Kudüs Müessesesi’nin yıllık kongresi 15 Ocak 2010 Cuma günü sonuç bildirisinin okunmasıyla ve basın toplantısıyla sona erdi. Fakat Beyrut’ta bu toplantının hemen ardından geniş çaplı bir uluslararası toplantı daha düzenlendiğinden ve bu toplantıya da davetli olduğumdan iki gün daha kaldım.
Bu toplantının adı Uluslararası Direnişe Destek Buluşması.
Toplantıya dünyanın değişik ülkelerinden, çok sayıda ileri gelen şahsiyet davet edilmişti. Filistin’e Özgürlük Konvoyu’nda uzun süre birlikte olduğumuz George Galloway de davetliler arasındaydı. Beni görünce kendisini hemen konvoyun heyecanı sardı ve bu heyecanla kucakladı. 14 Ocak Perşembe akşamı açılış öncesinde bazı davetlilere verilen onur yemeğinde yaptığı konuşmada da Türkiye’nin tutumundan övgüyle söz ederek Arap ülkelerindeki halkların da, İngiltere’nin de Tayyib Erdoğan gibi bir başbakanlarının olmasını arzuladığını bir kez daha dile getirdi.
İşgalci Siyonist devletin Türkiye büyükelçisine yaptığı kötü muameleden sonra geri adım atmak zorunda kalmasının ve özür dilemesinin farklı düşünce ve görüşlerdeki çevrelerin hepsinin memnuniyetine vesile olduğu görülüyordu. Çünkü Siyonist işgal devleti şimdiye kadar isteklerini, arkasına aldığı ABD’nin desteğinden de yararlanarak baskı uygulamalarıyla gerçekleştiriyordu. Özür dilemesinin ve hata ettiğini kabul etmesinin daha önce gerçekleşmiş örneğini hatırlayan yoktu. Fakat önemli olan Türkiye’nin tutumunu değiştirmemesi ve işgalci Siyonist devletin İslâm coğrafyasında bir çıbanbaşı olduğu prensibine dayalı siyasetini daha da güçlendirmeye çalışmasıdır. Bu açıdan Barak’ın Türkiye ziyareti olumsuz bir gelişmedir.
Türkiye’ye gelen Barak, eli binlerce Filistinli çocuğun kanına bulanmış savaş suçlusu bir Barak’tır. İngiltere’deki mahkemenin Tzipi Livni hakkında savaş suçları işlemesine binaen tutuklama kararı çıkardığı gibi Türkiye yargısının da Barak hakkında benzer bir karar çıkarması ve onun Türkiye’ye adım attığı sırada eline kelepçe vurulması gerekirdi. Bunu gerçekleştirmenin mevcut şartlarda mümkün olmadığını düşünen Türkiye en azından eli kanlı Barak’ın ziyaretini ve kanlı çizmeleriyle bu ülkeye ayak basmasını kesin bir şekilde reddetmeliydi. Bunu yapması durumunda Türkiye’deki yönetim İslâm âleminde ve tüm dünyada özgürlükten yana olanlar nezdinde büyük destek görecekti.
Gerçi Türkiye, işgalci Siyonist devlet karşısındaki tutumu dolayısıyla kazandığı takdirleri ve Müslüman halklar nezdinde kazandığı desteği kaybetmiş değil. Ama Barak ziyareti yıkanan elbiselerin üzerine göze batan kirlerin bulaşması gibi olmuştur. Şimdi o kirlerin temizlenmesi için deterjana ihtiyaç var. Gazze’ye denizden yardımların ulaştırılması için hükümetin aktif rol oynaması ve insanî yardım kuruluşlarının önünü açması, Siyonist işgal devletinin korsanlığını önlemek için harekete geçmesi böyle bir deterjan rolü oynayabilir.
Bundan sonrasında da Türkiye’den beklenen işgalci Siyonist devletle arasına kırmızıçizgi çekme ve onun insanlık dışı uygulamalarına, Gazze’ye yönelik ambargosuna ve Filistin halkını hedef alan yıldırma politikasına karşı tutumunu kararlı bir şekilde sürdürmesi, onun elleri masum insanların kanlarına bulanmış savaş suçluları hakkında ya tutuklama kararı çıkarması ya da onları hiçbir şekilde topraklarına sokmamasıdır. İslâm âleminin Türkiye’den beklediği de budur.
Beyrut’ta düzenlenen toplantılar İslâm âleminden pek çok kişiyle bir araya gelmeme vesile oldu. Bunların büyük bir çoğunluğunu daha önce değişik vesilelerle bir araya geldiğimiz ve tanıştığımız şahsiyetler oluşturuyordu. Ama bu toplantılarda ilk kez karşılaştığımız, tanıştığımız ve irtibat kurduğumuz birçok kişi de oldu. Bunların hepsi İslâmî çizgide olanlar değildi. Farklı düşüncelerde ve inançlarda insanlarla bir araya geldim. Hepsinin Türkiye’ye ve Türkiye’nin İslâm coğrafyasında sahip olduğu ağırlığa büyük önem verdiğini müşahede ettim. Ama böyle bir kanaatin oluşmasında Filistin davasının ve Siyonist işgal devleti karşısında sergilenen tutumun belirleyici unsur olduğu da dikkatlerden uzak tutulmaması gereken önemli bir gerçek. Ben şahsen bunu daha önce de muhtelif yazı ve yorumlarda dile getirmiş ve Filistin davasının tarihte de günümüzde de belirleyici etken olduğunu vurgulamıştım.
Direnişe Destek İçin Uluslararası Arap Buluşması (el-Multeka’d-Duveliyyu’l-Arabi li Da’mi’l-Mukaveme) adlı geniş katılımlı program olumlu bir mesaj içermekle birlikte benim gözlemlediğim kadarıyla birçok yönden başarısız bir toplantıydı. Beni böyle bir kanaate yönelten intiba ve tespitlerimi ise inşallah müteakip yazıda ilginize arz edeceğim.
VAKİT