Yeni Şafak / Taha Kılınç
Beyaz Ülke
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta geçtiğimiz hafta yaşanan korkunç patlamadan bu yana, neredeyse her gün, ülkenin ne büyük bir başıboşluğun içinde uçuruma doğru sürüklendiğine dair yeni bir ayrıntı daha deşifre ediliyor. Son olarak, en az 163 kişinin ölümüne, 6 binden fazla insanın yaralanmasına ve binlerce binanın da kullanılamaz hale gelmesine yol açan faciadan yalnızca iki hafta önce, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve (şimdi müstafi) Başbakan Hasan Diyâb’ın konuya dair uyarıldığı ortaya çıktı. Üst düzey güvenlik makamları tarafından 20 Temmuz’da Avn ve Diyâb’a sunulan özel raporda şöyle denilmiş: “Depoda tutulan amonyum nitrat büyük bir tehdit oluşturuyor. Çalınırsa, terör saldırılarında kullanılabilir. Patlarsa, Beyrut’u yok edebilir.” Nitekim, bu iki seçenekten biri gerçekleşti: Patladı ve Beyrut’u harabeye çevirdi.
Hiroşima’yla kıyaslanan hadiseden sonra, Lübnan’ın “yetkili isimleri” sırayla mikrofon başına geçti ve kendi zaviyelerinden değerlendirmelerde bulundu. Cumhurbaşkanı Avn, “Elbette ben sorumlu değilim. Limana neyin depolandığını ve ne kadar tehlikeli olduğunu nerden bileyim? Liman direkt bana bağlı değil, ilgili bir hiyerarşi var” dedi. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, “Limanda bize ait herhangi bir madde yoktu. Zaten limanda neler olup bittiğini de bilmiyoruz” sözleriyle kendini savundu. Önce halkı sakinleştirmeye çalışan Başbakan Hasan Diyâb, sokakları ikna edemeyince, istifa etmek zorunda kaldı. Meclis Başbakanı Nebîh Berrî ise, süreci sessizlik içinde izlemekle yetindi. Patlamanın üzerinden bir hafta geçtikten sonra, ortada hâlâ “sorumlu” yok. İran, Suudi Arabistan ve Fransa’nın farklı uçlarından çekiştirdiği Lübnan’da, böylesine tehlikeli bir kimyasal maddenin neden 6 yıldır limanda depolandığı, bunun kime ait olduğu, facianın faturasını kimlerin ödeyeceği gibi sorulara alenî cevaplar verebilmek de haliyle kolay değil.
***
Hizbullah’ın temelleri, 1982’de İsrail’in Beyrut’a uyguladığı kuşatmayla birlikte atılmıştı. İran’ın aktif şekilde desteklediği örgüt, sonraki süreçte kademeli olarak Lübnan’da devlet aygıtının kritik noktalarını kontrol etmeye başladı. Varlığını “İsrail’e karşı direniş”le temellendiren Hizbullah, -ironik biçimde- İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırgan tutumu sürdükçe güçlendi. Kendisini “Lübnan’ın garantörü ve hâmisi” olarak konumlandıran örgüt, “İsrail kılıcı”nı halkın tepesinde sallayarak istihbaratı, bürokrasiyi, hudut noktalarını, liman ve havaalanını, iç ve dış ticaretin aslan payında denetimi eline aldı. Propaganda noktasında medyadan büyük ölçüde faydalanan örgüt, Lübnan’ın kırılgan iç dengelerini ustalıkla manipüle ederek, siyasî arenaya da ağırlığını koydu. Cumhurbaşkanı, başbakan, meclis başkanı, ordunun komuta kademesi ve diğer tepe yönetim, -büyük ölçüde mecburiyetlerden dolayı- Hizbullah’ın gölgesinden çıkamamaya başladı.
Lübnan’ın bu mevcut manzarası dikkate alındığında, Beyrut Limanı’ndaki patlayıcı maddenin Hizbullah’ın izni ve / veya kontrolü dışında oraya depolandığını söylemek imkânsız. Halkın büyük öfkesinden ürken Nasrallah dikkatleri başka yönlere çekmeye çalışsa da, Lübnan’da herkesin fısıldadığı şey bu.
Lübnan’ın bugünkü temel problemi, ülkeyi oluşturan 18 farklı dinî ve mezhebî gruptan birinin (İran tarafından desteklenen Hizbullah’ın temsil ettiği Şiî kanat), bütün gücü ve denetimi tek başına elinde toplama mücadelesi vermesi. Güneyden İsrail’in saldırganlığı tehlikesiyle karşı karşıya bulunan, eski sömürgeci Fransa’nın hâlâ iştahını kabartan, Suudi Arabistan’ın Sünnî halk üzerinde nüfûz hayalleri kurduğu, doğal kaynaklardan mahrum, yolsuzluğun rutinleştiği, halkının “sedir ağacı”ndan başka neredeyse hiçbir ortak paydada buluşamadığı zavallı bir ülkede, neticeleri oldukça acı verici bir mücadele…
***
Fenikelilerden beri kullanılan “Lübnan” isminin bölgenin bütün dillerindeki kökeni, aynı manaya işaret eder: Beyaz ülke. Akdeniz kıyısında nazlı bir gelin gibi uzanan Lübnan’ın bu adı alış sebebi, -muhtemelen- yılın çoğunda bembeyaz karlarla kaplı ulu dağlarıdır. Nice efsaneye ve tarihî hadiseye şahitlik eden bu dağlar, aynı zamanda sedirlerin de vatanıdır. Adı da bayrağı da “beyaz”lığa işaret eden Lübnan’ın günümüzde sürekli siyah tonlarla anılması, tarihin yaman ironilerinden biridir. İronilerin hiç eksik olmadığı Ortadoğu’da, Lübnan, tıpkı 762’deki kuruluşu sırasında Halîfe Mansûr’un “Medînetu’s-Selâm” (Esenlik Şehri) olarak adlandırdığı Bağdad’ın talihsiz serencâmını yaşıyor.
Sadece rüyalar tersine çıkmıyor bölgemizde, isimler de tersine çıkıyor.