Abdullah Muradoğlu / Yeni Şafak
Biden’ın ‘İsrail aşkı’ nereden geliyor?
ABD Başkanı Joe Biden’ın alenen soykırım suçu işleyen Netanyahu Hükümeti’nin arkasına koyduğu desteğin 2024 seçimlerinde kaybetmesine yol açabileceğine ilişkin tartışmalar devam ediyor. ABD’de yapılan anketlerde Biden’ın Gazze politikasının onay oranının Ekim ayından bu yana hem “Demokratlar”, hem “Cumhuriyetçiler” ve hem de “Bağımsızlar” arasında düştüğünü gösteriyor. Demokratlar’a oy veren genç seçmenlerin ezici çoğunluğu Biden’ın İsrail’e verdiği koşulsuz desteğe itiraz ediyor. Keza seçmenlerin önemli bir kesimine göre Biden’ın politikası çatışmanın barışçıl şekilde çözülme ihtimalini artırmıyor, azaltıyor.
Sadece anketler değil, ABD Kongresi’ndeki Demokratlar arasında da aykırı sesler çoğalıyor. Bütün bunlara rağmen Biden Yönetimi’nin İsrail’e koşulsuz destekte ısrar etmesi siyaset analizcilerinin kafasını karıştırıyor. Analizciler, İsrail’e koşulsuz desteğin iç siyasette zararlı hale geldiği durumlarda ABD yönetimlerinin tutumlarını değiştirdiğine dair bazı örneklere yer veriyorlar. Mesela, ABD Başkanlarından Ronald Reagan 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail’e misket bombası göndermeyi durdurmuştu. Buna göre Reagan dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin’i telefonla arayarak Beyrut’un bombalanmasına son vermesini sağlamıştı.
Oysa Reagan İsrail’in Lübnan’daki saldırılarına ilk başlarda sessiz kalmıştı. Analizcilere göre anketlerde önemli bir seçmen grubunun İsrail’in işgalini onaylamaması Reagan’ın tutumunu değiştirmesinde etkili olmuştu. Biden’ın siyaseten Reagan’dan daha zor durumda olmasına rağmen Netanyahu’nun sırtını sıvazlamaya devam etmesi bu yüzden manidar bulunuyor.
Amerikalı araştırmacı-yazar Alan Macleod İsrail’e verilen koşulsuz desteği, siyasetçilere seçimlerde yapılan cömert bağışların arkasında yer alan “İsrail Lobisi”ne bağlıyor. Macleod “MintPress News”te“Kanlı Para: İsrail Lobisi’nden en çok para alan ilk 10 siyasetçi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazarın 1990’ların başlarına kadar giden bu araştırmasına göre ilk sırada Joe Biden yer alıyor. İkinci sıradaysa, hakkındaki rüşvet iddiaları sebebiyle geçtiğimiz Eylül ayında Senato Dış İşleri Komitesi Başkanlığından geçici olarak ayrılan Demokrat Senatör Robert Menendez yer alıyor. Üçüncü ve dördüncü sıralarda Senato’daki Cumhuriyetçiler’in lideri Mitch McConnell ile Senato’daki Demokratlar’ın lideri Chuck Schumer yer alıyor. Beşinci sırada yer alan isim ise Temsilciler Meclisi eski çoğunluk lideri Demokrat Steny Hoyer.
Amerikalı yazarlardan Branko Marcetic ise, “Jacobin” dergisinde 23 Aralık’ta yayınlanan yazısında Biden’ın Gazze’de ateşkes için İsrail’e baskı yapabilecek ölçüde siyaseten elinin güçlü olduğunu, ancak Biden’ın bunu yapmak istemediğine dikkat çekiyordu. Marcetic, İsrail yanlısı bir şahin olarak nitelediği Biden’ın ABD Başkan Yardımcısıyken ABD Başkanı Barack Obama’nın Netanyahu’ya baskı uygulama girişimlerini baltalamak için çalıştığını belirtiyordu.
2020’de yayınlanan “Dünün Adamı: Joe Biden’a Karşı Dava” başlıklı kitabın da yazarı olan Marcetic, Biden hakkında Amerikan kamuoyunun pek bilmediği bir olaya da atıf yapıyordu. Buna göre Biden etkili bir Senatör iken İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesine ve sivillere yönelik saldırılarını da perde arkasından desteklemişti. O dönemde Washington’a gelen İsrail Başbakanı Menahem Begin, Demokrat Senatör Joe Biden ile de görüşmüştü. Marcetic’in aktardığı bilgilere göre Biden, Begin’e İsrail işgali için “Yapılması gerekiyordu! Kanada’dan ABD’ye saldırılar düzenlenseydi, buradaki herkes ‘Kanada’nın tüm şehirlerine saldırın, tüm sivillerin ölmesi umurumuzda değil’ derdi” diye konuşmuş. O dönemde ‘barış güvercini’ bir siyasetçi olarak görülen Biden’ın bu şahince sözleri meğer Begin’i bile ziyadesiyle şaşırtmış.
Branko Marcetic, ABD Başkanı Joe Biden’ın Netanyahu Hükümeti’ne yaklaşımının anın siyasetine göre dikkatlice ayarlanmış bir pozisyondan ziyade, İsrail’e ilişkin kendi özel görüşlerinin ürünü olduğuna dikkat çekiyordu. Biden’ın söz konusu yaklaşımının ABD’nin hâlâ İsrail yanlısı siyasi manzarasında bile uzun zamandır aykırı bir görüş olduğunu da vurgulayan Marcetic, “Sonuç olarak, sadece ABD’nin küresel itibarını diplere çeken korkunç bir kitlesel cinayeti kolaylaştırmakla kalmıyor. Kendi siyasi mezarını da kazıyor olabilir” diyordu.