Daha dört yıl önce Habur sınır kapısından giren barış grubunun kıyafetleri üzerine uzun ve bıktırıcı analizlerin yapıldığı bir ülkeydik.
Dün Başbakan Erdoğan, şel û şepik giyen Mesud Barzani ve beraberindeki heyet ile Şivan Perwer'i ağırladı.
Yirmi yıl önce Leyla Zana, meclis kürsüsünden 'Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!' diye haykırdığı için hedefe oturtulmuştu.
Dün, zılgıtlar alkış seslerine karışırken, alanda Türkiye bayrakları Kürdistan bayraklarıyla beraber dalgalanırken, Kak Mesud'dan Başbakan Erdoğan'a kadar herkesin ağzındaki ortak slogan buydu.
Bir zamanlar bu ülkede, Şivan Perwer'in kasediyle yakalanmak altı yıl yargılanmaya sebep olurdu.
Dün, 37 yıllık vatan hasretinden sonra Şivan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın davetiyle yurduna döndü ve sahneden stranlarını söyledi.
Cenazesine bile gelemediği anası için söyledi, katliamlardan sürgüne, işkencelerden faili meçhullere çekilen tüm acılar için söyledi, bir halkın yaralarına barışla merhem olmak için söyledi.
Kürdistan kelimesini, Kanunî Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı'na yazdığı meşhur mektup hariç kullanmak tabuydu. Dün Başbakan Erdoğan, bu kadim kelimeyi telaffuz ederek bir tabuyu daha devirdi.
Dört yıl önce Diyarbekir Belediye Başkanı Osman Baydemir, yine bir tutuklama dalgası sonrası siyasî hayatının en sert açıklamasını yapmıştı.
Dün Başbakan Erdoğan'ı o merdivenlerde kapıda karşıladı ve elinden tuttu. Başbakan da Diyarbekir'de ilk valiliğe değil, belediyeye giderek mesaj verdi.
On üç yıl önce dün, Ahmet Kaya'nın güzel yüreği vatan hasretine dayanamayıp durmuştu.
Dün, O'nun cenazesinde, mezarı başındaki konuşmasında 'Ahmed'in ne suçu vardı?' diye soran Şivan'a sanki Başbakan Erdoğan yıllar sonra cevap veriyordu: ''Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına' diyordu. Ah, keşke O da aramızda olsaydı...'
En benim diyen anti-emperyalistin bile iman ettiği 'Sykes-Picot sınırları' geçtiğimiz yüzyılda çizilmişti.
Dün, o sınırlara hapsedilip kuşatılmak istenen ülkenin başbakanı ilan etti: 'Yüzyıl önce bu topraklarda adeta cetvelle sınırlar çizildi ama bizim muhabbetimize sınır çizemezler. Bizim ortak tarihimize, ortak medeniyetimize, ortak geleceğimize sınır çizemezler. Bizim gönüllerimizi hiçbir zaman birbirinden ayıramazlar. Bunu böyle bileceğiz, onun için rahat olacağız ve geleceğe aynı aşkla, aynı inançla yürüyeceğiz.'
Devlet özgüveninin, devlet aklının ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterdi.
Daha geçtiğimiz ay, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Erdoğan'ı 'siyaseten korkak' olmakla suçlamıştı.
Dün Başbakan, sürecin sahip çıkılırsa büyüyeceğini söyledi ve genel affa işaret etti: 'Eğer Allah ömür verirse dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını göreceğiz. Hep birlikte büyük Türkiye olacağız.'
Dün sadece Türkiye değil, Ortadoğu halklarının tarihi için de bir milattı.
'Yüzyıllık yalnızlık'tan hep beraberce, birbirimize tutunarak çıkacağımızın nişanesiydi.
Diyarbekir'deki Nevruz kutlamalarında, sürecin en önemli aktörlerinden Öcalan 'Silahlar sussun, fikirler konuşsun' çağrısında bulunmuştu.
Dün, çözüm için hayatının siyasî riskini göğüsleyen Başbakan Erdoğan da, 'Söz, silahtan daha etkilidir. Siyaset de şiddetten daha etkilidir' dedi ve orada bulunan Barzani'nin kişisel tarihini de buna şahit yazdı.
Başlığa geri dönüp söylersek: Yaşasın Diyarbekir, yaşasın barış!
YENİ ŞAFAK