerini başka ırklardan aşağı görmesi olarak sonuçlanıyor.
Konu Türkiye üniversitelerinin uluslararasılaşmasından ve bazı üniversitelerimizde okuyan yabancı öğrenci sayısının bunun bir göstergesi olarak öneminden açılmıştı.
Sol muhalefet adına hareket eden bir internet sitesinin bu sözlerimi haberleştirme biçimi zaten baştan kendilerini ne kadar aşağıladıklarını gösteriyordu. Allah var hiçbir şey katmadan, sadece o yazıdaki sözlerimi alıp manşete taşımışlar. Ama bu sözlerin seçilme biçiminden kime ne mesaj verdikleri, izleyicilerinin içindeki ırkçı canavarın önüne nasıl bir yem attıklarını çok iyi bildiklerini gösteriyorlar.
“Bugün bir Karabük Üniversitesinde 90 ayrı ülkeden 10 bin, Siirt üniversitesinde 35 ayrı ülkeden 3 bin yabancı öğrencinin okuduğunu bilmek bir akademisyen olarak beni fazlasıyla heyecanlandırıyor” cümlesi mebzul miktarda, ama tipik bir iki örnekle şöyle tepkiler toplamış:
“Ülke isimlerini de verseydi bari: 1) Finlandiya’dan 1.000 öğrenci, 2) İsviçre’den 999 öğrenci, 3) Japonya’dan 998 öğrenci, 4) Danimarka’dan 997 öğrenci, 5) Almanya’dan 996 öğrenci....”
“Türk öğrenciye yer kalmamış desene...yahu bunların cümleten rakamlarla problemi var....”
“Türkiyeden kaç kişi kalmış!*
“Okuyan öğrenciler mesela ingilteredenmi yoksa isviçreden mi,ya da Norveçli kaç öğrenci okuyor,İsveçli Alman Amerikalı İtalyan İspanyol Japon kaç öğrenci var,eğer varsa gerçekten başarı sayarım”
“Onlar olmazsa da ; Suriye’li, Somali’li, Afrika’lı, Lübnan’lı, Kırgızistan’lı ve Türkmenler var. Ha bir de artık Tıp Fakültelerimize Katar’lı kardeşlerimiz yerleşecek. Elhamdülillah...:)”
İmla hatalarını özellikle hiç düzeltmiyorum bile. Hangi seviyedeki insanların tepkilerini kışkırtmaya dönük bir siyaset anlayışına Türkiye’deki üniversitelerin nereden nereye gelmiş olduğunu anlattığımız daha iyi görülür böylece.
Suriyeli, Somalili, Afrikalı, Lübnanlı, Kırgızistanlı ve Türkmen’e karşı kendini üstün ırk gören bu anlayış tabii ki kendini İsviçreli, Alman, Danimarkalıdan, İsveçliden de aşağı görüyor veya en iyi ihtimalle birilerini diğerlerinden üstün veya aşağı görmeyi o kadar rahat o kadar sorgulamadan benimsemiş oluyor ki. Muhtemelen bahsettiği ülkelerin üniversitelerinde okuyan Türkler için de o ülkenin ırkçılarından aynı şeyleri söyleyenler vardır. Ama sayıları oransal olarak bu kadar fazla mıdır bilemiyorum. Bizdeki bu kalabalık insanlık adına ürkütücü boyutlarda.
Bir defa kendinden “üstün” diye konumlandırdığı ülkelerde okuyan yabancı öğrencilerin önemli bir kısmı yine bu “aşağıladığı” ülkelerden. İngiltere’nin üniversitelerinde Avrupa’dan veya Amerika’dan öğrenciler mi okuyor sanıyorsunuz? Orada da oransal olarak tam da bu Asya-Afrika ülkelerinin öğrencileri okuyor ve okuduktan sonra ya ülkede kalıp ülkenin beyin potansiyeline katkıda bulunuyor veya ülkelerine dönüp İngiliz kültürünün doğal taşıyıcısı ve elçisi haline geliyorlar. Ama İngiltere’de özellikle bu konuda onları aşağılayan kimse çıkmaz çünkü bu eğitim ihracatının ne anlama geldiğini herkes bilir.
Benim okuduğum yıllarda ODTÜ Türkiye’nin en uluslararası üniversitesiydi, buna rağmen sayıları yüzü geçmeyen öğrencilerin çoğu yine Asya ve Afrika ülkelerindendi.
Türkiye’de ise eğitim alanı ihracata ilk defa açılıyor ve daha başlangıç aşamasında bu konuda şimdiden ortaya çıkan tablo kesinlikle gurur verici boyutlarda. Ama bu boyutlarda karşımıza çıkan cahillerin ve ırkçı ahlaksızların direnişi oluyor.
Bu da bilimin cehaletle ezeli imtihanı değil mi?