Beykoz Özgür-Der’de ‘Hadis’ Konusu İşlendi

Özgür-Der Beykoz şubesinin aylık olarak düzenlediği seminerlerden üçüncüsü Akif Bilgir’in hazırlayıp sunduğu “Hadislerin Mahiyeti” konusuyla gerçekleştirildi.

Akif Bilgir’in programda yaptığı sunum:

HADİSLERİ MAHİYETİ

Din insanlara iki kaynak vasıtasıyla ulaşmıştır. Bu kaynaklar, vahiy ve vahyin şekillendirdiği peygamberlerin kişilikleri, yaşantıları, söz ve davranışlarıdır. Bu iki kaynak dini anlamada ayrılmaz bir bütünlük oluştururlar. Dinin tam anlamıyla kavranması, birey ve toplum hayatına yansıması ancak bu bütünlüğün korunmasıyla mümkündür

Sünnet ve Hadis

Hz. Peygamber’in İslâm dinindeki yerini kavramadan onun sünnet ve hadisinin önemini anlayabilmek güçtür. Her şeyden önce Allah’ın Kitabı’nın mübelliği ve en iyi tercümanı olan Hz. Peygamber, bir Müslüman için yegâne hayat ölçüsü ve en mükemmel şahsiyet örneğidir. Nitekim Allah (cc), “Gerçekte Allah Resûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” ( Ahzâb, 33/21) buyurmaktadır. Yüce Allah, Hz. Peygamber’in tüm inananlar için örnek olduğunu söylediğine göre, kendisinden sonraki kuşaklar onun bu örnekliğini hayatlarına nasıl yansıtacaklar? Bu sorunun cevabı, her şeyden önce Hz. Peygamber’in bıraktığı bilgi mirasının iyi ve doğru bir biçim de korunmasıyla mümkün olabilirdi.

Bu yüzden İslâm toplumunun çok erken döneminden itibaren bu durumun bilincinde olan İslâm âlimleri,Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarını kayıt altına almayı bir sorumluluk addetmişlerdir. Sünnet ve hadis mirası, ilk nesilden itibaren Müslümanların ibadet ve ahlâka dair hususlarda olduğu gibi günlük yaşantılarında ortaya çıkan sorunların çözümünde de vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olmuştur.Resûlullah (sav), kendisine indirilen vahyin tebliği yanında onun tebyîni yani açıklanmasıyla da görevlendirilmişti. Onun Kur’an âyetlerine ilişkin yaptığı açıklamalar, tefsir veya yorumlar “hadis”, ilâhî buyrukları hayata geçirmek suretiyle gösterdiği uygulamalar da “sünnet” olarak adlandırılır.Sünnet ile hadis aynı şeyi ifade etmemektedir. Ancak zaman zaman ikisi aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu iki kavramın tam olarak ne ifade ettiğini anlamadan nebevî bilgi mirasını bugüne taşımak mümkün değildir.

  1. Sünnet

Kelime olarak “yol, güzergâh, âdet, gidişat ve davranış tarzı” gibi anlamlara gelen “sünnet” sözcüğü, “yeni bir şekil vermek, yeni bir şey ortaya koymak, iyi veya kötü çığır açmak, bir yola girip yürümek, bir durumu belirlemek, toplum için kural koymak” gibi anlamlara da gelmektedir.( 17 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab,S-N-N md.)

Sünnet, “Allah’ın çizdiği yol, belirlediği değişmez kanun” anlamlarında Kur’an’da sünnetullah ve sünnetü’l-evvelîn gibi terkiplerle geçmektedir. (Ahzâb, 33/38, 62; Fâtır)

Sünnetü’n-Nebî yani Peygamber’in sünneti ise, temel İslâm bilimlerinin her birinde farklı anlaşılmış, her bir ilim dalı kendi amaç ve ihtiyaçları doğrultusunda sünnete farklı tanımlar getirmiştir.

Hadisçilere göre sünnet, “Şer’î bir hüküm ifade etsin ya da etmesin,Hz. Peygamber’in bütün söz, davranış, onay ve hayatına dair bilgilerdir.”

Fıkıhçılara göre, farz ve vacipler dışında Hz. Peygamber’den gelen hükümlerdir.

Usulcülere göre, Kur’an dışında, Hz. Peygamber’in şer’î bir hüküm teşkil eden söz, davranış ve onaylarıdır.

Kelâmcılara göre ise, bid’at kavramının karşıtıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’de “Peygamberin sünneti” şeklinde bir ifade yer almamakla birlikte Kur’an’daki “üsve-i hasene”, Resûlullah’ın sünnetini içeren ve ona “ittiba” ve “itaat”i ifade eden geniş çağrışımlı bir terkiptir. Kur’an’da geçen Peygamber’in üstün ahlâkı ve örnekliği mânâsındaki üsve nitelemesi, sahâbe ve sonraki nesiller tarafından Peygamber’in sünneti olarak tanımlanmıştır.( Guraya, Muhammed Yusuf, Sünnetin Neliği Sorununa Metodik bir Yaklaşım, s. 33)

Sünnet, aslında ibadet ve muâmelâta ilişkin nebevî uygulama yanında Peygamber’in (sav) ahlâkî, ananevî, hatta insanî ve sosyo-politik tasarruflarını içeren çok daha geniş bir çağrışıma sahiptir.Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerîm’de “üstün ahlâk sahibi”29 ve müminler için de “güzel bir örnek”( Ahzâb, 33/21.) olarak sunulan ve kendisine uyulması istenen A’râf, 7/158; Âl-i İmrân,3/31-32; Nisâ, 4/80; Mâide,5/92.) Resûl-i Ekrem’in sünneti Müslümanlar için hayatî önemi haizdir.

Elbette onun bütün söz ve davranışlarının sünnet kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği; bunun bir sınırının olup olmadığı; sınırı varsa hangi esaslara göre bu sınırın belirleneceği; sünnetin harfiyyen izlenmesi gereken bir davranış kalıbı olup olmadığı; sünnet olan bir davranışın arkasında esas uyulması istenen ahlâkî ilkelerin bulunup bulunmadığı herzaman üzerinde durulan soru ve konular olmuştur..

  1. Hadis

Sözlük anlamı “yeni” demek olan “hadîs” sözcüğü, “kadîm” (eski) kelimesinin zıddıdır.( İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab,H-D-S md.) Aynı zamanda “haber” anlamına da gelen hadis, Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî bir haber anlamında “Kur’an’ın karşılığı olarak kullanıldığı gibi (Kehf, 18/6.) “hadîsü Musa” (Musa’nın haberi)( Tâ-Hâ, 20/9.)  “hadîsü’l-cünûd” (orduların haberi) ifadelerinde de “kıssa” veya “haber” anlamında kullanılır. Hz. Peygamber de zaman zaman Kur’an’dan söz ederken “ahsenü’l-hadîs” (sözlerin en güzeli)( HM14484 İbn Hanbel, III,), “hayrü’l-hadîs” (sözlerin en hayırlısı)( M2005 Müslim, Cum’a,43) , “asdaku’1-hadîs” (sözlerin en doğrusu) (N1579 Nesâî, Îdeyn, 22) tabirlerini kullanmıştır. Ancak daha sonraları hadis kelimesi, sözlük mânâsının dışında Hz. Peygamber’in sözlerini ifade eden özel bir sözcük olarak kullanılmıştır.

Hatîb-i Bağdâdî (463/1071) el-Kifâye adlı meşhur eserinin girişinde nebevî sünnetin öneminden kısaca bahsettikten sonra “haberler ve kısımları” başlığı ile bir bölüm açar ve haberi bilgi değeri bakımından “doğru ve yalan olma ihtimali bulunan şey/söz” diyerek tarif ettikten sonra iki kısma ayırır:

1. Tevâtür (Mütevâtir) Haber: Yalan söylemek üzere ittifak etmeleri

âdeten ve aklen imkânsız olacak derecede kalabalık bir topluluğun verdiği haberdir. Bu tür haberlerin doğruluğuna kesin olarak hükmedilir ve bunların verdiği bilgi zorunlu bilgidir, kesinlik ifade eder.

2. Âhâd Haber: Tevâtür derecesine ulaşmayan haberdir. Bu tür haberler,kesin bilgi ifade etmezler. Bu haberlerin doğruluğu konusunda zan/yüksek bir kanaat oluşursa, bu durumda o bilgiye göre hareket etmek gerekir.( Hatîb, Kifâye, s. 32, 42)

Hadis sözcüğüyle yakından ilgili olan bir başka sözcük de “rivayet”kelimesidir.

Sözlükte “sulamak, kana kana su içmek” mânâlarına gelen rivayet, Hadis İlmi’nde, sünnet veya hadisi kaynağına nispet ederek nakletmek demektir. Hadisi nakledene de “râvi” denir.( Efendioğlu, Mehmet,“Rivayet”, DİA, XXXV, s.135.)

Hadis kelimesi sözlükte “söz” ve “yeni” mânâsına gelir. Dolayısıyla sözün,bir olayın veya hadisenin sözlü olarak anlatılması demek olan hadis,sünnet kelimesinden çok farklıdır. Hadis, sözlü ve şifahî olanı ifade ederken sünnet davranışa özgü olanı ifade eden bir kavramdır.Bununla beraber İslâm geleneğinde Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerine karşılık olmak üzere hadis ile sünnet sözcüklerinin eş anlamlı olarak kullanılması yaygınlık kazanmıştır.

Hicrî ikinci asrın başlarından itibaren sorumluluk sahibi ilim adamları, Sevgili Peygamberimizin hadislerini bir araya getirmek için büyük bir gayret içine girdiler. Bu çabalar üstünkörü bir faaliyetten ibaret değildi. Her şeyden önce hadisleri nakletme (rivayet) işi, birtakım kural ve kaidelere bağlandı. Zira kimi çevreler siyasî veya itikadî temayüllerine geçerlilik kazandırmak için kişisel kanaatlerini “hadis” olarak nitelendirebiliyor ve bunları da Resûlullah’ın sözleriymiş gibi aktarabiliyorlardı.( Hatîb, Kifâye, s. 151.) Enes b. Mâlik’in azatlısı Basralı meşhur âlim Muhammed b. Sîrîn (110/729) hadislerin kaynağını araştırma hassasiyetinin fitne döneminden sonra başladığını söylemiştir.( M27 Müslim, Mukaddime,7; Hatîb, Kifâye, s. 151.)

Hadisleri kaynağına nispet ederek ve kaynaklarını zikrederek rivayet etme şeklinde tanımlanabilecek olan bu aktarıma “isnad” denilmiştir.

Sözlükte “dayanmak,yaslanmak, itimat etmek” mânâsındaki “s-n-d” kökünden türeyen isnad, terim olarak “rivayet için kullanılan lafızlarla râvi veya râvileri belirterek hadis metnini ilk söyleyen kimseye kadar ulaştırmak, hadis metnini nakleden râvileri rivayet sırasına göre zikretmek” anlamına gelir.( Küçük, Raşit, “İsnad”,DİA, XXIII, s. 154.)

“Kendisine dayanılan, itimat olunan, güvenilen” anlamına gelen “sened” ise hadis metninin hemen üstünde yer alan ve o hadisi birbirlerinden nakleden râvi isimlerinden ibarettir ki bu isimler âdeta o hadisin güvencesi sayılmıştır.( Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, s. 397) Senedde aynı zamanda onu nakleden kimselerin hadisi birbirlerinden nasıl ve hangi yolla aldıkları da özel deyimlerle belirtilir.Böylece hadis, sadece metin değil, aynı zamanda o metnin asılı durduğu,dayandığı bir sened zincirini de kapsar. İlk râvisinden sonuna kadar yani Hz. Peygamber’e kadar bir kopukluk, kesinti olmadan rivayet edilen hadislere “müsned” adı verilmiştir.( Hâkim-i Neysâbûrî,Ma’rifetü Ulûmi’l-Hadîs, s. 17.)

İslâm geleneğinde bilhassa hadis rivayeti söz konusu olunca erken dönemden itibaren isnada çok önem verilmiştir. Hz. Peygamber’e nispet edilen bir bilginin içeriğine bakılmadan önce, âdeta nasıl bir vasıtayla ve ne şekilde elde edildiği daha önemli görülmüştür. Zira dinin asıl kaynağına aidiyeti konusunda herhangi bir şüphe hâsıl olursa, içeriği, mahiyeti ne olursa olsun artık o bilginin hüccet (dinde delil olma) değeri şüpheli hale gelecektir.

İsnada bu kadar önem verilmesinin altında yatan bir başka önemli sebep de aslı olmadığı hâlde Hz. Peygamber’e atfedilen birçok rivayetin ortalıkta dolaşması idi. Bununla birlikte senedin varlığı tek başına hadisin metninin Hz.Peygamber’e aidiyeti için yeterli sayılmamış, isnadın kabul edilebilir nitelikte olması için de birtakım ölçütler belirlenmiştir. Haberleri aktaran kimselerin “sika”(güvenilir) ve “sâdık” (doğru) kimseler olmaları en başta gelen ölçüttür.sahîh hadis olarak adlandırılmıştır. Âdil, dinî-ahlâkî açıdan güvenilir olan râvinin; zâbıt ise hafızası/belleği kuvvetli olan, yani öğrendiği hadisi başkasına aktarıncaya kadar aklında tutabilen râvinin sıfatıdır. Hadisin muttasıl olması, ilk kaynağına kadar kesintisiz bir senedle ulaşması (ittisal) veya isnad halkasında herhangi bir kopukluk (inkıta) olmaması demektir.Hadisin “şâz” olmaması güvenilir bir râvinin kendisinden daha güvenilir olan bir başka râviye muhalefet etmemesi, “muallel” olmaması ise hadisin sened veya metin itibariyle herhangi bir kusur taşımaması demektir.

Sahîhin bir derece altında yer alan hadis çeşidi hasen hadistir. Râvisinin zâbıt olması dışında sahîh hadiste bulunması gereken bütün şartları taşıyan rivayetler hasen mertebesinde hadislerdir.Üçüncü mertebedeki hadis çeşidi ise zayıf veya sakîm hadistir. Zayıf hadis, sahîh veya hasen hadisin şartlarından birini veya birkaçını kaybeden,ancak uydurulmuş olduğu ileri sürülmeyen rivayetlerdir.

Birincisi; bir hadisin sahîh,hasen veya zayıf olduğunu belirlemek, ictihadî bir konudur. Başka bir ifadeyle hadisçiler bir hadisin sübûtu konusunda görüş belirtirken kendi ictihadları ile değerlendirmeler yapmışlardır. Bu ictihad, ya hadisin isnadının muttasıl olup olmadığı ya da sened zincirinde yer alan sahâbî dışındaki râvilerin “güvenilirlik” durumları hakkında yapılan değerlendirmelere ilişkindir.Bilhassa râvilerin adalet veya zabt açısından incelenmesinde dikkate alınan ölçütler her hadisçiye göre bazı farklılıklar arz ettiği için varılan sonuçlar da nispeten farklı olmuştur. Bu yüzden bazen bir hadisçinin zayıf gördüğü bir hadisi bir diğeri sahîh veya hasen olarak değerlendirebilmiştir.

İkincisi; bir hadisin Resûlullah’a ait olup olmadığı hususundaki değerlendirmeler,o hadisin ağırlıklı olarak senedine ilişkin değerlendirmelerdir.Zayıf olduğu söylenen bir hadisin her zaman sahîh olma ihtimali bulunduğu gibi sahîh veya hasen olduğu ifade edilen bir hadisin de zayıf olma ihtimali mevcuttur. Zira güvenilir bir râvinin bazen hata yapması ne kadar muhtemelse zayıf bir râvinin de doğru söylemesi o kadar ihtimal dâhilindedir.Şayet isnad zincirindeki râvilerden biri “yalancılık/kizb” gibi çok kötü sıfatlarla itham edilmişse, o zaman o râvinin yer aldığı hadisin mevzû yani uydurma olduğuna hükmedilmiştir. Mevzû hadis Hz. Peygamber adına uydurulan haberler için kullanılır.  

Hadis uydurma faaliyeti,hadis tarihinin en hassas konularından biridir Hadis, İslâm Hukuku (Fıkıh) dışında Kelâm, Tasavvuf ve Tefsir gibi dinî ilimlerin mühim bir kaynağı olmasının yanı sıra, tarih içerisinde Müslüman toplumların ahlâkî tekâmülünde de çok önemli bir etkiye sahip olmuştur.

• Hadis, varlığını Hz. Peygamber’den alır. Ancak, Hz. Peygamber’in Kur’an’ın dışındaki söz ve davranışları, onun sağlığında düzenli ve kapsamlı biçimde yazıya geçirilmemiştir. Hz. Peygamber’in,Kur’an’la karışma ihtimaline binaen (Hatîb-i Bağdâdî, Takyîdü’lilm,s. 57.)  hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğu bilinmektedir. Ebû Saîd el-Hudrî vasıtasıyla nakledildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir: “Benden bir şey yazmayın. Her kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu hemen yok etsin. Benden hadis rivayet edin; bunun bir sakıncası yok. Ama her kim benim üzerimden kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın.”( M7510 Müslim, Zühd) Bir başka rivayete göre yine Ebû Saîd el-Hudrî, Resûlullah’tan, (hadisleri) yazmak için izin istediklerini,ancak onun kendilerine izin vermediğini nakletmektedir.( T2665 Tirmizî, İlim, 11.) Resûlullah’ın hadislerin yazılmaması yönünde bir isteği olduğunu Zeyd b. Sâbit de nakletmektedir.( D3647 Ebû Dâvûd, İlim, 3.) Hatta Hz. Ömer devrinde bütün hadislerin toplanılması düşünülmüş, ancak aynı gerekçeyle bundan vazgeçilmiştir.

• Hz. Peygamber’in hadislerin yazılması hususunda bazı sahâbîlere özel izin verdiği bilinmektedir. Bunlardan biri olan Abdullah b. Amr b. el-Âs şöyle demiştir: “Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Resûlullah’tan işittiklerimin hepsini yazıyordum. Kureyşli bazı kişiler, ‘Resûlullah (sav) sakinken de öfkeliyken de konuşan bir insan olduğu hâlde, sen ondan her duyduğunu yazıyor musun?’ diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Allah’ın Elçisi’ne ilettim. O (sav) da “Sen yaz.” dedi ve parmağıyla ağzına işaret ederek, “Varlığım elinde olan Allah’a yemin olsun ki buradan hakikatten başka bir şey çıkmaz.”( D3646 Ebû Dâvûd,İlim, 3; DM493 Dârimî,)

Mukaddime, 43 buyurdu.Abdullah’ın Resûlullah’tan yazdıklarını “es-Sâdıka” adını verdiği bir sahifede bir araya getirdiği söylenir.( DM505 Dârimî,Mukaddime, 43; Hatîb,Takyîdü’l-ilm, s. 85.)

 En çok hadis rivayet eden sahâbî olarak bilinen Ebû Hüreyre’nin de Abdullah b. Amr’ın hadisleri yazmakta olduğuna şöyle tanıklık ettiği ifade edilmektedir: “Peygamber’in (sav) ashâbı arasında Abdullah b. Amr dışında benden daha fazla hadis bilen yoktur.Çünkü o yazardı ben yazmazdım.”( NM357 Hâkim, Müstedrek,I, 153 (1/105)

Ebû Hüreyre’den nakledilen bir başka rivayete göre ise ensardan bir adam Resûlullah’ın yanında oturur, onun hadislerini dinlerdi. Dinledikleri hoşuna giderdi fakat onları ezberleyemezdi.Nihayet adam durumunu Allah Resûlü’ne arz etti. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “O hâlde elinden yardım al.” dedi ve dinlediklerini yazması için eliyle işaret etti.( T2666 Tirmizî, İlim, 12.)  Râfi’ b. Hadîc de Hz. Peygamber’in, ondan duyduklarını yazma konusunda kendisine izin verdiğini nakletmektedir.( MK4411 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IV, 276;Hatîb, Takyîdü’l-ilm, 72-73.) Hz. Peygamber (sav) zamanında hadislerin sahifeler halinde bazı sahâbîler tarafından yazıldığı bilinmektedir.( Hadislerin yazılması ve hadis yazan sahâbîler ve tâbiîlerin sayısı hakkında bkz. A’zamî, M. Mustafa,İlk Devir Hadis Edebiyatı, s.34-162 Hadis sahifesi olduğu belirtilen bazı sahâbîler şunlardır ( Koçyiğit, Talat, HadisTarihi, s. 44-67.)

Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hayatında hadislerin yazımı konusunda mutlak/kesin bir yasak veya izin olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. En azından hadislerin kısmen ve imkânlar ölçüsünde kayda geçirildiği belirtilebilir. Kimi meraklı sahâbîlerin kendileri için yazdıkları bazı hadis sahifelerinin yanında, tek tük isteklilerin talebini karşılamak üzere bazı hadisler de yazılmıştır. Veda Hutbesi’nin yanı sıra İslâm’a davet mektupları, Medine Sözleşmesi, Hudeybiye antlaşması, Yemen’e gönderilen vergi düzenlemesi örneklerinde görüldüğü üzere siyasî, idarî ve malî konularda düzenlemeler (Hamidullah, Muhammed;“Hz. Peygamber ZamanındaHadisin Tedvîni”, AÜİFD, s. 2.) yapmak için Hz. Peygamber’in bizzat kendi yazdırdıkları düşünülünce İslâm’ın ilk yıllarında azımsanamayacak düzeyde kayıt faaliyetinin gerçekleştirildiği söylenebilir.( Özafşar, Hadis İlmine Giriş,s. 56.)

• Hz. Peygamber’in hadisleri daha sonraki dönemlerde onun ağzından,çıktığı şekliyle bire bir kayda geçirilememiştir. Bu durumun bilincinde olan hadisçiler de hadislerin lafzı ile rivayeti konusunda esnek bir tavır sergilemişler, mânâyı değiştirmemek kaydıyla râvinin, hadisi anladığı şekilde rivayet etmesinde bir sakınca görmemişlerdir.( Hatîb, Kifâye, s. 223;Kâsımî, Cemâluddin,Kavâidü’t-Tahdîs, s. 232-233.)

Bizzat sahâbîlerin Hz. Peygamber döneminde zaman zaman muhatap oldukları buyrukları farklı biçimlerde algılayabildikleri göz önüne alınırsa bu konuda müsamaha gösterilmesi kaçınılmazdı.Örnek: Bu konuda şöyle bir örnek zikredilebilir.Ahzâb Günü ashâbın tek bir Peygamber emrini nasıl farklı yorumlarla okuduğu incelendiğinde,yaklaşım çeşitliliğini anlamak kolaylaşacaktır.

Hz. Peygamber, ashâbını Benî Kurayza Yahudilerine gönderirken, “Herkes öğle/ikindi namazını Kurayzaoğulları yurdunda kılsın!” talimatını vermiştir.Onlar henüz yoldayken namazın vakti girmiş,kimisi, “Oraya varmadıkça namaz kılmayacağız,vakit geçse bile biz ancak Resûlullah’ın bize emrettiği yerde namaz kılarız.”derken, kimisi de namaz vaktinin geçmesinden korkarak, “Aksine biz  namazlarımızı kılacağız,çünkü Resûlullah namazı terk etmenizi kastetmedi.”diyerek Kurayzaoğullarının topraklarına varmadan namazlarını kılmıştır.Durumu haber alan Hz.Peygamber her iki tutuma da müsamaha göstermiştir. (M4602 Müslim, Cihâd vesiyer, 69.)

Hz. Peygamber’in vefatından sonra, hadisleri Peygamber’in ağzından çıktığı şekliyle bire bir rivayet ettiklerini söylemek zordur.

• Nebevî sünnetin temel kaynağı Kur’an olmakla birlikte hadisler sünnetin sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli bir nakil aracı olmuştur.

Peygamber’in sözlerine yalan yanlış şeyler karışır endişesiyle bilhassa ilk halifelerin bu konuda ciddi bir hassasiyet gösterdikleri bilinmektedir.Zehebî (748/1348), haberleri kabul etme hususunda ihtiyatlı davranan ilk sahâbînin Hz. Ebû Bekir (Zehebî, Tezkiretü’l-huffâz, I, 2.) olduğunu belirtir. Resûlullah’ın nineye altıda bir miras verdiğini söyleyen Muğîre b. Şu’be’den bu bilginin doğruluğunu teyit etmesi için bir şahit istemesi;( D2894 Ebû Dâvûd,Ferâiz, 5; T2100 Tirmizî,Ferâiz, 10.)  aynı şekilde Halife Hz. Ömer’in de birbaşka meselede yine Muğîre b. Şu’be’den bir şahit getirmesini istemesi;( M4397 Müslim, Kasâme,39; D4570 Ebû Dâvûd,Diyât, 19; HM18400 İbn Hanbel, IV, 253.)

Hz. Ali’nin daha ileri giderek, “Ben, Resûlullah’tan bir hadis işittiğim zaman,Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırırdı. Ancak başkası ondan bana hadis rivayet ettiği zaman râviden yemin etmesini isterdim.

Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim.”( D1521 Ebû Dâvûd, Vitr,26; T406 Tirmizî, Salât, 181;HM56 İbn Hanbel, I, 11.)  demesi, ilk halifelerin, hadis rivayeti konusundaki ihtiyatlı yaklaşımlarını ifade etmektedir.

Sahâbe devrinde bir yandan Hz. Peygamber’in sözlerini nakil konusunda temkinli bir davranış sergilenmiş, öte yandan birçok sahâbî onun söylediklerini olabildiğince fazla kimseye ulaştırmayı dinî ve vicdanî bir sorumluluk addetmiştir.

• Hz. Peygamber’in sağlığında ortaya çıkan muazzam hadis birikimini sonraki nesillere aktaran ve bu konuda hayatî yeri bulunanlar,sahâbîlerdir. “

• İslâm’ın ilk şahitleri, Kur’an vahyinin ilk muhatapları olmaları sebebiyle sahâbîler, İslâm’ın sonraki nesillere aktarılmasında son derece önemli bir yere sahiptirler.

Sahâbîler, rivayet bakımından çok hadis nakledenler “müksirûn” ve az hadis nakledenler mânâsında “mukıllûn” olmak üzere iki kısımda ele alınırlar. Müksirûn olarak nitelenen ve binin üzerinde hadis nakleden yedi sahâbî vardır.

Bunlardan

Ebû Hüreyre 5.374,

Abdullah b. Ömer 2.630,

Enes b. Mâlik 2.286,

Hz. Âişe 2.210,

Abdullah b. Abbâs 1.969,

Câbir b. Abdullah 1.540 ve

Ebû Saîd el-Hudrî 1.170 hadis nakletmiştir.

Bunun dışında kalan sahâbîler ise mukıllûn olarak nitelenirler.

• Özellikle hicrî birinci asır, İslâm toplumunda hızlı dönüşümün yaşanması,nüfusun karmaşıklaşması ve önü alınamaz siyasî ve toplumsal çalkantıların yaşanması sebebiyle, hadis tarihinin en nazik devresini teşkileder.

Fiten-melâhim rivayetlerinin halkın hissiyatına tercüman olması ve kabilevî ve fikrî kamplaşmaların hadislere yansıması da bu dönemde başlar.

Hz. Peygamber’e atfen hadis uydurulması faaliyeti, ilk asırda görülmeye başlanan en önemli hadiselerden birisidir. Hadis ilminin rivayet metinleri bağlamında belkemiğini teşkil eden sahâbe, tâbiûn ve ondan sonraki nesle tanık olan ilk iki asır, daha sonraki fikrî kamplaşmaların da temellerinin atıldığı bir süreçtir. Hz. Peygamber’in vefatının ardından patlak veren irtidat hadiseleri, Hz. Ebû Bekir’in dirayetli siyaseti sayesinde önlenmiş;

Hz. Ömer devrinde istikrarlı bir yönetim sergilenmiş, Hz. Osman’ın devr-i hilâfetinin sonlarına doğru İslâm toplumunda ciddi rahatsızlıklar zuhur etmiştir. Hz. Osman’ın bir suikasta kurban gitmesiyle başlayan süreçte Cemel ve Sıffin gibi acı iç çatışmalar yaşanmış; Hz. Ali ve Muâviye arasındaki anlaşmazlık maalesef Müslüman toplumun siyasî olarak bölünmesine yol açmıştır. Hz. Ali’nin safında yer alan kimi bedevîlerin ondan ayrılmasıyla Hâricîlik fırkası, Ali’ye yandaş olanların ise ona duydukları sevgide aşırı gitmeleri ile Şîa/Râfızıyye fırkası teşekkül etmiştir. Emevîler devrinde zuhur eden Mürcie, Kaderiyye, Cehmiyye ve Müşebbihe gibi fırkalar, Müslüman toplum arasındaki fikrî ve itikadî bölünmeleri çoğaltmıştır. Buna bir de Müslüman olmadığı hâlde Müslüman görünen kimi çevre ve şahısların kışkırtmaları eklenince fırka ve zümreler arasındaki fikir çatışmaları önlenemez boyutlara ulaşmıştır. Her zümre kendini haklı çıkarmak, mezhebini meşrulaştırmak ve karşıtlarını karalamak maksadıyla hadislerden yararlanma cihetine gitmiştir. Bilhassa ilk devirlerde Hz. Ali ve ailesine aşırı sevgi duyan çevreler, yoğun miktarda hadis uydurmuşlardır. Hz.Osman’ın katledilmesiyle başlayan fitne hadiseleri aynı zamanda bilinçli ve planlı biçimde hadis uydurma faaliyetlerinin de başlangıcı olmuştur.Bu hadiseler karşısında Emevî iktidarına yakın olan kimi cahil kimseler,kabile ve soy taassubu içerisinde bulunanlar, dünyaya ve dünya işlerine karşı menfî tavır takınan ve uzlet hayatını tercih eden bazı zâhidler, halkı iyilik ve hayra, ibadet ve taate teşvik etmek isteyen iyi niyetli cahil vaizler de hadis adı altında kendi sözlerini hadisleştirmişlerdir. İlk hicret asrında bilhassa Müslümanların kanlı savaş ve iç çatışmalarla karşı karşıya kalmaları,fiten ve melâhim denilen (İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan her tür sosyal kargaşa, savaş ve ölümle sonuçlanan olay,  )çeşitli rivayetlerin tedavüle çıkmasına yol açmıştır. Gayr-i müslim unsurlarla fikrî çatışmalar, kadim inanç ve geleneklerin kimi telakkilerinin uydurma hadisler kanalıyla İslâm toplumuna sızmasına neden olmuştur. İslâm karşıtlarının İslâm’ı ve Müslümanları küçük düşürmek maksadıyla uydurdukları hadislerle, yeteneksiz kimselerin Hadis İlmi’yle meşgul olmaları sonucu ortaya çıkan asılsız haberlerin çoğalması, Hadis İlminde isnad tatbiki ve tenkidi denilen yöntemin gelişmesine yol açmıştır. Böylece, hadisleri nakledenlerin değerlendirildiği, daha sonra cerh ve tadil olarak adlandırılacak râvi değerlendirme usulü oluşturulmaya başlanmıştır. Bununla eş zamanlı olarak hadisler toplanmış, yazıya geçirilmiş ve nihayet tedvin edilmiştir. Bu konuda Emevî halifesi Ömer b. Abdülazîz (101/720) resmî bir girişim başlatmış ve başta İbn Şihâb ez-Zührî (124/742) olmak üzere hadis rivayetiyle meşgul olan âlimler tedvin faaliyetini özenle ve büyük özveriyle gerçekleştirmişlerdir. (Özafşar, Hadis İlmine Giriş, s. 60-61.)

Medineli Mâlik b. Enes’tir.Medine’de Mâlik b. Enes(H:93/179/M:796),

O, çağdaşlarının yaptığı gibi el-Muvatta’ adlı eserinde nebevî hadislerin yanında sahâbe sözlerine ve tâbiûn fetvalarına, hatta kendi şahsî görüşlerine de yer vermiştir.Yaklaşık 4.000 Hadis. el-Muvatta’ hadis kitaplarının tasnifinde asıl eser sayılan ilk kitap ve sonraki eserlerin özüdür; Hadisin Altın Çağı ve Sonrası Üçüncü hicrî asır, “hadisin altın çağı” olarak kabul edilir ki bu şüphesiz doğrudur. Zira Hadis İlmi’nin erken devir eserleri bu asırda yazılmıştır.

Ahmed b.Hanbel’in (H:164-241/855) el-Müsned adlı eseri özellikle Kütüb-i Sitte’nin ana kaynağını oluşturan en önemli hadis arşivleridir. İbn Hanbel Müsned’ini 700 bin civarında hadisden mükerrerleri ile birlikte 40.000 , mükerreesiz 27.000 olduğu söyleniyor.Sayılar çok net değil.

 “Kütüb-i sitte” denilen altı ana hadis kaynağını meydana getirmiştir. Söz konusu altı hadis imamından ve kitaplarından burada kısaca söz etmek yerinde olacaktır.

Buhârî (194-256) ve el-Câmiu’s-sahîh Adlı Eseri Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrâhim el-Cu’fî, el-Buhârî,(H:194-256) yılında Mâverâünnehir şehirlerinden Buhârâ’da doğdu. Buhârî kısaca el-Câmiu’s-sahîh veya Sahîh-i Buhârî olarak meşhur olan eserini, 600.000 rivayet arasından seçtiği hadislerden oluşturmuştur.Buhârî’nin 16 senede tasnif ettiği söylenen bu çalışmada mükerrerleriyle birlikte 7275 hadis olup, tekrarsız rivayetlerin sayısı 4000, bunların içinde muttasıl rivayet edilenler ise 2602’dir.( Kandemir, M. Yaşar,“el-Câmiu’s-sahîh”, DİA, VII,114-115.)

Müslim (206-261) ve el-Câmiu’s-sahîh Adlı Eseri Ebu’l-Huseyn Muslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, 206/821 yılında Nişabur’da doğmuştur.

Müslim’in, hocalarından sema yoluyla rivayet ettiği 300.000 hadisten seçerek hazırladığı ve kendisinin el-Müsned ve el-Müsnedü’s-sahîh diye söz ettiği eserini, 235 yılında henüz yirmi dokuz yaşında iken tasnife başladığı,on beş yıl süren titiz bir çalışma sonunda 250 yılında tamamladığı anlaşılmaktadır. Daha sonra bu çalışmasını Ebû Zür’a er-Râzî’nin incelemesine sunmuş, onun kusur bulduğu rivayetleri kitabından çıkarmıştır.Tekrarlarıyla birlikte 7581 hadis ihtiva eden Sahîh’te, M. Fuâd Abdülbâkî’nin rakamlamasına göre tekrarsız 3033 hadis bulunmaktadır.

Tirmizî (209-279) ve es-Sünen Adlı Eseri Ebû Îsâ künyesiyle meşhur olan Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî, 209/827 yılında bugünkü Özbekistan topraklarında bulunan Tirmiz’de doğmuştur.Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd gibi hadisçiler başta olmak üzere, devrin ileri gelen ilim adamlarından hadis almıştır. Ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybeden Tirmizî, 279/892 tarihinde Tirmiz’de vefat etmiştir.( Zehebî, Tezkiratü’lhuffâz,II. 633 vd.).. 4000 Hadis.

Ebû Dâvûd (H:203-275) ve es-Sünen Adlı Eseri Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’âs b. İshak el-Ezdî es-Sicistânî, 202 veya 203/818-819 yılında İran ile Afganistan arasındaki sınır bölgesi olan Sicistan’da doğdu.  

Ebû Dâvûd, beş altı yıl kadar da Basra’da yaşamış ve 275/889’da orada vefat etmiştir.( . Zehebî, Tezkiratü’lhuffâz, II, 591 vd.; Kandemir,M. Yaşar, “Ebû Dâvûd”, DİA,X, 119-121, Çakan, İ. Lütfi,Hadis Edebiyatı, s. 77-78.)

Resûlullah’tan nakledilen 500.000 hadis yazdığını söyleyen müellif,eserini bunlardan toplam 4800 hadis seçerek tasnif ettiğini söylemiş.

Nesâî (215-303) ve es-Sünen Adlı Eseri Asıl adı Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb el-Horasânî en-Nesâî olup, 215/830 yılında Horasan’ın Nesâ kasabasında doğmuştur. Nesâî, ölümünden bir süre önce Şam’a geldiğinde, Muâviye’nin fazileti hakkında hadis rivayet etmesi istenmiş, o da buna olumlu cevap vermeyince, oradakiler tarafından ağır bir şekilde dövülerek mescitten atılmıştır. Ardından Mekke’ye giderken 303/915 yılında Filistin’in Remle şehrinde vefat etmiştir.( Çakan, İ. Lütfi,Hadis Edebiyatı, s. 78-84;Uğur, Mücteba, Hadis İlimleri Edebiyatı, s. 279-280.134 Bkz. Zehebî, Tezkiratü’lhuffâz,II, 698-701.)   5.760 Hadis var.

İbn Mâce (209-273) ve es-Sünen Adlı Eseri İbn Mâce künyesiyle şöhret kazanmış Ebû Abdullah Muhammed b.

Yezîd el-Kazvinî,(H:209/273) yılında Kazvin’de doğmuştur. İbn Mâce, 273/886 yılında Kazvin’de vefat etmiştir.( Zehebî, Tezkiratü’lhuffâz,II, 636-637.toplam 5756 hadisten oluşmaktadır.)( Uğur, Mücteba, Hadis İlimleri Edebiyatı, s. 285-6; Çakan, İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı, s. 86.)

Kütüb-i Sitte’ninaltıncı kitabı olarak kabul ve rağbet görmüştür.( Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, s. 249-250. İbn Mâce’nin eseri, M.Fuâd Abdülbâkî’nin tespitine göre, 4341 hadisten oluşmaktadır).( İbn Mâce, Sünen, (nâşirinmukaddimesi), I. 7-8)

• Hadis ilminin en temel özelliği onun bir nakil-rivayet ilmi olmasıdır.Bu itibarla, “Hadis ilmi bir isnad ilmidir.” denilir.

• İslâmî ilimlerin tedvin ve tasnif dönemlerinden itibaren bugüne kadar hadis sahasında binlerce eser telif edilmiş ve bunların pek çoğu günümüze ulaşarak önemli bir yekûn teşkil etmiştir.

 HADİS ANLAŞILMASINDA GENEL İLKELER

Sünnet ve hadisin nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiği konusu,İslâm tarihi boyunca Müslüman bilginlerin üzerinde durdukları en önemli konulardan biri olmuştur.

Bu bölümde hadis anlaşılmasındaki genel ilke ve esaslar beş başlık halinde özet olarak sunulacaktır.

 Genel İlke ve Esaslar

1-Hadislerin İslâm’ın Bütünlüğü İçerisinde Okunması,

Anlaşılması ve Değerlendirilmesi Hadisleri sağlıklı bir şekilde anlamanın temel ilke ve esası, “din”,“vahiy”, “Kur’an”, “peygamberlik” ve “sünnet” bütünlüğü içerisindesağlıklı bir sünnet-hadis anlayışına sahip olmaktır. Şüphesiz İslâm dininin bilgi kaynaklarını teşkil eden temel dinî metinler içerisinde hadisler, en önde gelen metinlerdir ve çok önemli bir yer tutar. Ancak hiçbir hadis, dinî metinler içerisinde, diğerlerinden bağımsız müstakil bir metin değildir.

2-Hadisleri Kur’ân-ı Kerîm ile Birlikte Ele Almak;

Bir hadisi anlamaya çalışırken ve değerlendirirken göz önünde bulundurulacak ilkelerden birisi de, o hadisin Kur’an’la birlikte ele alınmasıdır.Hadiste ifade edilen hususlar, öncelikle Kur’an’ın sarih/açık âyetleriyle veya geneliyle karşılaştırılır ve hadis, Kur’an’ın bütünlüğü açısından ele alınır.

Allah’tan gelen vahyi insanlara ulaştırmak için elçi seçilen Hz. Peygamber, hiç kuşkusuz Kur’an’ı en doğru biçimde anlayan ve ve uygulayan kişidir.Bu nedenle ilkesel olarak Kur’an ile hadisler arasında bir çelişki ve aykırılıktan söz edilemez. İmam-ı  Ebû Hanîfe’nin ifadesiyle, “Allah’ın Resûlü, Allah’ın Kitabı’na muhalefet etmez; Allah’ın Kitabı’na muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz.”( Ebû Hanîfe, Nu’mân b.Sâbit, el-Âlim ve’l-müteallim,(İmam-ı A’zam’ın Beş Eseri”içinde), s. 26-27 (Krş. Ünal,İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, s. 85).

Hadislerin Kur’anla karşılaştırılması fikri, Hz. Peygamber’in ve sahâbenin ileri gelenlerinin bu yöndeki uygulamalarına dayanmaktadır.Rivayet edildiğine göre İbn Abbâs bir gün Hz. Âişe’ye gelmiş ve Hz. Ömer’den naklen Hz. Peygamber’in, “Allah, geride kalan yakınlarının arkasından ağlaması nedeniyle mümine azap eder.” Buyurduğunu söylemişti. Bunun üzerine Hz. Âişe, “ ” “Size Kur’an yeter.” diyerek bu konuda Kur’an’daki bilgileri de göz önünde bulundurmalarını tavsiye etmiş, ardından suçun şahsiliği ilkesine atıfta bulunan, “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.” Mealindeki  âyeti (En’âm, 6/164.) okuyarak ilgili hadisin eksik ve yanlış olarak nakledildiğini belirtmiştir.( B1288 Buhârî, Cenâiz,32; M2150 Müslim, Cenâiz,23 rivayet ile ilgili başka açıklamalar ve yorumlar da vardır. Bkz. ez-Zerkeşî, elİcâbe: Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, s. 38-42;Görmez, Mehmet, Sünnetve Hadisin Anlaşılmasında ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 175.)

Hadislerin Kur’an’la karşılaştırılması ile kastedilen, her hadisin doğrudan Kur’an’da bir teyidinin veya karşılığının bulunması değil, Kur’an’la  karşılaştırılan hadisin Kur’an’ın sarih âyetlerine yahut belirlediği ilkelere aykırı olmamasıdır.

3-Hadisleri Hz. Peygamber’in Sünneti ve Sîreti ile Birlikte Anlamak

Hadislerin, ancak Hz. Peygamber’in sünneti ve sîreti (hayat tarzı) ışığında ele alındığı zaman en doğru biçimde anlaşılabileceği unutulmamalıdır.Hz. Peygamber’in sünnetlerinin tanıkları olan sahâbîler, hadisleri  değerlendirirken sık sık bu yönteme başvurmuştur. Rivayet edildiğine göre Hz. Âişe, Ebû Hüreyre’den nakledilen, “Kadın, eşek ve köpek namazı bozar.” rivayetini duyunca buna itiraz etmiş ve “Allah’a yemin ederim ki  ben Allah Resûlü’nün önünde, sedirin üzerinde yatarken onun namaz kıldığını gördüm. Bazen ihtiyacım oluyor, Resûlullah’ı rahatsız etmemek için ayaklarının yanından çıkıyordum.” Diyerek (B514 Buhârî, Salât, 105;M1143 Müslim, Salât, 270.) söz konusu rivayetin takrirî sünnete aykırı olduğunu ifade etmiştir.( ez-Zerkeşî, Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler,s. 57.)

4-Hadisleri Aklî Çıkarım İlkeleri ile Birlikte Anlamak

Hadis metinlerini değerlendirmede başvurulan yollardan biri de rivayetleri aklın açık, genel ve herkes tarafından kabul edilen ilkelerine arz etmektir.

Öncelikle, Hz. Peygamber’e aidiyeti sahîh olan bir rivayetin, aklın sarih ilkeleriyle çelişmeyeceği düşüncesinin genel anlamda kabul gördüğü vurgulanmalıdır. Bu durumda akla aykırı hadisler merdûd veya mevzu olarak değerlendirilmektedir. Meselâ, Ebû Hüreyre’nin, “Kim bir cenaze yıkarsa gusletsin, kim de cenazeyi taşırsa abdest alsın.” şeklindeki rivayetini duyan Hz. Âişe, “Müslümanların ölüleri necis mi ki? Bir tahta parçasını (tabutu) taşımakla birisine ne (diye abdest) almak gereksin?” demekten kendini alamamıştır.( ez-Zerkeşî, Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler,s. 115.)

 Ancak hadislerin akıl ölçütlerine arz edilmesinde bazı hususlara dikkat edilmelidir. Her şeyden önce burada söz konusu olan akıl,aklıselimdir; yani yönlendirilmemiş, tarafgirlikten uzak, saf ve dış etkilerden korunabilmiş akıldır. Hadislerin muhatabı olan kişilerin beşer olmalarından kaynaklanan öznellikleri nedeniyle bazen akıl ölçütlerinin kişiden kişiye değişen bir durum arz ettiği açıktır. Bu nedenle akla arz ederek bir hadisi reddetmeden önce mümkün olan tüm yorum imkânlarını değerlendirmek ihtiyatlı bir yaklaşım olur.

5-Hadisleri Hz. Peygamber’in Gönderiliş Gayesi Çerçevesinde Değerlendirmek

Bütün hadisleri, özellikle de yaratılışın başlangıcı, dünyanın sonu,gelecekte ortaya çıkacak fitne ve kargaşalar, olağanüstü durumlar ve mucizelerle ilgili olan hadisler ile pozitif bilimlerle ilgili rivayetleri anlamaya çalışırken ve yorumlarken, öncelikle Hz. Peygamber’in gönderiliş gayesini,tebliğ etmekle mükellef olduğu bilgilerin alanını ve üstlendiği temel vazifeyi dikkate almak gerekir.

Onun vazifesi, yaratılışın nasıl başladığı (bed’ü’l-halk) ve nasıl biteceği (kıyamet) üzerinden yaratılmışların hidayet ve saadeti ile ilgili esasları tebliğ etmektir.

Onun ilgi alanı, bir tabip hassasiyeti ile ceninin anne rahminde kaç günde teşekkül ettiğini, embriyo safhalarının nelerden ibaret olduğunu bildirmek değil, bu konular üzerinden Allah’ın kullarına yaratıcılarının kudret ve azametini anlatmaktır.( Bigiyef, Musa Cârullah, Kur’ân-ı Kerîm Âyet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hâtun (Çev.Mehmet Görmez), Kitâbiyât Yay., Ankara, 2000.

Hz. Peygamber’i iyi tanıyanlar onun büyüklüğünü sineğin kanadında tespit ettiği panzehirde değil (Ebû Şehbe,Muhammed, Sünnet Müdafaası (Difâ’ an es-Sunne)(Çev. Mehmet Görmez ve M.Emin Özafşar), I, 110.) kızgın çölün bereketsiz toprağında meydana getirdiği toplumun nezahetinde ve o toplumu her türlü mânevî kirlerden nasıl arındırdığında (tezkiye) ararlar.

Onu bilenler, büyüklüğünü acve hurmasının hangi hastalıklara şifa olduğunu tespit edişinde değil (Sıbâî, Mustafa, es-Sünnetü ve mekânetuhâ fî’tteşrîi’l-İslâmî, s. 221.) hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğinde görecek,  onun bedenleri tedavi eden biri (tabîbü’l-ebdân) olmayıp, kalpleri tedavi eden bir doktor (tabîbü’l-kulûb) olduğunu anlayacaktır.

 Hatta onun büyüklüğünü sadece Burak ile semaya nasıl yükselip (urûc) yedi kat gökte nasıl dolaştığında değil, aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) yuvarlanmış insanlığı yüksek değerlere nasıl kavuşturduğunda veya getirdiği değerlerin, insanlığın süflî bir hayattan ulvî bir hayata yükselişi için nasıl bir mi’rac vazifesi gördüğünde arayacaktır.

Meşhur Tatar âlimi Şihâbüddin Mercânî’ye (1889) göre İslâm Peygamberi’nin en büyük mucizesi, onun getirdiği davete uygun olarak ortaya koyduğu hayat tarzıdır. O, bu mucizeyle yeryüzünün en bereketsiz topraklarında,bedevî bir toplumdan medenî bir toplum meydana getirmiştir.

Resûl-i Ekrem’in getirdiği davete uygun olarak yaşamış olması,örnek bir hayat sergilemesi, rivayetlerde yer alan ve ona atfedilen bütün olağanüstülüklerden daha üstün ve daha muteberdir.

Alt İlkeler ve Esaslar

  1. Hadis Metinlerini Konu Bütünlüğü İçerisinde Değerlendirmek

Hadisler okunurken konu bütünlüğüne dikkat edilmelidir; yani bir hadisi o konuda vârid olan diğer hadislerle birlikte ve bir bütün olarak ele almak gerekir.

Hadisleri Farklı Rivayet ve Tarikleri ile Birlikte Anlamak Hz. Peygamber’den rivayet edilen her sözü veya ondan nakledilen her hadiseyi pek çok kareden oluşan bir resme benzetecek olursak, bütün bu kareleri bir araya getirmeden nakledilen sözü veya hadiseyi bütün yönleri ile görebilme ve anlayabilme imkânı oldukça sınırlıdır.

  1. Hadislerin Mânâ Olarak Rivayet Edilmiş Olabileceğini Dikkate Almak

Hadislerin anlaşılması ve yorumlanması çalışmasında göz önünde bulundurulması gereken önemli hususlardan biri de, hadislerin büyük bir kısmının “lafzen” değil “mânâ” ile rivayet edilmiş olmasıdır. Hadis rivayetinin şifahî/sözlü aktarıma dayanan karakterinden dolayı hicrî ilk üç asırda hadislerin büyük kısmı mânâ olarak rivayet edilmiştir. Meselâ, Hz.Peygamber’in Kur’an sûrelerini öğrettiği gibi sahâbeye öğrettiği teşehhüd duası dahi lafızları az çok farklı olan dokuz ayrı rivayet ile bize gelmiştir.( M901 Müslim, Salât, 59; M902 Müslim, Salât, 60;D974 Ebû Dâvûd, Salât,177-178.)

Yine meşhur bir rivayet olan, “Ameller niyetlere göredir...” hadisi, sadece Hz.Ömer’den nakledilmesine rağmen Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde dokuz farklı yerde nakledilir ve rivayetlerin hemen tamamında haberin lafızları birbirinden farklıdır.( Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 138-139.)

  1. Hadislerin Vürûd (Söyleniş) Sebeplerini Tespit Etmek.

Kur’ân-ı Kerîm’deki sûre ve âyetlerin pek çoğunun bir iniş sebebi yani sebeb-i nüzulü olduğu gibi, hadislerin de bir söylenme nedeni yani sebeb-i vürûdu vardır. Hadisin söylenme nedeni, hadisin anlaşılmasında,açıklanması ve hadisten hüküm çıkarılmasında yönlendirici ve bazen de belirleyici bir rol oynar; esbâb-ı vürûd, bir hadisin ne anlama geldiğini hadisin söylendiği somut durumu ve şartları dikkate alarak tespite imkân vermektedir.Bu konuda cuma günü yıkanmak ile ilgili rivayet oldukça dikkat çekicidir. Hz. Âişe ve İbn Abbâs gibi sahâbîlerin naklettiğine göre Hz.Peygamber, bir cuma günü hutbe irâd ederken şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz cumaya gelmek istediği zaman yıkansın.”( B877 Buhârî, Cum’a, 2;M1951 Müslim, Cum’a, 1.)  Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin de benzer görüşte olduğu aktarılır.( İbn Balabân, a.g.e., IV, 30.)

Hadisleri tarihsel ve toplumsal bağlamları ile birlikte değerlendiren sahâbîler, Hz. Peygamber’in cuma günü yıkanmayı emretmeye sevk eden sebepler üzerinde durmuşlardır. Hz. Âişe bunu şöyle ifade etmiştir: “İnsanlar(o günlerde) kendi işlerini kendileri görürlerdi. Cumaya günlük iş kıyafetleriyle gelirlerdi. Onlara, ‘Keşke bugün için yıkansanız (ne iyi olur)’ denildi.”( B903 Buhârî, Cum’a, 16;M1959 Müslim, Cum’a, 6;D352 Ebû Dâvûd, Tahâret,128.)

İbn Abbâs, cuma günü gusletmenin, tamamen insan ilişkileri açısından,insanları rahatsız etmemek için emredildiğini anlatmıştır. Irak’tan iki kişi, bir gün kendisine gelerek cuma için boy abdesti almanın dinî bir yükümlülük olup olmadığını sormuşlar, İbn Abbâs da bunun şart olmadığını ancak güzel bir davranış olduğunu ifade ettikten sonra Hz. Peygamber’in bu sözü hangi bağlamda söylediğini şöyle izah etmiştir: “(Hz. Peygamber zamanında) İnsanlar darlık ve meşakkatte idiler. Yünden elbiseler giyerler,bedenen çalışırlardı. Mescitleri dardı, tavanı basıktı ve bir gölgelikten ibaretti. Sıcak bir günde, Resûlullah (sav) mescide geldi. Yün elbiseler içerisinde insanlar terlemişler ve ortalığa ter kokusu yayılmıştı. Bu kokudan rahatsız oldukları da belliydi. Resûlullah (sav) bu durumu görünce, ‘Ey insanlar! Bugün (cuma günü) geldiğinde yıkanın. Bulabildiğiniz koku ve yağların en güzelini sürünün.’ buyurdu. Aradan zaman geçti. Yüce Allah, (mallar, elbiseler, hizmetçilerle onlara) bolluk verdi. Müslümanlar başka elbiseler giydiler, bedenen çalışmaya ihtiyaçları kalmadı, mescitleri genişletildi.Böylece bir birlerine rahatsızlık veren ter kokusu da ortadan kalktı.”( D353 Ebû Dâvûd,Tahâret, 128.)

Şu hâlde cuma günü gusletmek sadece cuma namazı ve cuma gününe hürmeten yapılması gereken bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplu yerlerde insanları rahatsız etmemek için yerine getirilmesi gereken bir iştir.( el-Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b.Ahmed, Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, VI, 165.)

Nitekim Hz. Peygamber, başka hadislerde, cuma namazına gelenlerden,dişlerini temizlemelerini, en güzel elbiselerini giymelerini ve güzel kokular sürmelerini istemiştir.( B880 Buhârî, Cum’a, 3;M1960 Müslim, Cum’a 7;D347 Ebû Dâvûd, Tahâret, 127.)

  1. Hz. Peygamber’in Üslûbunu ve Anlatım Tarzını Bilmek

Hadislerin sağlıklı biçimde anlaşılması ve değerlendirilmesi için yapılması gereken işlemlerden birisi de Hz. Peygamber’in üslûbunu ve anlatım tarzını dikkate almaktır.

Hz. Peygamber, kendi hadislerini önceden oturup kaleme almadığı veya yazdırmadığı gibi konuşurken de büyük ölçüde yazı dili değil, tabiî olarak konuşma dili kullanmıştır. O, ayrıca anlattıklarını açık seçik ve özlü olarak tasvir etmeye uygun, açık ve düzenli cümle yapısına sahip yüksek bir dil kullanmış, bununla birlikte günlük dili kullandığı zamanlar da olmuştur. Hz. Peygamber, din dilinin bütün çeşitlerine başvurmuştur.Bizâtihi ümmetine bir şeyi emreden yahut herhangi bir hususu sarih ifadelerle yasaklayan hadislerin yanı sıra çok değişik vesilelerle, muhtelif maksatlarla, çeşitli muhataplara yönelik olarak dilin farklı imkânlarını da kullanmış, bazen serbest ifade ve üslûbu tercih etmiştir. Özetle hadis metinleri,dil ve üslûp açısından yeknesak bir mahiyet arz etmemekte, bilakis farklı, zengin bir üslûp özelliği sergilemektedir.

  1.  Hz. Peygamber’in Kavram Dünyasını Bilmek

Hadisleri doğru anlamanın ilkelerinden birisi de Hz. Peygamber’in kavram dünyasını tespit etmektir. Hadislerde hayır-şer, birr-ism, haramhelâl,salah-fesad, maruf-münker, tayyib-habis, hasene-seyyie gibi söz ve davranışlara “değer biçen” kavramların yanı sıra küfür, şirk, hidayet, dalâlet,iman, İslâm, ihsan gibi “tasvir edici” kavramlar da sıkça yer alır.

Hz. Peygamber bazen içinde yaşadığı toplumun günlük dilde kullandığı kelime ve kavramlara yeni anlamlar yüklemiş, dar olan anlam çerçevelerini genişletme yoluna gitmiştir. Hatta bazen kelimelerin ifade ettiği anlamı tersine çevirdiği olmuştur. Hz. Peygamber’in diliyle anlam daralmasına veya anlam genişlemesine uğrayan kelimeler olduğu gibi anlam kayması geçirenler de olmuştur. Hz. Peygamber’in kavramlaştırma yoluyla bir hakikati nasıl yerleştirmeye çalıştığı, Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edilen şu hadiste açıkça görülür. Buna göre bir gün Hz. Peygamber,“Sizce pehlivan kimdir?” diye sorar. Yanında bulananlar, “Pehlivan, hiç kimsenin güreşte yenemediği kimsedir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine

Hz. Peygamber şöyle der: “Hayır öyle değildir; asıl pehlivan, öfkelendiğinde nefsine hâkim olan kimsedir.”( M6641 Müslim, Birr, 106;D4779 Ebû Dâvûd, Edeb, 3.)

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, toplumun “pehlivanlık” kelimesine yüklediği maddî anlamı mânevîleştirmiş; güç ve kuvvetin pazuların güçlü olmasında değil, iradeye hâkim olmada, öfkeli anlarda dengeyi yitirmemede olduğunu ifade etmiştir.

Hadislerdeki Teşbih, İstiare, Mecaz, Kinaye gibi Edebî Anlatım Tarzlarını Bilmek Hz. Peygamber insanları dine davet ederken Arap dilinin bütün anlatım özelliklerine başvurmuştur. İslâm’ın temel hakikatlerini açık ve yalın cümlelerle ifade edebilmek için dolaysız anlatım tarzına başvurduğu gibi, Arap dilindeki teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi anlatım tarzlarından da yararlanmıştır. Hz. Peygamber’in üslûbunu ve anlatım tarzını iki kısma ayırmak mümkündür:

a) Dolaysız Anlatım: Bu anlatım tarzı, daha çok Hz. Peygamber’in açık emir ve yasaklarında, geçmiş, gelecek ve mevcut durum ile ilgili öğretici ve bilgilendirici haberlerinde, hutbelerinde, yazışmalarında ve tavsiyelerinde

görülmektedir. Hüküm bildiren önermeler daha çok bu yolla ifade edilmiştir: “İslâm, beş esas üzerine bina edilmiştir.”( M113 Müslim, Îmân, 21;T2609 Tirmizî, Îmân 3.) “İlim kadın erkek her Müslüman’a farzdır.”( İM224 İbn Mâce, Sünnet, 17.) ve “Mümin, müminin kardeşidir.” (M3464 Müslim, Nikâh,56; B6951 Buhârî, İkrah, 7. gibi. )

b) Dolaylı anlatım: Bir durumu ifade edebilmek için açık ve yalın ifadeler yerine, onu anlaşılır kılmak veya insanın zihnine yerleştirmek için başvurulan bir anlatım tarzıdır. Edebî tasvirler, teşbih, mecaz, istiare, kinaye, meseller ve kıssalar, dolaylı anlatımın ilk akla gelen örnekleridir.Dolaylı anlatımın en önemli tarzı, teşbih, istiare ve mecazdır. Hakikat,bir kelimenin dilde vazedildiği anlamıdır. Mecaz ise bir sözün hakiki anlamı ile alınmasını imkânsız kılan bir engelden dolayı başka bir anlamda kullanılmasıdır.( Koç, Turan, Din Dili, s.112.)

 Mecazın kelime anlamı “geçiş”tir; mecazda, hakikî mânâdan başka bir mânâya kayma ve geçme söz konusu olduğu için bu adı almıştır.( el-Basrî, Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ali, el-Mu’temed fî usûli’l-fıkh, I, 16.)

 Kinaye ise belli bir kelimenin hem hakiki anlamına hem de mecazî anlamına karşılık gelecek şekilde kullanılmasıdır. Daha çok temsilî dili andırır.( Ali el-Cârim ve Mustafa Emin, el-Belâğatü’l-vâdıha li’l-beyân ve’l-meânî ve’l-bedî’,s. 123.)

 Hz. Peygamber’in, anlatım tarzı olarak mecaz, kinaye ve istiareye fazlasıyla başvurduğu bilinen bir gerçektir. Hadislerdeki mecazî anlatımın örneklerinden biri şu rivayette yer alır: Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre’den naklettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi muamele edin; çünkü kadınlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri (ve hassas) tarafı üst tarafıdır.Düzeltmeye kalkışırsanız kırarsınız; tamamen terk ederseniz eğri kalır.Kadınlara hayırla muamele edin.”( B3331 Buhârî, Enbiyâ, 1;M3644 Müslim, Radâ’, 60.)

 Bu hadisi lafzî mânâsıyla anlamaya çalışırsak kadının yaratılış maddesinin toprak değil, kaburga kemiği olduğu anlaşılır; ancak mecazî olarak yorumlarsak daha başka bir anlamı olduğu ortaya çıkar. Kazanlı âlim Musa Cârullah Bigiyef’e (1949) göre bu hadisten kadınların kemikten yaratıldığı kastedilmemiştir. Ona göre Hz. Peygamber bu hadisle, hanımların hassas ve kırılgan olduklarını ifade etmiş; onlara zulmetmemek, hukukuna saygı göstermek, varsa kusurlarını affetmek, bazen cefalarına da katlanmak gerektiğini söylemiştir.( Bigiyef, M. Cârullah, Uzun Günlerde Rûze, 24. Ayrıca bkz. Görmez, Mehmet, M.Cârullah Bigiyef, s. 141) Aynı şekilde bu hadisin de asıl anlamı, bütün tarikleri toplandıktan sonra verilse, hakikat ortaya çıkacak ve bir teşbih ve mecaz olduğu anlaşılacaktır.Kaldı ki beş ayrı tarikle rivayet edilen haberin beşi de Ebû Hüreyre’ye dayanmaktadır. Müslim’in yer verdiği diğer bir tariki şöyledir:“Kadın kaburga kemiği gibidir; düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın; onu kırmak,

boşamaktır.”( M3643 Müslim, Radâ’, 59.) Hz. Peygamber’in, Veda Haccı’nda hanımları taşıyan develeri süren Enceşe isimli Habeşli köleye söylediği söz de yukarıdaki hadisin bir benzeridir. Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Enceşe, develeri süratlice sürüp de üzerlerindeki hanımlar sarsılınca Resûlullah, “Enceşe! Kristallere dikkatli davran!”( B6202 Buhârî, Edeb, 111;M6040 Müslim, Fedâil, 73.) demiştir. Önceki hadiste hassas kaburga kemiğine benzetilen hanımlar, bu hadiste de incelik ve zarafette kristaleteşbih edilmişlerdir.

  1. Hadislerdeki Deyimleri Anlamak

Hadisler asıl itibariyle Arap dilinde dillendirildikleri için, bazı hadislerde Arap diline özgü deyimsel ifadeler yer almıştır. Bu ifadelerin anlaşılması için hem o ifadenin bulunduğu hadisin bağlamı, hem de söz konusu ifadenin o dönemdeki mânâ ve kullanımı tespit edilmelidir. Hadislerde sıkça zikredilen ve Araplara özgü bir yemin ifadesi olan (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V,340.)  “ ” (Bu canı bu tende tutana yemin olsun ki) (Bu yeminin geçtiği bazı rivayetler için bkz. B14 Buhârî, Îmân, 8; M7438 Müslim, Zühd, 16.) tipik bir deyimsel ifadedir.Yeminin, sahibi nezdindeki önemini vurgulamak için kullanılan bu yemin kalıbı, “Bu can Allah’ın izniyle bu bedende durduğu sürece...” gibi bir anlam ifade etmekte ve yemin ile ifade edilecek hususun, yemin eden kişinin varlığına eşdeğer bir önemde olduğunu ima etmektedir.

Sahâbeden Mikdâd b. el-Esved’in rivayet ettiği bir hadiste de deyimsel bir ifade kullanılmıştır. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi yüzünüze karşı öven meddahlarla karşılaşırsanız yüzlerine toprak saçın.” M7506 Müslim, Zühd, 69;D4804 Ebû Dâvûd, Edeb, 9.)

Hadis şârihlerinden Hattâbî’nin (388/998) de belirttiği gibi her şeyden önce buradaki meddahlık,kişiyi yaptığı bir iyilikten dolayı takdir ve tebrik etmek değildir; herhangi bir menfaat elde edebilmek için, halkın “yağcılık” dediği şeyi yapmaktır.

Ayrıca Arapçada “yüze toprak serpmek” tabiri, “kişiye istediği şeyi vermeyip mahrum bırakmak”, demektir. “Yüzüne toprak serpin!” ifadesinin, mecazî olarak “Onu mahcup edin!” demek olduğunu söyler.( Hüseynî, İbn Hamza,el-Beyân ve’t-ta’rîf fî esbâb-i vurûdi’l-hadîsi’ş-şerif, I, 33.)

  1. Hadislerdeki Benzetmeleri Bilmek

Hz. Peygamber’in dolaylı anlatım tarzı olarak sıkça başvurduğu unsurlardan birisi de benzetmelerdir. Hadislerde geçen benzetmeler, hakikati anlatmak için başvurulan bir izah ve açıklama tarzıdır. (Râmehürmüzî,Kitâbü emsâli’l-hadîs, (tah.Ahmed Abdülfettâh), s. 8.)Hem Kur’an’da hem de hadis külliyatında, zihinlere uzak, soyut bir bilgiyi somuta indirgeyerek anlatmak için bu yola başvurulmuştur.( Râmehürmüzî, a.g.e., s. 5.)

Hz. Peygamber’in, mümini değişik varlıklara benzettiği ve onun farklı yönlerine vurgu yaptığı hadisleri, hadislerdeki mesellerin en güzel örneklerindendir. Bu hadislerde mümin, muhtelif benzerlik yönleri açısından hurma ağacına,( B6144 Buhârî, Edeb, 89.) bal arısına,( HM6872 İbn Hanbel,II, 199; NM253 Hâkim,Müstedrek, I, 110 (1/76).) güzel koku satan kimseye,( MK13541 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 319.) altın parçasına,( HM6872 İbn Hanbel,II, 199; NM253 Hâkim,Müstedrek, I, 110 (1/76).yeni yeşermiş ekine (B7466 Buhârî, Tevhîd, 31.) ve yularından bir yere bağlanmış ata (HM11355 İbn Hanbel,III, 39.) benzetilmiştir

  1. Hadislerdeki Sayı ve Miktarları Bilmek .

Hadis rivayetleri içerisinde çokluk, azlık, uzaklık, yakınlık ve imkânsızlık (muhâl) gibi şeyleri ifade ederken kullanılan rakamlar, mesafeler,ölçü ve tartı birimleri yanlış anlamalara müsait olan hususlardandır.

 “Miskal-i zerre, hardal tanesi, iğne ucu, yarım hurma, karış, arşın, deniz köpüğü” gibi ifadeler bu cümledendir. Bilhassa hadislerde geçen altmış, yetmiş,yüz ve yedi yüz rakamları, bazı anlaşılma problemlerine yol açmıştır. Bu sayılar, Arapçada çokluk ve mübalağa ifade ettiğihalde, bunları kesin rakamlar olarak değerlendirenler olmuştur.( Sabbağ, Muhammed, et-Tasvîru’l-fennî, s. 564-575)

Buhârî üzerine yazdığı şerhi ile meşhur olan Bedreddin el-Aynî (855/1451) bu konuda şöyle demiştir: “ ”,

“Hadislerde belirli bir sayı ile sınırlandırma yapılması, o sayıdan daha fazlasının anlaşılmasına engel değildir.”( Aynî, Bedreddin,Umdetü’l-kârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, IV, 144.)

Başka bir ifadeyle hadiste belirtilen sayı mutlak bir kesinlik ve sınırlama ifade etmez. Bu çerçevede, “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir.” hadisi,( M113 Müslim, Îmân, 21;T2609 Tirmizî, Îmân, 3.) bu beş esasın dışında İslâm’ın herhangi bir esası olmadığı anlamına gelmediği gibi, adalet ve ahlâk gibi esasların İslâm’ın esaslarından olmadığı mânâsına hiç gelmez. Yine meselâ, “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir.” hadisi, bu beş hakkın dışında Müslümanların birbirlerine karşı başka hakkı yoktur, demek değildir. Hadislerdeki bu türden sayılar, konuları bizim zihnimize yaklaştırmak,vurgulamak ve sınıflandırmak gibi gayelere yöneliktir.

  1. Hadislerde Melek ve Şeytan Temsillerini Bilmek

Hz. Peygamber,bazı hadislerinde olumsuz ve kötü şeyleri şeytanla irtibatlandırmış,buna mukabil iyi ve güzel işleri de meleklere isnad etmiştir. Böylece insanları yapmaya yönlendireceği davranışları melek kavramı ile, sakındırmak istediği tutumları da şeytan kavramı ile ilişkilendirerek pek çok kavramın mânâ ve muhteviyatını somutlaştırmış, pek çok tutum ve davranışın da iyilik ve kötülük kaynağını bunlara bağlayarak anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.Meselâ, şu hadisi ele alalım: “Sizden biriniz uykudan uyandığında, (abdest alırken) üç defa burnunu temizlesin; zira şeytan insanın genzinde geceler.” (B3295 Buhârî, Bed’ü’lhalk,11; N90 Nesâî Tahâret, 73.)

Hz. Peygamber’in temizlik konusunda eğitime muhtaç bir topluma sabah kalktıklarında burunlarını temizlemeleri gerektiğini söylemesini anlaşılabilir bir husustur; ancak gösterilen gerekçeyi zahirî anlamıyla anlamak mümkün değildir.( Bu tür gerekçelerin

bir kısmının râvilerin kendilerince yaptıkları yorum olup sonradan hadise idrac edilmiş olabileceği unutulmamalıdır. Mesela bu rivayet sadece Müslim’de beş ayrı tarikle Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiş, bunlardan sadece birinde yukarıdaki gerekçeye yer verilmiştir. Nesâî’de yer alan rivayet sadece bu gerekçeli rivayettir.)

Hadislerde bu şekilde şeytan ile irtibatlandırılan hususlar, sadece temizlikten ibaret değildir. Meselâ, toplum içinde iyi karşılanmasa da, insan vücudunun tabiî bir hareketi olan esneme de yine şeytanla ilişkilendirilmiştir.

Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Esnemek şeytandandır. Sizden biriniz esneyeceği zaman mümkün olduğu kadar yutkunsun (M7490 Müslim, Zühd, 56.) veya elini ağzına koysun.” (İM968 İbn Mâce,İkâmetü’s-salavât, 42.)  Hz. Peygamber’in, hadislerde olumsuz ve kötü şeyleri şeytana, iyi ve güzel işleri de meleklere isnad ederken çoğu zaman hakikî mânâyı kastetmediği,

şeytan ve meleği birer temsil olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Bir diğer hadis; “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.” (B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11;M5678 Müslim, Selâm, 23.)

Müslim’in Enes b. Mâlik ve Hz.Safiyye’den rivayet ettiğine göre, bir gün Hz. Peygamber mescitte itikafta

iken, hanımı Safiyye akşam vakti onu ziyaret etmeye gider; kendisinden ayrılacağı zaman ise Hz. Peygamber, onu uğurlamak ister. Yolda ensardan iki adamla karşılaşırlar. Her ikisi de Resûlullah’ı görünce adımlarını hızlandırırlar.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Durun!” der ve onlara yaklaşarak,“Bu yanımdaki kişi (eşim) Safiyye bnt. Huyeyy’dir.” deyince, ensardan sahâbîler, “Sübhânallâh! Biz sizin hakkınızda nasıl kötü düşünebiliriz?” derler. İşte bunun üzerine Hz. Peygamber, “Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.”( B2038 Buhârî, İ’tikâf, 11;B6219 Buhârî, Edeb, 121;M5678 Müslim, Selâm, 23;D2470 Ebû Dâvûd, Sıyâm,79. ) der ve insanın kötü düşünce ve vesveselere kapılabileceğine işaret eder.

  1. Hadisin Hz. Peygamber’in Bilgi Kaynakları Açısından Değerini Tespit Etmek,

 Hadisin sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi için gerekli hususlardan biri de, ilgili hadisin Hz. Peygamber’in bilgi kaynaklarıyla ilişkisinin ortaya konması ve kaynağının vahiy olup olmadığının belirlenmesidir. Peygamberimizin sözlerinden hangisinin vahiy kaynaklı olup hangisinin olmadığı hususunda sahâbe döneminden itibaren tartışmalar görülmüştür.

a)Hz. Peygamber’in risâletiyle ilgili olan, onun insanlığa tebliğ etmekle yükümlü olduğu hususlar. Kur’an bunun başında gelir. Hukuk, ibadet ve ahlâkın ana ilkeleri de bu kısma girer.

b) Hz. Peygamber’in risâlet sahasına girmeyen, tebliğ etmekle mükellef olmadığı, ancak bir insan olarak söyledikleri ve yaptıkları. Peygamber(sav) de bir fert olarak toplum içinde yaşamıştır. Dolayısıyla onun da gündelik hayatı ve sade insanların yaşantısı gibi bir yaşantısı vardı. Bütün bu konularda hiçbir söz söylemediğini ileri sürmek mümkün değildir.

Bu noktada yapılması gereken iş, onun peygamberlik görevi ile insan oluşu arasındaki dengeyi görmek ve muhafaza etmektir. Kur’an, onun bir beşer olduğunu vurgulamış,( İbrâhîm, 14/11; Kehf,18/110; Enbiyâ, 21/34;Fussilet, 41/6.) kendisi de sık sık bu özelliğini ön plana çıkarmıştır.( B401 Buhârî, Salât,31; M6614 Müslim, Birr, 88.)

 Beşerden bir peygamber olamayacağı iddiası, müminlerden değil müşriklerden gelmiştir.( Kamer, 54/24; İbrâhîm,14/10.6

Resûlullah’ın bazı tasarrufları, onun yalnızca bir insan olarak aklına,kişisel görüşüne ya da zan ve tahminine dayanmaktaydı. Meselâ,Medine’ye geldiğinde, hurma ağaçları üzerinde bulunan bazı adamları görmüş ve onların ne yaptıklarını sormuştu. Ona, erkek hurma filizini,dişisine koymak suretiyle hurmaları aşıladıklarını söylediklerinde Hz.Peygamber, “Onun bir fayda vereceğini zannetmiyorum, bunu yapmasalar belki daha iyi olur.” buyurdu. Bunun üzerine onlar da bunu yapmaktan vazgeçtiler; ancak bu sefer hurmaların meyveleri az, verimleri düşük oldu.Kendisine durum anlatıldığında o, şöyle buyurdu: “Ben sadece bir tahminde bulundum; şayet (aşılama) bir fayda veriyorsa yapın. Bilin ki ben de sizin gibi bir insanım. Benimki sadece bir zan idi. Zan (da bulunan) hata da eder, isabet de.Ancak ben size, Allah diyor ki, diye başlayan bir ifade nakledersem bilin ki ben, asla Allah’a yalan isnad etmem.”( M6126 Müslim, Fedâil,139; M6127 Müslim, Fedâil,140.)

  1. Hadislerin Dinî Hükümler Bakımından Bağlayıcılık Derecesini Belirlemek

 Hz. Peygamber’in hadislerindeki hükümlerin bizler için ne derece bağlayıcılık ifade ettiğinin tespit edilmesi de onların sağlıklı bir şekilde anlaşılması için önemlidir. Hz. Peygamber’in sözlerinin teşrî bakımından bağlayıcılık dereceleri, tarih boyunca Müslüman âlimler arasında tartışılagelmiştir.

Sahâbîlerden kimileri Hz. Peygamber’in sözlerinin bağlayıcılık durumunu sorgulayıp onları ayırmak cihetine gitmiş; söylediği sözün ilâhî vahyin sâikiyle mi yoksa şahsî görüş ve ictihadına göre mi ortaya çıktığını sormaktan çekinmemiştir.

Meselâ, İbn Abbâs’ın anlattığına göre, ara sıra Hz. Âişe’nin hizmetinde bulunan Berîre (Berire hakkında bkz.Aşıkkutlu, Emin, “Berîre”,DİA, V, s. 503-504.)

 isminde bir cariye vardı. Bir gün Hz. Âişe, Berîre’yi bedelini ödeyerek sahiplerinden satın aldı ve hürriyetine kavuşturdu.( T2124 Tirmizî, Vesâyâ, 8.) Azat edilmeden önce Muğîs b. Cahş adında bir kölenin hanımı olan Berîre,( T1155 Tirmizî, Ridâ, 7.) hürriyetine kavuştuktan sonra evliliğini sürdürüp sürdürmeme konusunda dinî bakımdan tamamen serbest olduğunu öğrenince kocasından ayrılmaya karar verdi.( D2235 Ebû Dâvûd, Talâk,19-20.)

Ancak hanımını çok seven Muğîs, kendisinden ayrılmaması için Medine sokaklarında ağlaya ağlaya onun peşinden dolaşıyordu. Çaresiz Muğîs, son olarak Hz. Peygamber’e geldi ve “Ey Allah’ın Resûlü! Ne olur benim için Berîre ile konuşuver.” diyerek ondan yardım istedi.Bunun üzerine Hz. Peygamber Berîre’yi çağırarak, “Ey Berîre! Allah’tan kork! O senin hem kocan, hem de çocuğunun babası, ne var ona geri dönsen?” diyerek onu kocasına dönmeye teşvik etti. Bunları dinleyen Berire, “Ey Allah’ın Resûlü! Emir mi buyuruyorsun?” diye sorunca Hz. Peygamber,“Ben yalnızca aracılık yapıyorum.” cevabını verdi. Bunun üzerine Berîre,“Benim ona ihtiyacım yok!” dedi ve kocasından ayrıldı.( MA13010 Abdürrezzâk,Musannef, VII, 250; B5283 Buhârî, Talâk, 16; İM2075 İbn Mâce, Talâk, 29.)

 Berîre’nin, Hz. Peygamber’in talebinin emir olup olmadığını sorması,onun, Hz. Peygamber’in emrinin bağlayıcı olduğunu bildiğini gösterir.Ancak o, Resûlullah’ın ricasına rağmen, onun burada herhangi birisi gibi yalnızca bir aracı konumunda olduğunu öğrendiğinde kararından vazgeçmemiş

ve kocasından ayrılmayı yeğlemiştir. Hz. Peygamber, onun bu kararlılığını görünce amcası Abbâs’a, “Ey Abbâs! Muğîs’in Berîre’ye olan şu sevgisiyle, Berîre’nin ona olan bu nefretine şaşırmıyor musun?”( D2231 Ebû Dâvûd, Talâk,18-19.)

 diyerek hayretini ifade etmiş, ancak Hz. Peygamber’in aracılığını kabul etmemesinden dolayı Berîre’yi, ne Resûlullah ne de Müslümanlar ayıplamışlardır.

  1. Hadislerde Muhatabı ve Muhatabın Konumunu Belirlemek

 Hadisleri sağlıklı anlamanın bir diğer ilkesi de hadise muhatap olan kimselerin belirlenmesidir. Zira her hitap öncelikle muhatap içindir. Hadislerde Hz. Peygamber’in doğrudan ve ilk muhatapları, onun devrinde yaşayan kimselerdir. Ancak İslâm dininin evrenselliği ve ebedîliği gereği,Hz. Peygamber’in her çağdaki dolaylı muhatapları da unutulmamalıdır.Hadislerde ifade edilen bir hüküm ya da husus, muhatabın şahsına,durumuna, güç ve kuvvetine, yaşına, maddî durumuna, cinsiyetine, hatta medenî haline göre değişebilmektedir. Çünkü Hz. Peygamber bütün sözlerinde daima muhataplarının durum ve ihtiyaçlarını gözetmiştir. Bu yüzden hadisin zengin-fakir, kadın-erkek, yöneten-yönetilenden kime hitap ettiğini; bütün ümmete mi seslendiğini yoksa yerel insanlara mı konuştuğunu tespit etmek önemlidir.Meselâ, soru soranlardan birinin gururlu olduğunu ve insanlardan uzak olduğunu görerek ona insanlara yemek yedirmeyi ve tanıdığı tanımadığı herkese selâm vermeyi en faziletli amel olarak tavsiye etmiş, kimi zaman da eli ve dili ile diğer insanlara rahatsızlık veren birini görerek ona da bundan vazgeçmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur. Kısacası o, soru soranların haline göre en uygun davranış neyse onu öğütlemiştir.

Kimine, “Faziletlerin en üstünü, seninle bağını kesenle irtibat kurman,senden esirgeyene vermen ve sana ağır konuşanı bağışlamandır.” (HM15703 İbn Hanbel,III, 439.) buyurmuş,

 “Hangi amel daha faziletlidir?” diye soran birine, “Vaktinde kılınan namazdır.”cevabını vermiş,( B5970 Buhârî, Edeb, 1;M256 Müslim, Îmân, 140.) bir başkasının sorusuna da, “Allah’a iman ve onun yolunda cihad.” karşılığını vermiştir.( N3159 Nesâî, Cihâd, 32 HM7850 İbn Hanbel, II,) Dolayısıyla Hz. Peygamber’in aynı soruya verdiği farklı cevaplar çelişki olarak görülmemelidir.

Tarihi Bilgiler ;

Hz.Muhammed : M:571 ‘de mekkede doğdu – Ölüm : 632

Hicri Takvim Başlangıcı : 622 ‘de Hicret ile başlamıştır.

Hz.Ebu Bekir  : M: 573 Mekke doğumlu, Ölüm : 634  -------- 2 Yıl Halifelik yaptı.

Hz.Ömer : M: 584 Mekke doğumlu – 644 ‘de şehid edilerek öldürülmüştür. --- 10 Yıl halifelik yaptı.

Hz.Osman : M:574 Mekke doğumlu – 656 ‘da şehid edilerek öldürülmüştür.--- 12 yıl Halifelik yaptı.

Hz.Ali : M:600 Mekke doğumlu – 661 ‘de yaralanıp şehit olmuştur.----- 5 yıl halifelik yaptı.

Hz.Hasan : 625 ‘de doğdu – 670 ‘de eşi tarafında zehirlenerek şehid edildi.

Hz.Hüseyin : 626 ‘da doğdu – 680 ‘de Yezid tarafından şehid edilmiştir.

İmam Ebu Hanife : H: 80 De Kufe de doğdu. H:150 öldü.

İmam Şafi : H:150 – 204 Gazze de doğdu.

Emevi Devleti  :  M: 661 – 750 arası hüküm sürdü : ( 89 Yıl ) – ( Hicri : 39 ‘dan 128 ‘e kadar )

(Muaviye B.Ebu Süfyan kurucusu , Ümeyye oğlullarından)

Abbasi Devleti :  M: 750 – 1258 arası hüküm sürdü : (508 Yıl ) – ( Hicri : 128’den 636’ya kadar)

(Hz. Muhammed’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib b. Hâşim’den isim alınmış.Haşimoğullarından)

Cemel Savaşı : M: 656 , H: 34’de ( Hz.Ali ve Hz.Aişe taraftarları arasında)

Sıffın Savaşı  : (Hz.Ali ve Muaviye Arasında , Siffin’de ) M: 657 , H:35’de

Kaynakça : Diyanet İşleri Bakanlığı – Hadislerle İslam

Etkinlik-Eylem Haberleri

Müslüman şahsiyetin özellikleri
Gazze dayanışması sürüyor: Direnen Gazze kazanacak!
Özgür-Der, Gazze’de yemek dağıtımını sürdürüyor
Mücadelede süreklilik ve Gazze’nin öğrettikleri
Sağlık çalışanları Gazze'deki soykırımı Antalya'da protesto etti