Abdullah Uçman / Derin Tarih
‘Ya Kebikeç’ten ‘Ya Hakk'a Endurunî İsmail Bey
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne devam ettiğim 70’li yıllarda fakülteden Sedat Yenigün, Bekir Oğuzbaşaran, Veli Aras, Recep Duymaz gibi birkaç arkadaşla birlikte, şimdi hangi yıl olduğunu tam olarak hatırlamıyorum, galiba sınıf arkadaşımız Mustafa Uzun vasıtasıyla Beyazıt’ta Beyaz Saray Çarşısı’nda aşağıya inince merdivenlerin tam karşısındaki Enderun Kitabevi’ne gidip gelmeye başladık.
Önceleri basit öğrenci olayları şeklinde başlayıp anarşinin süratle tırmandığı 70’li yılların o kaos ortamında Enderun Kitabevi bizim için gerçek mânâda hem bir sığınak, hem de bir açık üniversite olmuştu. Enderun’da bir taraftan eski ve yeni, matbu ve yazma birçok kitap görüyor, bir taraftan da o yılların fikir, kültür ve edebiyat dünyasının önemli birtakım şahsiyetlerini yakından tanıma, konuşmalarını dinleme, hal ve tavırlarını görme şansı buluyorduk.
Enderun denilince öncelikle elbette rahmetli İsmail Bey ile Enderun’un bir nevi sohbet şeyhi rahmetli Ali İhsan Yurd Hoca hatırımıza gelir. Daima hayırla hatırladığım İsmail Bey’in benim gibi daha birçok arkadaşımızın üzerinde unutamayacağımız hakkı vardır. İsmail Bey, o sırada benim gibi üniversitede okuyan birçok talebe arkadaşa bakkalların veresiye defteri gibi kara kaplı bir deftere birer borç sayfası açmıştı.
Fakülteden öğlen tatillerinde veya ders çıkışlarında sık sık uğradığımız dükkâna henüz yeni gelmiş bir parti kitap arasından beğendiklerimizi ve bize lâzım olacakları seçip ayırır, 5 kuruş vermeden alır, borcumuzu hesap defterine yazdırır, ay başında evden gelen harçlığımızı alır almaz doğruca gider ve borcumuza mahsuben bir miktar ödeme yapardık. Bu arada yeni kitaplar gelmişse, aldığımız kitapların borçlarını yine deftere yazdırabilirdik. İsmail Bey’in bizlere karşı bu güzel muamelesi yıllarca devam etti ve şahsen ben bu sayede sahamla ilgili birçok temel eseri edinme şansına sahip oldum.
Bugün Enderun denilince arkadaşlar arasında hâlâ hep o Cumartesi günleri ikindi sonrası sohbetleri hatırlanır. Genellikle ev sahibi olarak İsmail Bey’in evden getirdiği haşhaşlı ekmekler veya pideciden getirttiği sıcacık pideler arasında tulum peyniri ile içilen demli çaylar eşliğinde koyulaşan sohbetlerde neler konuşulmazdı ki! Ben kendi hesabıma bu küçücük mekânda kitaplardan öğrenemeyeceğim birçok şey öğrendim.
Kapıdan girişte hemen sağ tarafta sürekli kaynayan çay ocağının yanındaki sandalyesinde yaz kış palto veya pardösüyle oturan merhum Ali İhsan Yurd başta olmak üzere, dükkâna ara sıra uğrayan Mahir İz, Orhan Şaik Gökyay, Kadir Mısıroğlu, Mehmed Şevket Eygi, ‘Hamamcı Şinasi Bey’ olarak tanınan Şinasi Akbatu, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, matematik hocası rahmetli Cengiz Aydın, Turgut Kut, M. Ertuğrul Düzdağ, İsmail Erünsal, Avukat Orhan Acuner, grand-tuvalet giyinen Âlâ Bey gibi renkli şahsiyetleri hep burada tanıdım; konuşmalarını, sohbetlerini, zaman zaman birbirleri arasında cereyan eden tartışmaları dinledim.
İsimlerini zikrettiğim şahsiyetlerin ara sıra yüksek tonda gerçekleşen sohbetleriyle Enderun gerçekten bir mektepti. Fakülte derslerimizde üzerinde durulmayan pek çok mesele hakkında orada rahatça konuşulur ve tartışılabilirdi.
Ben ve birçok arkadaşım eski harfli matbu kitaplarla, daha önemlisi yazma eserlerle, hüsn-i hat örnekleriyle ilk defa orada karşılaştık; yazma kitapları elimize aldık, büyük bir heyecanla yapraklarını çevirdik; tezhibin, yorgun cildin, murakka’ın, rıh’ın, dîbâce, reddâde, derkenâr ve istinsah ile temellük kaydının ne demek olduğunu; yazma esere niçin “Yâ Kebîkeç!” yazıldığını, bir yazmanın asla 180 derecelik bir açıyla açılmaması gerektiğini yine oradaki sohbetlerde öğrendik. Varını yoğunu kitaba veren nice ‘mecânîn-i kütüb’ü, kitaplar yüzünden yuvası dağılan gerçek kitap hastalarını yine orada tanıdık; kitaplarla, kütüphane sahipleriyle ilgili nice anekdot dinledik.
Ramazan aylarında dükkânın önündeki meydana sofralar kurulur, İsmail Bey ‘Enderun cemaati’ne iftar verir, iftardan sonra da herkese diş kirası olarak küçük birer kitap hediye ederdi. Bütün bunlar, asıl mesleği askerlik olduğu halde kitapçılık işini belli bir yaştan sonra öğrenen ve sahaflık geleneğini büyük bir şevk ve gayretle sürdüren İsmail Bey sayesinde gerçekleşmiştir.
Kitabın gerçek anlamda değerini bilen ve ticaret yapmak yerine kitabı erbabına ulaştırmayı gaye edinen İsmail Bey, yabancı kitapların sadece Hachette Kitabevi’nde satıldığı, üzerinde döviz bulundurmanın suç olduğu 70’li yıllarda yurt dışında basılmış kitapları bin bir zorlukla getirtir ve günlerce bunların gümrük işlemleriyle uğraşarak bizlerin eline ulaşmasını sağlardı.
Enderun Kitabevi adına Tâhirü’l-Mevlevî’nin Edebiyat Lügatı, Şemseddin Sami’nin Kamus-i Türkî’si, Ebussuud Efendi Fetvâları, Zeki Velidî Togan’ın Hâtıralar’ı, Agâh Sırrı Levend’in Divan Edebiyatı, Ahmet Caferoğlu’nun Türk Dili Tarihi gibi Türk kültürü bakımından büyük önem taşıyan ve mevcudu tükenmiş kitapları da yayımlayan İsmail Bey, ayrıca 39. sayısına ulaşan Osmanlı Araştırmaları adıyla uluslararası ilmî bir dergi de yayımlamaktaydı.
6 Eylül 2012’de ebediyete uğurladığımız İsmail Bey’i bütün bu hayır ve hasenâtından dolayı rahmetle anar, Cenab-ı Hak’tan mekânının cennet olmasını niyaz ederim.