Betonlaşmaya Daha Fazla Yatırım Yapmakla Beka Sağlanır mı?

Yazısında ekonomik kaynakların daha çok şehirleri betona gömmeye harcandığına dikkat çeken İbrahim Kahveci, “Biz 16 yıldır gelen sermayeyi betona gömerek bir beka sorunu oluşturduk zaten.” diyor.

İbrahim Kahveci’nin Karar’daki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısını (08 Mart 2019) ilginize sunuyoruz:

Beka mı – Beton mu?

Bir ülkenin kalkınması için bilim ve teknolojiye yatırım yapmasını beklemek kadar doğal ne olabilir?

Beka sorunu olmaması için güçlü ve kudretli bir ülke olmak gerekmiyor mu?

“Şer güç” olarak tanımladığımız ülkelerden büyük kısmı borç olmak üzere 650 milyar dolar alıp, etrafa “beka sorunumuz” var diyebilir miyiz?

Hem para istemek, hem de şer güç olarak tanımlamak nasıl izah edilebilir?

Hem ‘haçlı ittifakı’ demek, hem de haçlı merkezini ziyaret etmek nasıl düşünülebilir?

Evet, bizim bir beka sorunumuz var ise, bu sorun için güçlü ve kudretli bir ülke olmamız gerekiyor. Liyakat sorunumuzu önce bilim ve teknolojide gidermemiz gerekiyor.

Bilim ve teknoloji üniversitesinde daha bilimsel ‘ilahi sistem’ yerine dünyevi sistemleri oluşturmamız gerekiyor.

Hem insan kaynaklarımızı bilim ve teknolojiye yönlendirmemiz gerekiyor, hem de sermayeyi...

Biz 16 yıldır gelen sermayeyi betona gömerek bir beka sorunu oluşturduk zaten. Bilim ve teknolojiye karşı bir hesabımız vardı ve o hesabı da görüyoruz: Dünyanın en iyi üniversitesinden mezun bilim insanını lise öğretmeninin hizmetine vererek bilimden hesap soruyoruz mesela.

Orta sınıfı, yani eğitimli kesimi baskılayarak toplumu taban sınıfta birleştirmeye iterek zaten geleceksiz bir kuşak üzerinden bekamızı çoktan yok ediyoruz.

“Gelecek 10 yılda, ya da 20 yılda Türkiye nasıl olur?” sorusuna aydınlık bir cevap verebiliyor muyuz?

Bilimden uzaklaşan, okuyanı çok olan ama değeri yok olan bir düzenle nasıl bir gelecek oluşturacağız?

Kimse boş hayaller kurmasın.

Ülkemizin ciddi bir beka sorunu vardır ve o sorun da bilim ve teknolojiden kopuştur.

***

D. Ricardo ‘Kıtlık teorisinde’ Malthus’un nüfus öngörüsünü kabul ederek, nüfus artışının tarımsal ürün talebini artıracağını öne sürer.

Kısaca, artan nüfus karşısında artmayan toprak en değerli varlıktır.

1800’lerin başında iktisat bilimi en değerli varlık olarak toprağı görürken, sanayi devrimi ile üretimin daha değerli olduğu anlaşılmıştı. Yakın tarihte ise artık üretimin de çok değerli olmadığını, asıl değerin insan olduğunu anlayan bir bilimsel gelişme süreci yaşandı.

Biz bugün ülke olarak yeniden toprağı ve rantı keşfettik.

En değerli varlık toprak dedik ama bu kez tarımsal üretim yerine beton üretimi açısından toprağa geri döndük.

Bilimselliği tersine çevirdik ve insan ile bilimi değersizleştirdik. Üretimi zaten çok sevmedik ama rantı-arsayı ve betonu çok sevdik.

Bir de yabancıya borçlanmayı ve kredili büyümeyi.

Şimdi bu tabloda nasıl bir gelecek bekliyor olabiliriz?

Zengin ve müreffeh bir gelecek mi? Yoksa içi gittikçe yok olan ama dışında büyüyen boş bir yapı mı?

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!