Taha Özhan ile seçim sonucunun hem AK Parti hem de muhalefet partileri açısından sonuçlarını ve AK Parti'nin yeni anayasa, başkanlık sistemi ve çözüm süreci gibi temel gündem maddelerini konuştuk.
Sizin beklediğiniz bir sonuç muydu?
Biz tek başına iktidarı bekliyorduk. Bunun Meclis’e matematiksel tercümesinin nasıl olacağına dair kimse net bir şey söyleyemiyordu. Ama biz tek başına iktidara geleceğimizi sahada çok net bir şekilde hissediyorduk. Hatta kampanya yapmakta zorluk yaşıyorduk. Gittiğimiz yerlerde insanlar bizlere bu işin bittiğini söylüyorlardı.
Gelmenize gerek yok gibi mi?
Tabii. Özellikle benim seçim bölgem Malatya öyleydi biraz. Yüzde 70’e yakın oy verdi AK Parti’ye. Orası nevi şahsına özgü bir örnek olabilir ama bizim strateji heyetinde de aldığımız tepkiler, nabız yoklaması, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceği yönündeydi.
Şöyle sürpriz değil, seçimden bir gün önceki yazımda da bunu yazdım. Seçmen 7 Haziran - 1 Kasım arasında muhalefet partilerinin Türkiye için merkezkaç unsurlar olduğuna şahitlik etti. Seçmen bir kırılganlık olacağını hissetti. O kırılganlık çok acil ve güçlü bir müdahale ile tamir edilmiş oldu. Seçmen siyasal ve toplumsal merkezi tahkim etmiş oldu. Benim açımdan meselenin özeti budur.
O yazıdaki cümleniz şu şekilde devam ediyordu: “Bundan sonra mesele bu tahkimatın idrak edilip edilmediği olacaktır”. Neyi kastediyorsunuz?
AK Parti’nin Türkiye’nin omurgasına dönüştüğünü, AK Parti'yi çıkarıp kenara koyduğunuzda seçim gecesi ortaya çıkan haritanın yekpareliğinden bahsetmenin imkânsız olduğunu (muhalefet partilerinin) anlamaları gerekiyor.
Bu, muhalefet açısından çok büyük bir kriz. Muhalefette kalma, iktidar olamama bunun yanında çok küçük bir mesele. Eski Türkiye defterini kapatıp kapatmadıklarıyla ilgili bir mesele. Yeni Türkiye’ye gelemedikleri sürece siyasal coğrafyada sadece belli bölgelerdeki belli şehirlerde kalıyorlar.
O haritada bir ağırlıklandırma yapmış olsak, kırmızı gözüken yerler, o kadar kırmızı olmaz. Pembeleşmeye başlar. Çünkü hemen ardında AK Parti vardır. Haritanın rengini AK Parti üzerinden okumaya kalksak, AK Parti’nin birinci olduğu yerlere sarı desek, ikinci olduğu yerlere koyu sarı desek bütün harita sarı görünür.
Muhalefet aktörlerinin bunu doğru okuması mümkün değil. Şunu tercih ediyorlar; kendi geçmişleriyle, kendilerini var eden şeylerle yüzleşmenin sancısından çekinip, salt AK Parti düşmanlığı ve şeytanlaştırmasıyla günlük tatminleri tercih ediyorlar.
Siz daha önce de muhalefet partilerinin 2015 güncellemesi yapamadığını söylemiştiniz. Ama 7 Haziran’da gördük ki, seçmen AK Parti’den de bir güncelleme bekliyor...
AK Parti o güncellemeyi hızlıca yaptı.
Siyasal, sosyolojik ve tarihsel olarak AK Parti’yi diğer partilerden ayıran özellikler var. Sosyolojik olarak ayıran en temel özellik, AK Parti’nin çok renkli, farklı sosyolojik yapılardan oluşması. Normalde bu cümle çok kaotik bir parti tarifi ortaya çıkarır. Ama şöyle bir şey gerçekleşiyor, bunların tamamını yatay kesen ve farklı çekirdek grupları ‘kovalent bağ’ (ortak bağ) ile bağlayan bir yapı var. Kovalent bağlar çok güçlü bağlardır. Bu türden bağları oluşturabilmeniz için bir tarihsel derinliğinizin ve sosyolojiyi yatay kesen unsurlarınızın olması lazım. O yatay kesen unsur ancak farklılıkları bir arada bu kadar güçlü bir şekilde tutabilir.
Diğer partilerde böyle bir farklılık veya zenginlik yok. HDP’nin farklılıklardan oluştuğu, koskoca bir balon ve medya şişirmesidir. Külliyen palavradır. HDP’de taban belli ölçüde, siyasi elitleri ise neredeyse her konuda aynı şeyleri düşünen, tüketen, aynı kalıpları telaffuz eden, inanan aktörlerden oluşuyor. CHP’de sosyolojik olarak inanılmaz monolitik, birbirine benzeyen, çok tek tipçi, aynı şeylere inanan, aynı sloganları tüketen bir yapıdan bahsediyoruz.
Niğde’den AK Parti’ye oy vermiş, orta sınıf bir insanı alın, Ağrı’dan AK Parti’ye oy vermiş orta sınıf başka bir isimle yan yana getirin. Birçok konuda farklı farklı şeyler söyleyeceklerdir. Ama onları birleştiren bağ, AK Parti dediğimiz yeni Türkiye’nin taşıyıcı ajanından ibaret. AK Parti o sosyolojiyi tahkim ediyor, etmeye de devam edecek. Ettiğinden dolayı seçim gecesi harita o şekilde çıkıyor.
Güncelleme bitti mi AK Parti açısından?
AK Parti bu canlılığını koruyacaktır. Tarihsel ve sosyolojik zemin böyle olmaya devam ettiği sürece. Türkiye’nin taşıyıcı unsuru olma sorumluluğu da AK Parti’yi istese de, istemese de dinamik olmaya itmektedir. AK Parti değişimci karakterini korumak durumunda kalmaktadır. AK Parti’yi bile aşan bir misyondan bahsediyoruz burada.
Kampanya boyunca mahalle toplantılarına gidiyorum. Özellikle alt gelir gruplarından eğitim düzeyinin düşük olduğu toplantı yerlerinde yaptığım konuşmada 622’den, 1071’den tarihsel referanslar veriyoruz. Dönüyoruz kadim dönemlerden bir peygamberden bahsediyoruz; 1453’ten, 1946’dan bir şey söylüyoruz …
CHP’li akıl 1923’ün gerisine gidecek bir tarihsel derinliğe ve perspektife sahip olamaz. MHP tarihte kaybolmuş bir parti. Bir yerlere referans yapabilir ama bugünle insicam sağlayamaz. HDP ise zorlasanız 1980 Diyarbakır Cezaevi'nden geriye gidemez. Bu siyasi partilerin vereceği tarihsel referansların büyük kısmı negatif referanslardır. Bir travmadan bugün gelip bir kurucu siyaset inşa etmeye çalışan çelişkinin içerisine düşen yaklaşımlardır. Biz geçmişte yaşanmışlıklara referans veririz, oradan kurucu siyasi iradenin ortaya çıktığına dair örneği söyleriz, bugüne geliriz. Bambaşka iki dünyadan bahsediyoruz.
“Muhalefetin zindanının anahtarı bizde değil”
Bunun normalleşmesi gerekiyor. Bizim ortak bir vasatımızın oluşması gerekiyor. Ortak vasatın da oluşmasının en temel başlangıç noktası AK Parti düşmanlaştırmasının, gayri meşru bir aktörmüş gibi muamele görmesinin bu partilere bir şey getirmediğinin artık anlaşılmasından geçiyor.
Meşru bir rakibi olarak AK Parti ile mücadele etmek yerine AK Parti’nin varlığı ile sorunlu olmak, Türkiye’nin omurgası ile sorunlu olmak anlamına geliyor. Bu da onları kendi zindanlarına hapsediyor. O zindanlardan çıkmaları gerekiyor. Onun anahtarı bizde değil. Anahtarı kendilerinde. Cesaret edip çıkacaklar.
Kutuplaşmanın giderilmesi gerektiği teşhisini herkes yapıyor. Bunun nasıl yapılacağı konusunda iktidar partisi olacağı için gözler yine AK Parti’ye çevrilmiş durumda. Sayın Davutoğlu’nun sözünü ettiği ‘kucaklaşma’ nasıl sağlanacak?
AK Parti’nin bu kutuplaşma denilen meselede atacağı adımlar olabilir. Ama bunlar sınırlı.
Biz AK Parti olarak muhalefet aktörlerinin de normalleşmesini bizatihi sağlayacak aktif unsur olamayız. Kendilerinin kendi acı gerçekleri ile yüzleşmeleri gerekiyor.
Muhalefet partileri eski Türkiye nöbetçiliğinden istifa etmedikleri sürece siyaset düşmanlıklarını kutuplaşma diye tarif etmeye devam edecekler.
“Normalleşmenin kolay anahtarı: Yeni anayasa”
Normalleşmeyi AK Parti ile birlikte yapabilecekleri bir tane kolay anahtarı var: Yeni anayasa. Çünkü bahsettiğim bütün marazları içinde barındıran, bize zoraki imzalatılan ortak sözleşmemiz 1980 darbesinin ortaya çıkardığı anayasadır. Millet olarak buna gönül rahatlığı ile imza atıldığını kimse söyleyemez. Bu sözleşme tarihin çöplüğüne atılır, yeni bir sözleşme hep beraber yazılır.
Kentsel dönüşümleri bilirsiniz; muhakkak bir, iki tanesi evini yıktırmaz. 10 kilometrelik alan yıkılmıştır, iki tane gecekondu orada kalır, farklı sebeplerle direniş sergiler, haklı – haksız. Muhalefet partilerinin durumu bu. Üç gecekondu bir yerde duruyor. Israrla yaşanan acı gerçeği görmek istemiyorlar.
Bu kentsel dönüşüm, bu siyasal dönüşüm yaşanacak. Gönül ister ki herkese yeterince ev imkânı verecek olan, herkese yeterince alan sunan bu zemine gelirler, bu binada kendilerine hak ettikleri dairelerini alırlar. Ama bu siyasal dönüşüm muhakkak yaşanacak, geri dönüşü yok.
Zorla da olsa mı?
Zorla değil, hayır. Niye zorla olsun? Zaten çökmüş bir yapıdan bahsediyoruz. Bunun üzerinden nostalji geliştirmek siyasal bir tavır değil. Psikolojik bir tavır. Hayatın gerçekleri ile kavga eden bir tavır. O gecekondularda insanlar çok zor şartlar altında yaşıyorlar. Ama eğer destek verilirse, yeni yapılacak bu siyasal kurucu inşa sürecinin estetiği, derinliği, sofistikasyonu, kuşatıcılığı hep beraber yapılabilir. Bunun da zemini yeni anayasadır.
Burada işbirliğine en yakın parti CHP mi olur?
Hayır. Hepsi. Hiçbir ayrım gözetmeden. Bizim açımızdan MHP’nin de, HDP’nin de, CHP’nin de yeni anayasa sürecinin pozitif ve kurucu birer unsuru olmayı başarmaları gerekiyor. Bu sorumluluk tamamen AK Parti üzerine kalmamalı. Ama AK Parti, üzerine kalırsa da, elinden geleni 2010’da nasıl yaptıysa yapacaktır. Ama bu parçalı olacaktır, kısmi olacaktır. Biz istiyoruz ki, darbe anayasasını değiştirmekle iktifa etmeyelim. İstediğimiz, yepyeni bir anayasa yazılsın.
Daha önce yeni anayasa için çalışma başlatıldığında, tıkanma yaşanan meselelerden biri başkanlık sistemiydi. AK Parti 7 Haziran’a giderken bunu işledi. Ama ortaya çıkan sonuçlar, 'halk başkanlık sistemine olur vermedi' olarak okundu. AK Parti 1 Kasım’a giderken de bunu çok dillendirmedi. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan… Bitti mi bu çaba? Yoksa yeni bir yaklaşımla mı ele alınacak?
Seçim beyannamemize bakacak olursanız, yeni bir hükümet modeli, başkanlık sistemi tartışmasını çok daha geliştirerek koyduğumuzu görürsünüz. Belki bazı başlıklarda bazı rötuşlar yaptık ama başkanlık sistemi meselesinde tam tersine geliştirerek beyannameye yazdık.
Dedik ki ‘7 Haziran neticesi de Türkiye’de bir hükümet sistemi krizi olduğunu tasdik ve teyit etmiştir’. Dolayısıyla parçalı yapının, sorunlu sistemin muhakkak reform edilmesi, yenilenmesi, yeni bir sisteme geçilmesi gerekmektedir diye başkanlık sistemine dair yaptığımız tartışmayı daha da derinleştirdik.
Kamuoyunu ikna etmek için yeni bir söylem, yöntem gerekiyor mu?
Olabilir. Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı defaten dile getirdiler, söylemlerini yeniden revize ederek kodlayabilirler. Ama bu, sorunun mahiyetini değiştirmeyecektir.
“Muhalefetin yüzleşmesi bizim vazifemiz değil”
Eğer birileri AK Parti'nin yeni anayasa ve başkanlık sistemi önerisiyle kendisini riske attığını düşünüyorsa, hayır. Bunun ismi siyasi cesarettir. Siyasi cesaretin yüzde 2'sini, yüzde 1'ini muhalefet partileri gösterseler normalleşme hızları yüzde 100 artar.
Biz muhalefet partilerinin yüzleşmesine yardımcı olmaya çalışalım ama bizim birinci dereceden vazifemiz değil. Dışarıdan bir müdahale ile de yapma imkânımız bu kadar. Ama bu yüzde 50 yüzleşme açısından ciddi bir sorgulama imkânı oluşturacaktır.
Cevabı aranan sorulardan biri de çözüm sürecinin bundan sonra nasıl devam edeceği. Bu konuya şuradan başlayalım: Kürt seçmen AK Parti'ye ne mesaj verdi?
Kürtler şunu söyledi: AK Parti'nin olmadığı bir Güneydoğu cehenneme dönüşüyor. AK Partisiz Güneydoğu anlamsız bir yere dönüşüyor. Öz yönetim fantezileri, saçmalıkları altında, tek parti totaliter yapısının baskısına dönüşüyor. Kürtler buradan çıkmak, bundan kurtulmak için destek verdiler.
“Kürtler terbiye etti”
Kürtler, bütün siyasi basireti ve projesi kazma kürekle hendek kazmaktan ibaret olanları ciddi anlamda terbiye etmiş oldular. Bu terbiye sürecinin daha başlangıcı. Bu kafayla devam ettikleri sürece CHP'nin Türkiye içerisinde düştüğü yere ya da MHP'nin düştüğü yere kaçınılmaz olarak düşeceklerdir. Sadece zaman meselesi.
Siz ısrarla 1990'ların simülasyonunu canlı tutarak, sürekli insanların travma yaşamasını sağlayarak varlığınızı sürdüremezsiniz. HDP'nin, PKK'nın yapmaya çalıştığı odur. Israrla Güneydoğu'da 1990 şartlarını ayakta tutmaya çalışıyorlar.
“Beyaz Toros’un içinden JİTEM’ciler indi, PKK’lılar bindi”
Beyaz Toros'un içinden JİTEM'ciler indi, PKK'lılar bindi. Hâlâ o beyaz Toros dolaşıyor, birilerini evinden kaçırıyor, bir yerde yargılıyor, infaz ediyor. Bu sürdürülebilir bir durum değil. 1 Kasım’a bir hafta kala AK Parti’li isimleri Nusaybin’de, Van’da PKK’nın katletmesine verilen tepkidir. Bu sahneler en son 1990’larda beyaz Toros’tan inen JİTEM’ciler marifetiyle yaşanırdı. Şimdi aynısını PKK yapıyor ama HDP şizofrenik bir şekilde ‘katil devlet’ diye yalan söylemeye devam ediyor. Bütün bunlar seçmen tarafından cezalandırılmıştır.
Bu mesajı HDP'nin, PKK'nın ne kadar alacağı şüpheli. Ama AK Parti mesajı almıştır. AK Parti Kürtlere kucak açmıştır, Kürtler de Türkiye omurgasının bir parçası olmayı AK Parti köprüsü üzerinden hayata geçirmişlerdir. AK Partisiz bir Güneydoğu'yu tahayyül edemediklerini bu seçimde çok açık bir şekilde göstermişlerdir. Bu trend çok daha güçlü bir şekilde devam edecektir.
Nasıl devam edecek peki çözüm süreci?
Çözüm süreci dediğiniz şey, çözülecek sorunun muhatabının rasyonalitesi ile doğrudan orantılıdır. Karşınızdaki muhatap aldığınız aktör, sorunun doğrudan parçası hatta merkezinde bulunan unsur ne kadar rasyonelse o kadar ilerleyebilirsiniz.
Altı yıl önce çözüm sürecinin çözmesi gereken başlıklar ile bugün çözmesi gereken başlıklar arasında devasa bir fark vardır. 2009'da açılım süreci başlarken çözüm sürecinin en önemli başlıklarından birisi Kürtçe televizyonun açılmasıydı, Kürtçe propaganda yapılabilmesiydi; cezaevlerinde, mahkemelerde dil serbestiyetinin olmasıydı.
Şimdi neredeyse anayasadaki bir, iki madde hariç, onları da değiştirmeye AK Parti'nin tek başına imkânı yok, çözüm sürecinin demokratikleşmeye müteallik başlığı kalmadı. Birkaç mevzuat ile ilgili ufak tefek şeylerin dışında. Türkiye’nin tamamını ilgilendiren demokratikleşme süreciyle çözüm süreci artık insicam içerisinde. Yani özel düzenleme alanları neredeyse ortadan kalktı.
“Çözüm sürecinin kaderi tek başlığa indi”
Bu haliyle çözüm sürecinin kaderi tek bir başlığa inmiştir: PKK'nın silahsızlanması başlığına. Böylesi bir dönüşüm, PKK'nın da 6 - 7 yıl önce muhatabı olduğu Kürt meselesinden istifa etmesine yol açmıştır. Şu an PKK'nın bir Kürt meselesi yok. Eğer bir Kürt meselesi varsa, eğer çözülecek bir sorun varsa, onun bir PKK sorunu var. Çözülmesi gereken ilk yer orası.
“Hiçbir ara formül yok”
2015 senesinde hâlâ kan akıtmaya devam eden, terör eylemleri yapan unsurun silahsızlanması gerekiyor. Bunun başka hiçbir ara formülü yok. PKK hipotetik olarak silahsızlanmayı düşünemezken, tahayyül bile edemezken, siyasallaşmaktan ciddi anlamda korkarken, çözüm sürecinin terörle mücadele başlığı etrafında dolaşmaya devam edecektir.
Bu da güvenlik politikalarını gündeme getiriyor. Kamu düzeni orada bir şekilde sağlanmalı. Biz beyannamemizde şöyle dedik: 'Akan kan duruncaya kadar terörle mücadeleye; hukuk, huzur, kardeşlik, kamu düzeni tesis edilinceye kadar da çözüm süreci anlayışımızı korumaya devam edeceğiz' dedik.
“Namlular yok olup gittiğinde….”
Dolayısıyla hükümet Türkiye’ye, vatandaşa namlu uzatıldığında alması gereken güvenlik tedbirlerini almak durumunda. Ama bu namlular yok olup gittiğinde de yapılması gereken adımları bütün Türkiye ile beraberce atmak üzere hazır bir iktidar olacak. Bu perspektifimizi defalarca tekrarladık, dile getirdik. Ama bunun ne kadar PKK ve HDP tarafından anlaşıldığı da ayrı bir soru.
7 Haziran sonrası yaşanan kanlı süreçten sonra biz hızlı bir şekilde Haziran, Temmuz 2013'e döndük. Neydi Haziran - Temmuz 2013? Nevruz yapılmış, Öcalan'ın mektubu okunmuş, üç başlıktan oluşan bir yol haritası ortaya çıkmış. PKK geri çekilerek Türkiye'den çıkacak, ardından bir normalleşme süreci yaşanacak, ardından da silahsızlanma süreci yaşanacak. Bunlar da 5 - 6 ay içerisinde olacaktı.
Ama PKK o birinci başlığın yüzde 20'sini bile o dönem hayata geçirmedi. Türkiye'yi terk etmekten bile imtina eden bir yapının ne normalleşmesi mümkün, ne siyasallaşması mümkün, ne de silah bırakması mümkün. Önce bir kere silahlara veda edebileceğine inanması gerekiyor bu yapının.
“HDP çözüm sürecine intihar saldırısı düzenledi”
PKK belki bu noktaya bayağı yaklaşmıştı o dönemlerde. Ama bu HDP projesi çözüm sürecini ciddi anlamda zehirledi. PKK'nın kanlı eylemlerinden önce HDP'nin çözüm sürecine karşı siyasal intihar saldırılarına şahitlik ettik biz. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesi bağlamında yaşanmış onca zulmü, acıyı unutup; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ı şeytanlaştıran, Cumhuriyet tarihinin en büyük mezalimi olarak AK Parti'yi keşfeden bir sokma akıl, başta yabancı başkentlerden olmak üzere, Türkiye'de de belli marazlı çevrelerin icat ettiği bir akıl zuhur etti, çözüm sürecine intihar saldırısında bulundu. O zehirleme neticesinde aslında PKK biraz da harekete geçti.
Dolayısıyla kim kimi besliyor diye baktığımızda PKK'dan çok daha aşkla, şevkle bu HDP'li yeni ifsat edici aklın, her şeyi unutup AK Parti'yi şeytanlaştıran aklının süreci zehirlediğini görmemiz gerekiyor. PKK 1984’ten beri ne yapıyorsa aynısını yapmaya devam eden anakronik bir örgüt. Dolayısıyla terörizminin bizi şaşırtan bir tarafı yok. Yeni olan durum, HDP’nin Türkiye’nin en fazla demokratikleştiği, Kürtlerin en fazla nefes aldığı bir dönemde, kardeşlik projesinin mimarına karşı bir taşeron olarak başlattığı şeytanlaştırma girişimidir.
“İmralı’yı havaya uçurdu”
Bu aklın intihar saldırısı neticesinde çözüm sürecini havaya uçurdu, İmralı’yı havaya uçurdu, kardeşlik iklimini bozdu, Kürtleri ifsat etti ve büyük bir maliyet ortaya çıktı. 1 Kasım gecesi ucundan kurtardı. Baraj altı pekalâ kalabilirdi. Matematiksel olarak baraj üstüdür. Ama siyasi, ahlaki ve rasyonel yaklaşım anlamında HDP barajın altında kalmıştır.
Yani HDP'nin muhatap alınma ihtimali çok düşük, doğru mu?
Rasyonelleşme ve ahlaklarını düzeltme ölçüsünde muhatap alınacaktır. Milyonlarca insanın oyunu almış bir siyasi partinin lideri, bir Twitter trolünün ağzı ne kadar bozuksa o kadar bozuk bir şekilde sağa sola hakaret edemez. Ülkenin Başbakanı'na, AK Parti'ye , Cumhurbaşkanı'na terbiye sınırlarını fazlasıyla aşan, ciddiyeti zaten yok eden bir yaklaşım sergileyemez. Bu yaklaşım sürdüğü sürece bu aktörlerin muhatap alınma ihtimali bulunmamaktadır. Ayrıca muhataplık krizi şimdilik AK Parti iledir. Orta ve uzun vadede bu ergen ve sorumsuz siyasi dilin Kürtler tarafından da mahkûm edileceğini göreceğiz.
PKK'nın silah bırakması barışa en yakın olunduğu zaman gerçekleşmedi. Şimdi mesafe daha da açık. Üstelik ortada bir de Suriye meselesi var. Suriye'de durum sürdükçe PKK'nın silah bırakması mümkün mü?
Suriye ayrı bir başlık. Biz Türkiye'yi konuşuyoruz. Bu ikisi birbiriyle bağlı şeyler değil. Bu çok absürt bir okuma olur. Her iki meseleyi birbirine bağlamadan konuşunca sol-liberal entelektüel vandalizmin hışmına uğrandığı için, Suriye’de beş tane şehrin ismini sayamayacak isimler dahi müthiş bir şey söylüyormuş gibi Kobani güzellemesi yapamadan cümle kuramıyorlar.
Sınırımızın öte tarafında kantonculuk oynayan, Baas'a asker yazılacağını açıkça itiraf etmiş bir örgütün varlığı ile buradaki 78 milyonun, milyonlarca Kürt'ün doğrudan kaderini ilgilendiren bir meseleyi birbirine bağlantılandırmak, ilişki kurmak hiçbir yere götürmez.
İşte HDP zehirlenmesi tam da bu. Suriye'de yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir yerde IŞİD devletçilik oynuyor, PYD de kantonculuk oynuyor. Sırf bir yerde kendi fantezisini, ütopyasını en ahlaksız şekilde hayata geçirecek diye, burada milyonlarca vatandaşın huzuru, geleceği tehlike altına atılamaz.
Bu deli gömleklerinin çıkarılıp atılması gerekiyor. Elbette böyle bir sağlıklı ilerleme olursa, çözüm süreci de, PKK'nın da silah meselesini tamamen ortadan kaldırdığı bir senaryoda devam edecektir.
HDP ve PKK için şart olarak ileri sürdüğünüz konuların gerçekleştiğini varsayalım. Geçmiş deneyimleri göz önüne alarak, mevcut mekanizmaların değiştirilmesi söz konusu olur mu?
Bunlara bakılır. Detayı önemli değil bu işin. Bu işin ana zemini önemli. Biz detayını bu aktörlerle geçmişte belli şekillerde hayata geçirdik. Bunun bir tane zemini kalmıştı. Bidayeti de, nihayeti de PKK'nın silahlara veda etmesidir. Bunda ne kadar paydaş olacaklarına da kendi normalleşmeleri karar verecek. Eğer normalleşirlerse, rasyonelleşirlerse bu işte paydaş olma ihtimali belki ortaya çıkar ama eğer çıkmazsa da AK Parti bu işin muhatabı başından beri millet diyerek buna devam edecektir. Kendisine namlu uzatıldığında terörle mücadele edecektir, kardeşlik eli uzatıldığında da zaten o kucaklayarak cevap verecektir.
Kaynak: Aljazeera