Irak'ın işgalinin üzerinden beş sene geçti. İşgal devam ediyor, hâlâ Irak'ta 150 binin üstünde yabancı asker var. Amerikalılara, tabii Başkan Bush ve Dick Cheney'ye bakıldığında "yerinde ve başarılı bir iş" yapıldı: "Irak'ın işgali gerekliydi.
Irak Saddam'dan kurtarılmalı, bu ülke halkına demokrasi ve özgürlük kazandırılmalıydı." Bush ve ekibinin "demokrasi ve özgürlük vaadleri" aslında ikinci sırada vurgusu yapılan gerekçeydi. Asıl vurgu, Robert Fisk'in deyimiyle "tepeden tırnağa yalanlarla donatılmış kitle imha silahları ve Saddam'ın terör örgütleriyle olan ilişkisi"ne yapılıyordu.
Devletlerin bir işe girişirken psikolojik ortamı hazırlama âdetleri var. Bütün devletler yalan söyler. "Psikolojik savaş", biraz da böyle bir şey. Askerî savaşın, öldürmenin bir sınırı (hukuki hudut) olması gerektiği gibi, kitlelerin psikolojisini suistimal etmeye matuf profesyonel yalanların da bir sınırı (ahlaki hudut) olmalı. Bugün hepimiz şu suali soruyoruz: Küresel bir operasyon baştan aşağı yalanlara dayandırılır mı? Bu nasıl bir şey? Bu, içine girdiğimiz yeni yüzyılda Amerikan yönetiminin içine girdiği ahlaki zaafın somut göstergesi oldu. Hiç kuşkusuz, Amerikan halkının büyük bir bölümü bundan rahatsız, ama halkın iradesinin söz konusu olduğu öne sürülen demokrasilerde, bir hükümet bir kere seçildi mi, dilediğini yapabilmektedir. Demokrasilerin en büyük zaafı, dört veya beş yıllığına vekalet verdikleri kimseleri bu süre zarfında çok temel yanlış karar ve icraatlardan vazgeçirememesi.
Hepimiz Adem'in ve Havva'nın çocuklarıyız. Haksızlarımız ve bir şekilde gücü eline geçirmiş olanlarımız, hukuk ve ahlakın kurallarını pervasızca çiğnediklerinde, insanlığımız zarar görüyor. Bu işgal sırasında insanlık onurumuz ağır yara aldı.
Beşinci yılını tamamlarken Irak'taki tabloya kısaca bakalım:
Hayatını kaybeden, öldürülen Iraklıların sayısında ihtilaf var. Asgari rakam 350 bin, azami 1 milyon. Ortasını almak gerekirse, 650 binden aşağı değil. Dile kolay, yüz binlerce masum insan. Yüzde 99'u sivil, yani çoluk çocuk, kadın ve yaşlı savunmasız insanlar. Kayıpların sayısı 17 bin. Yaralı ve sakatların sayısını kimse tam olarak bilemiyor. Adi suçların dışında 7 bin kişi hapishanelere atıldı. Irak'tan göç edenler 2 milyon, kendi ülkesinde göçmen durumuna düşenler 1,5 milyon. İki bin doktor öldürüldü, 250'si kaçırıldı. Kaçırılan ve öldürülen akademisyen veya aydın sayısı 500'ün üstünde. Irak'ın entelektüel stoku demek olan bu akademisyen ve aydınları kim seçerek avlıyor, bu suikastları hangi amaçla yapıyor, belli değil. Akıllarda kocaman istifhamlar var! Ebu Gureyb zindanlarında, ülkelerini savunmaktan başka hiçbir suçları olmayan nice Iraklıya insanlık dışı, utanç verici işkenceler reva görüldü.
Iraklıların içecek temiz suyu yok, yeterli gıda bulamıyorlar. Çocuklar beslenemediği ve hastalıklara karşı korunamadığı için küçük yaşta ölüyorlar. Dört milyon Iraklı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Onurlu insanlar bir dilim ekmek için el açacak duruma düştü. Altyapı çökmüş. Sokakta güvenlik yok. Irak, tarihinde bilmediği bir iç savaş yaşıyor ve tarihî zenginlikleri, binlerce yıla ait eserler, kitaplar yağmalanmış durumda. Tahminlere göre bugüne kadar 60 bin tarihî eser kaçırılmış durumda. Yarın öbür gün bu eserleri Batı müzelerinde göreceğiz.
Amerikan cephesinden bakıldığında, bugüne kadar öldürülen askerlerin sayısı 4 bin, bunu 6 bin gösterenler de var. Maliyeti 500 milyar dolar. Fakat çok daha çarpıcı olanı Stiglitz'in söyledikleri. Nobel ödüllü ABD'li ekonomist Joseph Stiglitz, "finans piyasalarında yaşanan krizin, 1929'daki Büyük Buhran'dan bu yana yaşanan en ciddi sarsıntı olduğunu söylüyor. Stiglitz, en büyük problemin, mortgage kredilerinin geri ödemesini yapamayan tahmini 2 milyon Amerikalının evlerini kaybedecek olması olduğuna işaret ettikten sonra, söz konusu krizin Irak Savaşı'yla da bağlantısı olduğunu belirterek, savaş harcamalarının ekonomiyi ciddi manada etkilediğini ancak bu etkinin boyutunun kamuoyundan gizlendiğini" iddia ediyor.
Zaman gazetesi