HESAPTA İsrail’in özür dilemesi gerekiyordu ama iş döndü dolaştı, İHH’yı ve hatta ölenleri özür dilemeye icbar eden bir eleştiri kampanyasına dönüştü.
Ben hiçbir zaman, “İsrail denize dökülsün” cü İslamcılardan olmadım. Başına bu
denli büyük talihsizlikler gelmiş bir milletin konjonktürü de kullanarak vatan edinme
arayışı içine girmelerine ve bunun teolojisini de yapmalarına bir yere kadar mazur görülebilecek bir hadise olarak baktım. İsrail’in varlığına toptan bir itiraz 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşmuş kontekste tümüyle itiraz etmeyi gerektirir, onu yapamayıp sadece İsrail’den mürekkep bir tekste itiraz etmek anlamsızdır. İşin o cihetinde olan olmuş, torba dolmuştur. Tarihi başa saramayız, fakat bu durum, bu adamların vatanı
edindikten sonra yapıp ettiklerinin derecesinden azap duymaya ve itiraz etmeye engel
değildir. Buna itiraz etmeyi ve itiraz için yollara düşmeyi “din eksenli maraza
çıkarmak” bağlamına iliştirip değersiz kılmak, kasıtlı bir çarpıtmadır.
“İslami yardım ve insani yardım” ayrımı yaparak, İslam varsa insan yoktur demeye getiriyor ve bütün Müslümanlara hakaret ediyorsunuz.
Adama sorarlar, -ki Gülay Göktürk şahane bir biçimde sormuş- siz sahneye indiniz de birileri hayır mı dedi?
“Fedakârlığa” salaklık gözüyle baktığınız sürece, bu işleri kendisini yaratan “aşkın” bir varlığa adamış olanlar yapacak. Bu aşkınlık, ya içten içe tiksindiğiniz İslamcıların “Allah” referansında ifade bulacak, ya da ağda bilmeyen kadınlarla bir baltaya sap olamamış erkekler dediğiniz solcuların insana duydukları “inanç”ta. Ve bazen, ikisi bir arada.
Gıpta ederek kıskanmak da bir seçenek. Ama siz nefret ederek kıskanıyorsunuz.
Çünkü düşüncesizce yol arayan merhametin şöyle uğrayıp soluklanacağı sedirlerin
hepsini atmışsınız kalbinizden.
Unutmayın, tarih arada bir, sıradan insanlardan daha diğerkâm olan birileri tarafından kırılmaya uğratılmasaydı ne Fransız Devrimi yapılabilirdi, ne Kurtuluş Savaşı verilebilirdi, ne de insanlık Gandhi ile karşılaşabilirdi. Ne Nelson Mandela olurdu, ne Lumumba, ne Che Guevara. Hitler’e gık demeyi engelleyen de aynı malum sıradanlıktı. Milyonlarca Yahudi buyüzden öldü. Birileri, bir şeyler adına, “maraza” çıkaramadığı için.
İHH ÖZÜR MÜ DİLESİN?
Ayrıca bakın, Bülent Yıldırım, “Orada eziyet görenler Yahudiler olsaydı o zaman bu filoyu Yahudiler için çıkarırdım’ diyor, gemideki Hıristiyan, Yahudi ve ateist gönüllülerin cesaretleriyle gurur duyduğunu söylüyor ve onlarla övünüyor. Bu cümleleri “nereye koyacağınızı” bilemediğiniz için es geçiyorsunuz. Bilmediğiniz şu: “İslam” dediğimiz olgunun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile örtüşen epey fazla tarafı var! O Beyanname de mi özür dilesin?
O zaman niye İslami motifler öne çıkıyor, niye Allahu ekber deniliyor mu diyeceksiniz? Çünkü, kitleler “politically correct” olmak zorunda değildir. Adam, bu “insani” mesele ile “İslami hassasiyet” üzerinden bağ kurmuş... Vay efendim, niye oradan bağ kurdun da buradan bağ kurmadın demek fazla kibirli bir tutum. Ayrıca hatırlatmak isterim, “insanlık” ve “vicdan” Batı’nın icadı değildir. İslam ve diğer dinler, vicdani duruşun ve hissedişin aktığı nehirler olmuşlardır çağlar boyunca. Müntesipleri bu nehri kurutmak istedikleri zaman sorgulanır hale gelmişlerdir, aktıkları zaman değil! Nasıl bir zamanda yaşıyoruz ki, şimdi tam tersi oluyor. “Savaş çıkarmak için burada değilim ve silahsızım. Evet Müslüman’ım ve Müslüman olmayanlarla beraber buradayım; çünkü benim referans kaynağım da, tüm vicdanlı insanların dediği gibi ‘önce insan’ der” diyenler sorgulanıyor,“kötü Müslüman” haline getiriliyor.
Tedbir ve temkin maksadıyla meseleye mesafe koyanlar, “benim meselem değil”ci
tutum alanlar ise “iyi Müslüman” oluyor.
Ne mutlu “kötü Müslüman” olana...
HABERTÜRK