Yargıtay Bildirisi'ni, yargı reformuna karşı statükocu bir refleks olarak algılayanlar da var, "28 Şubat bin yıl sürecek" diyenlerce 2002'den bu yana habire darbeye azmettirilen ordunun, artık açıktan açığa muhtıra vermek ayıp kaçacağından, topu Yargıtay'a atmış olduğu noktasından yorumlayanlar da. Kimisi, AK Parti'nin "yargıyı etkileme gayretine girmek suretiyle kapatma davası lehine sonuç almaya çalışmakla" suçlanmasını, elitist zevatın yüzyıllık karın ağrısına bağlıyor, asıl Yargıtay'ı Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına tesir etmekle suçluyor.
Bugün tarafsızlık ve bağımsızlık tiradı atan Yargıtay'ın, vaktiyle Şemdinli Savcısı'na ettiği 'ordu-yargı elele' tadındaki kudretli zulmü düşününce, buna hak vermemek imkansız. Ama şimdi mesele, bu değil. Sorun bu 'bildiri' işinin artık fazlasıyla abarmış, şişmiş, tavsamış, baymış olduğudur. Bu kah e-muhtıra, kah atanmış bildirileriyle, türlü yol ve döngülerle önümüze dökülen, "laiklikten sopa yapmak, seçilmişleri dövmek" işinin kabak kıvamına gelmiş, "ıyyk" ölçüsünde doruğa çıkmış bulunmasıdır.
Pekala. Madem durum budur, pilavdan kimse dönmesindir ve meydan artık şenlik görsündür.
İnsan düşünüyor. Genelkurmay, Rektörler Komitesi, Yargıtay ve Danıştay, kimse tempo tutup tezahürat yapmış, alkış eşliğinde sahneye çağırmış filan değilken, bir "bildiriye doyamama" halleri sergiliyorlar da, diğer kurumların elleri niye armut topluyor?
Hazır pist ısınmışken, sözgelimi bir Sayıştay ilham gelmesini mi bekliyor? Meclis Başkanı'na alınmış olan BMW'den mülhem, neden fazla para harcamanın laiklikte yeri olmayacağı bahsiyle süper bir bildiri attırmıyor? Ne yani, bu gericilerin (!) "yargı reformu" kisvesi altında şeriat devleti getirmek istedikleri düşünülebiliyor da, neden aynı gericilerin (!) şatafat anlayışından Osmanlı dönemine geri dönmek istedikleri gibi bir sonuç çıkarılamıyor? Sayıştay şöyle albenili, bol imzalı bir 'laiklik' manifestosu yayınlamak için neyi bekliyor?
Peki, laiklik, Cumhuriyet işlerinin piri, şahmeranı sanatçıların niye sesleri çıkmıyor? Bir hiper laik uyarı da o cenahtan gelse, bildiriler katmer katmer üstüste binse fena mı olur? Devlet Tiyatroları mesela, ödeneklerinin azlığını gerekçe göstererek, "Laik çalışanlara hakkının verilmediğinden ve bunun toplumu kutuplaşmaya ve kaosa götürecek bir tür ayrımcılık anlamına geleceğinden, dahası bir 'Şeriat Devleti kurma' özlemi olduğu izlenimi yaratacağından" bol imzalı bir uyarıcı metinle niye bahsetmiyor? Bunun da hükümetin, "dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı" gibi bir şaşırtıcı inanç içinde olduğunun kanıtı anlamına geldiği niye söylenmiyor ve bildiri "laik cumhuriyet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı" vurgusuyla bitirilmiyor?
Ne bileyim bir Karayolları Güvenliği Yüksek Kurulu, diyelim hükümetten bilmem neredeki bilmem ne karayolunun yapımı için onay çıkmadığında, ya da başındaki adam sırf AK Partililerin tipini beğenmiyor diye, tüm üyelerin katılımıyla ses getirecek bir bildiri yayınlayabilecekken, neden susup oturuyor? Trafik kazalarında her yıl binlerce insanın kaybedilmesi pekala laikliğe bağlanabilir ve pekala o ordu gücü gibi medya gücüyle AK Parti'ye okkalı bir şamar indirilebilir, AK Parti'nin hiç elde edemediği 'meşruiyeti' bu yolla bir kez daha sorgulanabilir, hiç muktedir olamadığı iktidarı bir kez sallanabilir.
Köy Hizmetleri sözgelimi, AK Parti'nin eskide kalmış olsa bile Köy Enstitüleri'ne içten içe karşı olduğunu ve bunun laikliğe pekala ters bir durum oluşturacağını, dolayısıyla çatışmaya sebebiyet vereceğini 'kamuoyu' ile paylaşabilir, bu paylaşımında elbirliğiyle haklı da çıkarılabilir. Sözkonusu hükümet olduğunda, Cumhuriyeti de, demokrasiyi de "paşa gönlümüz bilir" koşullarına göre dikte ettirme gayreti içinde olan bütün kurumlar, kesimler, hatta kişilerin bu ülkede canları çektiğinde "bildiri" yayınlama ve memleketi gerim gerim germe hakları saklı ve sabittir. Yeminle söyleyebilecek kadar eminim ki, hepsi de sözkonusu konjonktürde "kutsal metin" muamelesi görür.
Sonra da işte, şekilde görüldüğü üzere ortalığı kümülatif bir delilik dalgası sarar. Hukuk adına hukukun katledilmesi, demokrasi adına demokratik kazanımların çatır çatır harcanması, Cumhuriyet adına 'Cumhur'a hakaret edilmesi, Batıcılık adına Batı'ya madara olunması ödenmeyecek bedeller değildir.
AK Parti'yi eleştirmek için yüzlerce iyi sebep bulunabilir, hakikaten de dışarıya karşı bir tür 'prestij unsuru' olarak da önem arzetse bile, devlet katlarındaki harcamaları fazla bulabilir, "Hani nerede İslam'ın mütevazı perspektifi hocam" diye sorabilir, "Başörtüsü iyi güzel de, 301'e bir makyaj yapıp bıraktınız" diye sızlanabiliriz ya da "zamlar peşpeşe geliyor, aloo" diye posta da koyabiliriz.
Ama işte "Batı'nın çorap kokusunu bile severiz batıcılıktan ötürü" diyecek kadar Batı modernitesi aşkına düşmüş zevatın, kalkıp da Ortadoğu'dan da Ortadoğulu bir bakışla askeri yönetimi halkın seçtiklerine tercih etmesi, parti kapatmak gibi Batı'nın aşağıladığı tutumlara işaretlenecek bir seçenek olarak bakması, uğruna yana yana gezdikleri Batı'dan, antidemokratik duruşlarından ötürü ayar aldıklarında da, "Bizi şikayet ediyorsunuz" diye asabileşip, Aslan Yürekli Richard modunda müdanasız bildiriler döşenmesi, 'pes yani' dedirtiyor. Sanki AK Parti'yi meşruiyetine tanıklık edecek muasır ağızlar aramaya kendileri itmemiş, bitmez tükenmez ithamlarıyla enerjisini tükettikleri hükümetin samimiyetini ispat yolunda partnerler bulma ihtiyacına neden olmamışlar gibi...
Sonsuz nüfuz, iktidar ve talep alışkanlıklarına 'el freni' sigortası getirilme ihtimali var diye, kazan kaldırıyor, itirazlara aba üstünden 'laiklik', 'hukuk devleti' ve 'cumhuriyet'ten yontulmuş sopalarını gösteriyor, sonra da 'bağımsızız' diye yeri göğü inletiyorlar. Ne diyeyim, bildirilerinize kurban.
Yeni Şafak gazetesi