-I-
Asıl adı Ahmet Âgâh olan Yahya Kemal hiç evlenmemiş, otel odalarında ve yurt dışında bir bohem, bir snop olarak düşkün ve sefil bir şekilde ömür sürmüştür. Atatürk’ün sürekli sofra arkadaşı olamamış, hiç sevmediği Ankara hakkında söylediği “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü seviyorum.” sözü, belleklerde yer etmiştir. Fakülte hocası, milletvekili ve büyükelçi olarak çalıştığı halde, devamlı geçim sıkıntısı çekmiştir. Yaklaşık 10 yıl Paris’te kalmış; Urfa, Tekirdağ ve İstanbul milletvekili olmuştur. Varşova (1926), Madrit (1929) ve ilk Pakistan büyükelçisi olarak çalışmıştır. Bir ara, yayımlanmış kitabı olmamasına rağmen Nobel dedikodularında da adı geçen bu ünlü edibi, yaşadığı dönemde (yaşam biçimi, kötü huyları, ahlâksızlığı, sataşmaları yüzünden) seven çok az insan vardır. Birçok yönden ona benzeyen Necip Fazıl bile onu sürekli küçümseyenler arasında yer almış; şairliği için de “bal kavanozunu dışından yalayan adam” nitelemesinde bulunmuştur.
-II-
1930’lu yılların başında Paris, Fransızların “yabancılar cenneti” dedikleri bir durumdadır. Yahya Kemal de Madrit elçiliği görevinden alınmış ve memlekete dönmesi istenmiştir. Fakat o, çok sevdiği ve şiirlerinde göklere çıkardığı vatanına dönmeye cesaret edememektedir. Endişelidir, memlekette akıbetinin ne olacağını bilemez bir haldedir. Bazı arkadaşlarına ve eski öğrencilerine, “döndüğü takdirde kendisini çok kötü günlerin ve muamelelerin beklediğinden korktuğunu” söylemektedir. Fakat ölünceye kadar Paris’te kalacak olanaklara da sahip değildir. Darülfünun’daki eski öğrencilerinden biri olan ve bir ara Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı da olan Kadri Yörükoğlu bu konuda şunları söylemektedir: “Paris’teki kahvelerde oturup konuşurken bana, memlekette adım nasıl anılıyor, diye soruyordu. Ben güzel şeyler söylüyordum fakat o bunlara hiç inanmıyordu. Memleketin büyük şahsiyetlerinin kendisi ile meşgul olduklarını, hele bir kısım ediplerin kendisi aleyhinde Atatürk’e durmadan telkinlerde bulunduklarını düşünüyordu. Sanırım psikasteni hastalığına yakalandım, diyordu sonra. Kendisinden daha üstün bir sanatkârın mevcut olamayacağına inanan, belki tek kusuru Fransa’da öğrenciyken Durkheim ve Bergson’un derslerini takip edememek olan bu adamın tavırları beni şaşırtıyordu. Durmadan yiyip içiyor, hesabı da genellikle bana ödetiyordu. Onun yüzünden, ülkeye erken dönmek zorunda kaldım.”
-III-
Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’e kızdığını ve aleyhinde haksız laflar ettiğini pek çok kimse dile getirmektedir. Haşim’in dizelerini, hatırlayamamış gibi, vezinlerini bozarak okuduğu ve onu savunanlarla da ilişkisini kestiği bilinmektedir. Kitaplara girmesi durumunda Edebiyat derslerini renklendirmesi muhakkak olan ve sıra dışı bir Haşim değerlendirmesi içeren şu sözlerini birlikte okuyalım:
“Bir iki defa şairliğe yaklaşmıştı. Kendisine bu yoldan git dedim. Fakat hain, onu ben yanlış yola sevk ediyorum sanarak saçma sapan buluşlarını takip etti ve neticede bir şey olamadı. Esprileri de kendine göredir. Bana Nişli Âgah dermiş. Onun bu sözünden, söylendiği andan itibaren hiç kimsenin hafızasında bir şey kalmamıştır. Fakat ben onun için Arap Haşim dedim. Şimdi herkes onu öyle tanır.”
Bu ikili arasında geçen şu çok seviyeli ve edebi atışmayı, utanarak da olsa aktarıyoruz ki belki bazılarının “kimi Türk büyükleri” hakkındaki görüşlerinin tesviyesinde bir katkımız olur:
Ahmet Haşim: Sus ulan Allah’ın şişkosu, sen de adam mısın be!
Yahya Kemal: Sen nesin fellah köpeği!
Ahmet Haşim: Fellah senin sülalendir, gâvur dölü!..
-IV-
Mina Urgan, Yahya Kemal’in, Ankara yönetimince savaşta kendisinden yardım istenince, Kurtuluş Savaşı’na katılmamak için Atatürk’e yalvardığını; fakat yine de 1923’te (yine yalvararak) Urfa milletvekili olduğunu aktarmaktadır. Ben sayın Dinozor’un yalancısıyım. Fakat Yahya Kemal, Hakimiyet-i Milliye gazetesine o dönemde şiir ve yazılar göndermiş; hatta bir şiirinde TBMM ordusu için Allah’a yalvararak “Bu son ordusudur İslâm’ın!” demiştir. Uzak görüşlü adam ne de olsa, yatırımı yapmış yani!
-V-
Yiyip içmeğe çok düşkün, obur bir adam olduğu herkesçe bilinir Yahya Kemal’in. O yemek yerken, bulunduğu lokantada oturan herkesin midesi bulanırmış. Bir keresinde, büyük bir heyecanla yanına sokulup “Türk edebiyatının en beğendiğiniz, en sevdiğiniz eseri hangisidir?” diye soranlara; espriyle “Yemek kitabı, yemek mönüsü!” diye cevap vermiş.
-VI-
Nazım Hikmet’in de bir ara hocası olmuştur. Genç Nâzım, bir gün, ablasının kedisi için yazdığı bir şiiri ona okur ve nasıl bulduğunu sorar. Yahya Kemal, “Şiirin güzel olup olmadığını anlamam için kediyi görmem lâzım.” der. Bizi ilgilendirmiyor ama kimileri, Yahya Kemal’in, bir tarikatta gördüğü Nâzım’ın annesi Celile Hanım’a duyduğu ilgiyi dillerine dolayıp dururlar öteden beri. Kediyle ilgili sözündeki asıl maksadın da Nazım’ın annesini görmeye matuf olduğu söylenir. Uzatmayalım. Yahya Kemal, söz konusu kediyi görünce Nazım Hikmet’e dönüp şunları söylemiş: “Oğlum, sen böyle uyuz bir kediye böyle bir şiir yazmayı başardığına göre, ileride büyük bir şair olacaksın demektir.”
Nazım Hikmet’in, “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak asla giremeyeceksiniz.” dediği de konuyla ilgili meşhur rivayetler arasındadır.
-VII-
İstanbul âşığı olduğunu herkes bilir. İstanbul’da dolaşmaktan büyük zevk alan şairin şiirlerinden hareketle, eski İstanbul’un tapu kadastro bilgileri bile çıkarılabilir. Bir gün, Boğaziçi’ni seyretmek için bir tepeye tırmanırken, yarı yolda kalır ve ağır bedenini bir lokantanın önündeki sandalyeye bırakır. Yağlı bir müşteri görmekten sevinç duyan garson hemen fırlayıp sorar: “Ne alacaktınız beyefendi?”
Mendiliyle terini silen Yahya Kemal, istifini hiç bozmadan cevap verir: “İzin verirsen, biraz nefes alacaktım!”
-VIII-
İbrahim Alâeddin Gövsa; halim selim, mülayim, karıncayı bile incitmekten çekinen bir sanatçıdır. Yahya Kemal, onu birçok kez incitir, küçük düşürür, sataşarak hakaret eder. Artık dayanamayan İbrahim Alâeddin Gövsa, hiciv edebiyatının en güzel örneklerinden sayılan şu dörtlük ile Yahya Kemal’e haddini bildirir:
Şairim der de tufeyli yaşatır gövdesini,
Dayanıp köhne Nedim artığı üç beş satıra!
Senelerden beridir aynı sakız, aynı geviş,
Seneler var ki doğursun diye baktık katıra!
Yahya Kemal öldüğünde, İbrahim Alâeddin Gövsa gibi birçok insanın duygularına şu cümle tercüman olacaktır: “Onun ölümüyle büyük bir şair, küçük bir insan kaybettik!”
-IX-
1958’de ölmüştür. Ölümünün 50. yılı idrak edilmektedir. Kültür Bakanlığı 2008’i Yahya Kemal Yılı ilan etmiş bulunmaktadır. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, onun hiçbir şiirini hatırlamamakta; fakat şairin ölümünden kısa bir süre önce söylediği şu sözleri kendi kulağına küpe yaptığını belirtmektedir: “Büyük şair, büyük edip olmaktan daha önemli üç şey var. Birincisi evlenip bir yuva kurmak, ikincisi bir ev sahibi olmak, üçüncüsü ve en önemlisi de bir tarafta kimseye muhtaç olmayacak kadar parası bulunmak.”