Biat, hilafet, ulul emr

Abdurrahman Dilipak

Dindarlara söylüyorum: Bu dünyada yaptığınız ve yapmanız gerekirken yapmadığınız, söylediğiniz ve söylemeniz gerekirken söylemediğiniz her şeyden hesaba çekileceksiniz..

İster parti kongresi olsun, ister dernek, vakıf, oda seçimi, ister şirket, kooperatif ya da muhtarlık seçimi olsun yaptığınız işle ilgili leh ve aleyhinizde olanı bilmek zorundasınız!. “Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” denmiştir kitapta. “İşi ehline veriniz” denmiştir.. Ehliyet işe göre belirlenir.. Kongrelerde faaliyet raporu, bütçe, ibra maddeleri hiç kimsenin anlamadığı, rutin, fuzuli işler gibi görülüyor. Aslında işin aslı orada.. İş o. Siz hangi işe hangi adamı seçiyorsunuz.. Kim neyi nasıl yapacak, bunun hesabının size verilmesi gerek. Yoksa biyonik robotlar gibi, işaretle el kaldırıp indiren kalabalık oluşturan bir insan olursunuz..

Biad, bir kişinin bir başka kişiye bağlanma sözü değil.. Bir kişinin diğer bir kişiye itaatini ifade etmez.. Burada kişiye değil, “söze sadakat” esasdır. Çünkü Allah “Söz verdiğinizde sözünüzde durun” der.. Sözleşme, tüzük neyse o, doğrudan ya da intihabı sani yoluyla, referandum ya da oylamada kullandığınız oyda masiyet yoksa ve mecbur bırakıldığınız için öyle davranmamışsanız ona uymanız gerekir.. Ve Allah işin aslını, kalplerden geçeni bilendir. O mizanın, din gününün, hesab gününün sahibidir..

Hiç kimse masum değildir. (Peygamberler müstesna). Ki Cebrail onları uyarmasa idi, insan olarak onlar da bu riski taşımaktaydılar.. “Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.” Hiç kimse gaybi bilemez.. Ve Kadir-i Mutlak (Mutlak iktidar sahibi) olan zat, hiçbir işte hiç kimseye muhtaç değildir.. O yaratılmış hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar büyük ve eşi, benzeri, ortağı olmayandır.. Sonuçta cenabı Allah, ferden ferda, farzı ayn olan şeylerde, “Bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister”. Ona ibadet, kulluk ve dua etmemizi ister. Farzı kifayede ise bu sorumluluğu cemaate yükler. Cuma namazı bunun için farz kılınmıştır. Hacc bu anlamda ayrı bir sorumluluk kapısıdır.. Müslümanlar bu anlamda, mecazi olarak yeryüzünde “Allah’ın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmak”la yükümlüdür.. Müslümanların dua ederken kendi ellerine bakmaları da bundandır..

Biat taraflar arasında, zaman, mekan ve şartlara havi bir sözleşmedir.. Nasıl topluluklar arasında bir “sosyal kontrat” var ise, insanlar da kendi aralarında siyasi ya da siyaset dışı alanlarda, karşılığını Allah’tan bekleyerek “cenneti satın alacak bir iş” üzerine ahidleşebilirler. Herkes bu ahidleşmede verdiği sözde durmak zorundadır ve söz verilen işin gerçekleşmesi için verilen sözün uygulaması, koordinasyonu, takibi konusunda yine sözleşme hükümlerine göre bir başkan ya da gerekli yardımcılar bu sözleşme ile tayin ve tesbit edilir..

Biad, birinin bir diğerine her konuda ve sınırsız bir şekilde itaatini ifade etmez.. Sözleşmeye katılanlar, yüklendikleri sorumluluklar ve sorumluluklarının gereklerini yapma konusundaki performanslarına göre üstünlük kazanırlar. Yoksa bir biat olayında başkan olan kişi görevini yapmamış, ama en az sorumluluk üstlenen kişi görevini eksiksiz yapmışsa, kuşkusuz makbul olan o kişinin durumudur.

Tekrar söylemek gerekirse şahsa değil, söze itaat esastır..

Sözleşme kurallarına göre bir işe karar verilmiş ancak yorumda ihtilaf çıkmışsa, çoğunluğun tercihi esas alınmakla birlikte, diğerlerinin hakları gözetilir. Diğerleri de, sözlü muhalefetlerini, itirazlarını sürdürmekle birlikte, çoğunluğun hukuka uygun fakat içtihad farklılığı sebebi ile farklı uygulamalarına karşı fiili engellemede bulunamazlar.. Çünkü onlar da en az bunlar kadar doğru olma ihtimaline sahiptirler.. Burada en çok konuşulan konulardan biri de “Hilafet”.. Hilafet “temsilci” demektir.. Resul, Allah’ın “elçi”sidir, ki risalet zaten tek başına Hilafetten daha üstündür.. Halife, “Allah’tan bir ruh” taşımış olmakla, meleklere ve şeytana secde etmesi istenen insanın bizatihi kendisidir. Burada “Allah’ın halifesi” olma özelliği taşıdığı ruh, elestü bezmindeki taahhüd ve yaratılıştaki potansiyelle ilgili ve mecazi bir değer taşır.. Müslümanların halifesi bu anlamda ne Papaya, ne Patriğe benzemez..


Allah’ın halifesi mücerret ve mecazi anlamda “insan”ın kendisidir. Kuşkusuz peygamber de “insan” olarak bu kapsamda yer alır.. Hz. Ebubekir, Ömer ya da diğer halifeler ne oluyor derseniz, özellikle ilk dört halife, Sahabi olma özelliği ile Peygamberin nübüvvetine tanıklık etmiş olmakla dini bir rehberiyet özellikleri yanında, onun politik misyonunun da devam ettiricisi olmak gibi bir rolleri vardır.. Ancak 4 halife de dahil, asıl hilafet misyonları “İslam’ın değil”, “Müslümanların halifesi” olmalarıdır..

Yani bizde Halife denen zat, “Allah”ı ya da “İslam”ı değil, “Müslümanlar”ı temsil eder.. Hilafet dini bir sıfat gibi gözükse de, aslında dini kişiliği “alim” oluşu ile ilgilidir.. Politik kişiliği ise tamamen “seküler” bir anlam taşır.. Bana vekalet etmektedir. Vekalet etmekte olduğu Müslümanların hak ve hukukları ile onların evrensel sorumluluklarının tedvin ve tedvirinden sorumludur..

Ben bir halife adayına oy vermeyebilir, ya da oy verdiğim halifenin, sözleşmede yer almayan bir tasarrufunu doğru bulmadığım için ona karşı çıkabilirim. Hatta mahkemelik de olabilirim. Bunda dini ya da ahlaki bir sorumluluk yoktur, tabii eğer haksızlık ve zulm anlamı taşıyan bir durum sözkonusu değilse.

Ulul emr, cemaat temsilciliği dışında siyasi otoriteyi ya da herhangi bir otoriteyi temsil eder.. Cemaatin vekaleti genelde “velayet-i fakih” makamında bulunan “veresetül enbiya” kabul edilen, “ehli hal vel akd” (hali ile ve sözleşmeye sadakatı ile temayüz etmiş, sabıkası olmayan kişi) ilim ehlidir.. İmam-ı Azam ve Halife arasındaki, İmam-ı Azam’ın şehadeti ile sonuçlanan olayda da bu tartışma kilit rolü oynamaktadır. Gelenekte siyaset “vekalet”, “ilim”, “velayet” müessesesi olarak kabul edilmiştir.. İstişare alimlerle yapılırken, müşavere, verilecek karardan yarar ya da zarar görecek herkesle yapılması şart olan bir mekanizmadır.. Her iki kavram da sadece politik değil, aynı zamanda sivil ve sosyal mahiyettedir..

Size bir şey söyleyeyim mi, her topluluk layık olduğu gibi idare olunur. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir..

Kiralık kafalarla, takım tutar gibi taraf tutan, kendi zannını mutlaklaştıran, kendi içtihadı ile başkalarını tekfir eden ya da onlar üzerine hüküm kurarak kendini ilahlaştırıp Rableştirmeye çalışan, kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir eden kalabalıklarla, liderci, örgütçü, mezhepçi anlayışları ile mikro milliyetçilik yapan insanlarla nereye kadar gidilebilir bilmiyorum..

“Din büyükleri”ni ve “siyasi önder”lerini İlah ve Rab edinenler iflah olmazlar.. “Tek adam” yok. Varsa o “Monark”tır! “Tek büyük önder” yok, varsa o “Führer”dir!. Politika “çoğul”culuğu, “parçalı” bir toplumsal gerçeği ifade eder.. Onun için “Parti” “parça”yı ifade eder. Parça bütünün habercisidir ama bütünün kendisi de değildir.. Olamaz da!.

Sonuçta Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmeyecektir.. Zulm ile abad olunmaz. Hal böyle iken insan sormadan edemiyor tabii: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım?” Selam ve dua ile.

VAKİT